Gezgin
Türkiye’nin bittiği köy
Karadeniz sahilindeki Beğendik Köyü'nde Türkiye bitiyor, Bulgaristan başlıyor.. Bir taş atımlık mesafede, başka dil, başka din, başka gelenek, başka yaşamlar yaşanıyor.
Gitme arzusu.. Bugünlerde iyice kendini hissettiren bir arzu.. Gezgin ruhumun 'gel-git'leri yine şiddetlendi.. Televizyondan, gazeteden, radyodan uzaklaşmak.. Bir günlüğüne de olsa olanları olmamış sanmak.. Tek başına, sadece arabanın yolları yutuşunu izleyerek, bir yerlerde kaybolabilmek.. Otoyolda, Edirne istikametine doğru gaza bastım. Batı Karadeniz'de, Türkiye'nin bittiği noktaya doğru gidiyordum..
Sonbahar Hazırlığı
Silivri'ye kadar yolun iki yanında bildik kent görüntüleri vardı. Boyalı boyasız binalar, inşaatlar, içinde neyin beslendiği belli olmayan çiftlikler, gölgesi ve denizi olmayan yazlıklar.. Silivri'den sonra, yol da çevre de ıssızlaştı..
Pınarhisar çıkışından sapıp, otoyolu terk ettim.. İğneada, çoktan beri haritada gözüme takılıyordu. Karadeniz sahilinde, Bulgaristan sınırındaki bu kasaba, kendimle başbaşa kalabileceğim doğru bir adrese benziyordu.. Önce Poyralı köyüne geldim.. Buranın sucuğunun methini duymuştum. Köyün kasabı, vaktin daha erken olduğunu, Ekim sonunda sucukları doldurmaya başlayacağını söyledi.. Anlaşılan buralara yapraklar kızarınca bir seferim daha olacak..
Poyralı'dan sonra yeşillikler arasındaki Demirköy'e geldim.. Orada da doğa sonbahar hazırlığındaydı.. Demirköy'den sonra, yol Istranca Dağları'na sardı.. İrtifa arttıkça, yol kıyısındaki küçük otlar, koca ağaçlara dönüştü. Zirveye doğru bulutlar yere inip, her yeri ıslattı. İğneada'ya kadar uzanan 26 kilometre uzunluğundaki yol, gökyüzünü kapatan ağaçlar yüzünden, yeşil bir karanlığa büründü.
İğneada göründüğünde, bulutlar tekrar yükselip, gökyüzünde öbeklendi.. Güneş yüzünü gösterdi..Ağaç gövdelerini yalayıp, ayçiçeklerini büken ve böceklerin kanatlarını buruşturan rüzgar, tozu dumana karıştırıp, denizin yüzeyine dalga çizdi.. İğneada'da hayal kırıklığına uğradığımı itiraf etmeliyim.. Ben bu balıkçı kasabasına başka resim çizmiştim.. Sınırda şirin, yeşil, derli toplu bir yer diye düşlemiştim. Daha doğrusu, güney sahillerindeki kasabaları gözümün önüne getirmiştim. Oysa, gelişi güzel yapılaşma ile çirkinleştirilmiş bir mekan çıktı karşıma.. İğneada'da kalacak otel yok.. Ama bir çok kişi, evini pansiyon olarak kiralıyor.. Evlerin içini göremediğim için bu konuda yorum yapamayacağım.
Kasabanın önünde uzun bir kumsal yer alıyor.. Yaz aylarında, deniz meraklılarına cazip gelebilir.
Karşıdaki Köy
İğneada'dan sonra önce Liman Köy'e, oradan Beğendik'e geçtim. Köy kahvesinde oturanlara, deniz kıyısına nasıl gideceğimi sordum.. Gösterdikleri yoldan ilerlemeye başladım.. Yolum nöbetçi kulübeleri ile kesildi.. Yaklaşan askere nerede olduğumu sordum.. Meğer deniz kıyısına gideyim derken, sınıra gelmişim. Biraz ilerideki Rezve Deresi'nden sonra Bulgaristan toprakları başlıyormuş.. Karşıdaki de Rezova köyüymüş.
Deniz kıyısına inip, Rezova köyünü seyrettim. Bir 'taşatımlık' mesafedeydi. Beş on dakikalık uzaklıkta herşey birden değişiyordu.. Yasalar, diller, dinler, gelenekler, alışkanlıklar.. Karadeniz'e tepeden bakan kırmızı damlı evlere imrendim. Orada bir yere oturup, Bulgarlar'ın ünlü kırmızı şarabına, kaşkaval peynirini meze yaptığımı düşledim.
Batıdaki Son Nokta
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan Anadolu, Babakale Köyü'nde bitiyor.. Sonrası lacivert sularıyla Ege denizi ve karşısı Yunanistan.
Bu hafta önereceğim kısa gezilerden bir diğeri de Türkiye'nin bittiği noktalardan biri.. Anadolu Yarımadası'nın en batı ucundaki Babakale adındaki Osmanlı köyü.. Çanakkale'den güneye doğru kıyı kıyı giden yolun götürdüğü şirin bir köy.. Yol Babakale'ye gelmeden önce Gülpınar'dan geçiyor.. Gülpınar, birbirinden güzel taşevlerden oluşmuş, Smintheion Tapınağı'nın görkemi ile gururlanan küçük bir kasaba..
Gülpınar'a kadar yılan gibi kıvrıla kıvrıla gelen yol, buradan sonra kıvrımlarını biraz daha artırarak, Babakale Köyü'nde son buluyor.. Burası yolun sonu olduğu gibi, 'Dört nala gelip uzak Asya'dan - Bir kısrak gibi Akdeniz'e uzanan' Anadolu'nun Batı yakasındaki son noktası da.. Tam karşıda Midilli Adası duruyor. Müsellim Boğazı sisle kaplanmadığı anlar, Ada, ayan beyan görünüyor. Yolda giden arabalar, beyaz badanalı evler.. Bir kuş uçumu mesafede başka dünyanın insanları. Tıpkı, Karadeniz sahilindeki son nokta olan Beğendik Köyü'nden, Bulgaristan'ın görünmesi gibi..
Korsanlara Karşı
Babakale'ye adını veren kale, Padişah 3. Ahmed'in Kaptan-ı Derya'sı Kaymak Mustafa Paşa tarafı'ndan 1725 yılında yaptırılmış. Kalenin yapılma amacı, Müslüman ahaliyi, Baba Burnu civarındaki koylarda saklanan korsanların saldırılarından korumak.. . Anadolu'nun bu son noktasındaki bu son kalenin manzarası doyumsuz. Turkuvazdan başlayıp koyu laciverte dönüşen Ege suları, kalenin eteklerini dövüp duruyor. Meydanda kale kadar eski bir cami, asırlık bir çınar ve gölgesinde birkaç masa..
Köyün bir balıkçı barınağı var. Rüzgar hırçınlaşınca, tekneler soluğu bu küçücük sığınakta alıp, birbirlerine palamar veriyorlar.. Bu nedenle köyün balıkçı restoranları ünlü.. Balık hep 'biraz önce ve canlı' geliyor. Restoranlar yamaca tutunmuş.. Taze balığı, Ege'ni lacivert sularına bakarak ve karşı diyardaki yaşamları düşleyerek yemek çok keyifli oluyor.. Ben bu keyifi, taze bir kofana eşliğinde sizin için test ettim.. Şimdi de hararetle öneriyorum.
Babakale gezisi öyle 'sabah çık akşam dön' türü gezilerden değil.. Buraya gidildiğinde, ya Assos'ta ya da köydeki mütevazi otellerde bir gece konaklamak gerekiyor.