Yürümenin ve hayal kurmanın şehri Londra
Dışarıdan kasvetli görünür; uzak, gri, kibirli durur... Kanmayın. Londra’yı tanıdıkça seversiniz. En kendiyle barışık, samimi, mütevazı hallerini de parklarda bulursunuz... Geyiklerle sincaplar da cabası... Alabildiğine yürüyün Londra’da. Parklardan geçip şehrin uğultusuna doğru yürüyün. Kendinizi dünyanın merkezinde bulacaksınız.
Çantamdaki fıstıkları sincaplara verdim. Bir, iki, üç derken, bu mütevazı ziyafet için epey sincap gelip gitti. Önce ürker gibiydiler; alışınca biraz arsızlaştılar. Ama maalesef ‘Londra’nın kedileri’ sincaplarla arkadaşlığımız uzun sürmedi. Fıstıklar bitince beni terk ettiler. Olsun, şu koca Londra’nın şu koca Hyde Park’ında yalnız kalmadım hiç değilse... Çantamı sırtlayıp yürümeye devam ettim. Sabah sisi yavaştan dağılıyordu.
Yenal BİLGİCİ / ybilgici@hurriyet.com.tr
Yenal BİLGİCİ / ybilgici@hurriyet.com.tr
Size bir sır vermek isterim: Londra’da yalnızlık aslında hiç fena sayılmaz. Hele sonbaharda, hele Hyde Park’ta... Çıtır çıtır yapraklardan bir kızıl halı ayaklarınızın altında serili, doya doya yürümenin, yürürken kendi iç sesini dinlemenin tadı çok az şeyde var. Yürüdüm ben de. Parka Marble Arch tarafından girip iki saat boyunca, yürüyerek, düşünerek, haritaya bakmadan, keşifleri tesadüfün gücüne bırakarak dolanıp durdum.
Achilles heykeli neredeydi? Kendine güvenen Londralı hatiplerin gözbebeği Speakers’ Corner ne yana düşüyordu? Peki ya birbirine sarılmış iki ayıcık? En önemlisi Peter Pan’ın o zarif heykeli ne yöndeydi? Buldum hepsini. Nihayet iki saat sonunda Peter Pan’a ulaştığımda etrafta kimsecikler yoktu; sapsarı çocuklarıyla sert bir kuzey dili konuşan sevimli bir çift, ellerinde fotoğraf makineleriyle geldiğinde nöbetimi onlara devrettim. Çünkü hayallere hepimizin ihtiyacı var.
Londra hem yürümek hem hayal kurmak için biçilmiş bir kaftan. Dışarıdan kasvetli bir şehir gibi görünmesine; gri, soğuk, uzak, kibirli durmasına kanmayın. Tanıdıkça seversiniz Londra’yı. En kendiyle barışık, samimi, mütevazı hallerini de parklarda bulursunuz. Az değil, kişi başına düşen yeşil alan yaklaşık 26 metrekare (İstanbul’da 6.5 civarı)...
Üstelik bu yeşil hayat sadece insanlara ait değil. Londra’nın merkezinden, sözgelimi Trafalgar Meydanı’ndan toplu taşımayla bir saatte ulaşacağınız Richmond Park’ta, sakin sakin dolanıp duran geyikleri özellikle de sabahın erken saatlerinde görebilirsiniz. Sincaplardan zaten bahsettim; ya baştankaralar, çitserçeleri, kızılgerdanlar... Hele kimi bazı evlerin arka bahçelerine bile dadanan ve şehirdeki nüfusunun 10 bine ulaştığı tahmin edilen Londra tilkileri... Regent’s Park, St. James’s Park, Kensington Gardens... Yürümeyip, hayal kurmayıp ne yaparsanız?
Kişiye özel turlar düzenleyen Touriocity’nin ağzı iyi laf yapan ‘müzik’ rehberleriyle dolaşmak görgüye görgü katıyor örneğin. Beatles’ın kamuya açık son konserini verdiği çatı katı (şikâyet üstüne gelen ‘şanslı’ polis bir köşeye ilişip şarkıları dinlemiş evvela) ile David Bowie’nin efsane Ziggy Stardust albüm kapağını çektiği kapı önü ne kadar yakınmış meğer? Ya Syd Barrett’in, Mick Jagger’ın, Jimmy Henrix’in girip çıktığı ara sokaklar? 1960’lar ve 70’lerde ne kadar güçlü bir hayal gücü kuşatmış Londra’yı.
Bir de şehrin eski hayalcileri var. Onlara da saygıda kusur etmeyin. Sırada ozanların ozanı var. Ayrılın Soho’dan; şehri kıvrıla kıvrıla kesiveren Thames Nehri’nin güneyine geçin. Shakespeare oyuncularının 1599’da kurduğu ve ardıllarının bugün hâlâ o günlerin havasıyla, ruhuyla oyun sergiledikleri Globe Theatre’ı görün. Daha iyisi, 400 küsur yıllık tarihinde, yanıp yıkılan, tekrar yapılan ve bugün hem Londra’nın hem tiyatronun gururu mekânda bir oyun seyredin.
Biletler için elinizi çabuk tutun; çünkü hızlı tükeniyor. Bir de localardan seyretmeye karar verirseniz; paraya kıyıp minder kiralayın (tahta banklar kalçayı biraz acıtıyor çünkü; hem oyunlar da uzun). Ama en iyisi sahne önünü seçmek. Oyuncuların göz hizasında, ince ince yağan Londra yağmuru altında oyun izlerken insan kendini gerçekten tiyatronun piri Shakespeare’in çağında gibi hissediyor.
Yalnız birdenbire kulağınızın dibinde “Maaaacbetttth” diye haykıran biri olursa, korkup şaşırmayın. O bir oyuncu; sizin durduğunuz alan da zaten oyuna dahil. (Bugünlerde ‘Venedik Taciri - Merchant of Venice’ oynuyor. “Ben ne anlarım eski İngilizce’den, sıkılırım” diyen varsa, demesin. Hem biz biliyoruz da mı oynuyoruz!)
Gezmek görmek acıktırır. Globe Theatre’dan çıkınca karnınız muhtemelen zil çalacak. Neyse ki çok afili bir çaresi var bunun. Doğu istikametine, on beş dakikalık sakin bir yürüyüşle Borough Market’e varacaksınız. Burası eski usul bir pazar. Çeşit çeşit etler, otlar, peynirler, dudaklarını şapırdata şapırdata gezen insanlar...
Artık usul usul hava kararıyor. “London Eye’i, Buckingham Sarayı’nı, alışveriş cenneti sayılan Oxford Street’in dükkânlarını illa ki gez” diyen çok olur; ben size farklı bir rota önermek isterim. Şehrin sembol köprülerinden London Bridge’i aşarak nehrin karşı kıyısına geçin ve hiç acele etmeden, daha da kuzeye ‘Bank of England’ istikametine, şehrin ticari merkezine doğru yürüyün. İş çıkışı saatindesiniz. Etrafınızda şık giyimli hanımlar ve beyler koşturuyor. Uğulduyor Londra...
Etrafınıza bakın. Dinleyin... Çevrenizdekiler dünyanın finansal akışını yönetenler... “Sıkıcı” demeyin, siz de onların akışını izleyin. Nereye yürüyorlar, nerede duruyorlar, omuzlarında bir iş görmenin saadetiyle, bir iki bardak pint için nereye çöküyorlar. Siz de onlara eşlik edin. Şehrin canlılığının tadını çıkarın. İnsan seyretmek de güzeldir. Biraz soluklanın hem. Yarın yine yürüyeceksiniz...
Bu şehirde çok yürüyün. Uzun yürüyün. Çünkü yürümekle yollar burada da aşınmıyor. Ama tabanlarınız aşınıyor. Ayaklarınıza kara sular çöktüğünde, geceyi geçirmek için otel seçeneği de bol. Bu seyahatte bizi ağırlayan ve yıl boyu şehirdeki birçok önemli kültürel etkinliğe sponsor olan ‘Hilton London Tower Bridge’ ile ‘Doubletree by Hilton London Docklands Riverside’ iki makul seçenek. İlki Londra’nın göbeğinde, Borough Market’in dibinde (hareketi seven ve ‘Şehrin hayhuyundan rahatsız olmam’ diyenler için işlevsel).
İkincisiyse biraz daha uzak; Thames’in kıyısında, küçük bir tekneyle de ulaşılan sakin bir noktada (Merkeze olan mesafeyi dert etmeyenler için daha uygun). Londra otellerinin hemen hepsinde, oteli merkeze alan iyi yürüme hatları belirleyebilirsiniz; şehrin neredeyse her noktası buna müsait. Erken rezervasyonu unutmayın.