Simla YERLİKAYA
Son Güncelleme:
Fotoğrafına bakınca kaya parçası yakından, büyüleyici doğa anıtı
Merve Akbaş (25), Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu, Sabancı Üniversitesi’nde aynı alanda master yapıyor. 14 yaşında dünyayı gezme hayali kurmaya başlamış. Öğrenci olmasına karşın, düşük bütçeyle gezmeyi başaranlardan. Yakın bölgeleri, ucuz rotaları seçiyor. Akbaş öğrencilikte gezginliğe adım atmanın incelikleri ve misafir öğrenci olarak gittiği Avustralya’daki iki gezisini anlattı.
Çocukluğumdan itibaren "Gezebildiğim kadar çok yer gezmeliyim" diye hayal kuruyordum. Genellikle ucuz tatiller yapmaya çalışıyorum. Olabildiğince ucuz yerlerde, yani hostellerde konaklayıp, yapabileceğim her faaliyeti yapma, görebileceğim her yeri görme, tadabileceğim her yemeği tatma çabasındayım. Hostellerde farklı kişilerle tanışma, deneyim paylaşma fırsatı var. Öğrencilere tavsiyem, Türkiye’yi ve komşularını gezerek başlamaları. Herkes Akdeniz, Ege sahillerine gider. Gerçek gezginler ise daha az gidilen rotaları seçer. Ankara’nın doğusunda ne kadar yer gördün, sorusu çok önemli. Cevabı gezginin seçimini gösterir. Ben şimdilik Mardin, Antakya, Kapadokya, Kaçkarlar, Rize’den Samsun’a kadar Karadeniz sahili ve Diyarbakır’a gittim. Şimdi Ağrı, Van ve Kars’a gitmeyi planlıyorum.
AVUSTRALYA’NIN AVRUPA’SI
Avustralya’nın güneyindeki Adelaide’de, Güney Avustralya Üniversitesi’ne 2005’te öğrenci değişim programıyla gittim. Bu, benim için dönüm noktasıydı. Geçmişte Türkiye’yi gezmiştim. Dünyanın öteki ucundaki Avustralya’ya gitmem, Singapur, Malezya gibi yakındaki diğer ülkeleri de görme fırsatı verdi.
İstanbul’da konsolosluk yok, vize Ankara’dan kargoyla alınıyor. Ulaşım biraz pahalı ve uzun sürüyor. Kuala Lumpur, Dubai veya Singapur aktarmalı yolculuk toplam 22-24 saati buluyor. Melbourne için ülkenin en Avrupa havasındaki şehri deniyor. Bundan yıllar önce Sydney ve Melbourne başkent olmak için kapışmış. İkisi de kazanamayınca ortalarına başkent kurulmuş: Canberra.
Adelaide ile Melbourne arası 6 saat sürüyor. Sokakları, caddeleri, ortasından geçen nehri, onun üstündeki köprüleri ve kenarındaki gökdelenleri, okyanus kıyısındaki mahallesi St. Kilda ve sokakların ortasından geçen tramvayları ileçok güzel bir şehir Melbourne. Nüfusu 3,5 milyon, kesinlikle çok kozmopolit. Farklı ülkelerden gelenler, geniş bir alana yayılmış. Sıkışıklık yok. Melbourne’da ilk yapılacak, St. Kilda’ya gitmek. Okyanus kıyısındaki mahalle gece, gündüz çok canlı. Sahili cıvıl cıvıl. Kafeleri güzel. Akşam barlar doluyor. Zaten şehir müziğin merkezi. Nick Cave and the Bad Seeds gibi birçok grup ilk kez burada sahneye çıkmış. Bir akşamı mutlaka kulüp ortamında konsere ayırmak gerekir. Çok iyi yerel gruplar çıkıyor.
BOTANİK BAHÇESİ’NDE DİNLENİN
Avustralya’ya göç edenlerin tarihini ve yaşadıklarını anlatan Göç Müzesi de görülmesi gereken yerler arasında. Bir de tabii, botanik bahçesi. Bahçe hem çok büyük, hem çok güzel. İçinde uzun zaman geçirmek lazım. Çim alanlarda binlerce çeşit ağaç yetişmiş. Altlarındaki çiçeklerin arasında sincaplar koşturuyor. Etrafta insan az. Melbourne halkı abartısız, rahat kıyafetleri tercih ediyor. Kadınlar işe spor ayaklabıyla gidiyor. Ülkede neredeyse herkes spor yapıyor. Öğle tatilinde işten çıkanlar, parkta koşuyor.
Melbourne’e kadar gitmişken etkinlikleri kontrol etmekte yarar var. Avustralya Açık ya da Formula 1’e rastlamak mümkün. Bizim kış, onların yaz aylarına denk geliyor bu etkinlikler. Kentte Hint, İtalyan, Çin mutfağı başta olmak üzere dünya lezzetlerini bulmak mümkün. Çok sayıda Türk yaşadığı için bizim restoranlara da uğrayabilirsiniz. Gençlerin gittiği, New Brunswick Caddesi’ndeki vejetaryen restoran Veggie’de yediğim risotto çok lezzetliydi. Çin yemeği sevenler China Town’a gitmeli. Ortadoğu mutfağı da çok yaygın. Zaten Avustralya yemeği ızgara çeşitlerinden ibaret...
BENİ EN ÇOK ULURU ETKİLEDİ
Uluru, çölün ortasında duran bir taş blok. Avustralya’da beni en çok etkileyen yerlerden biri. Ülkenin tam ortasında. Toplu ulaşımın pek olmadığı, ıssız bir bölgede. Bu nedenle turla gitmekte yarar var. Adelaide’den önce trenle Alice Springs’e gidiliyor. 10 saat sürüyor. Halatımın en ilginç tren yolculuğuydu. Çölün ortasından tren yolu geçiyor, sağı, solu bomboş. Bu kadar hiçlik olabilir. Ve dümdüz kızıl toprakların ortasında ilerliyorsun. Zaten oraya ateş toprakları deniyor. Bu manzaraya gözümü dikip, bir saat falan bakmıştım. Alice Springs’de ise sarhoş aborijinlerden başka bir şey yok. Ayrımcılığa uğrayıp, iş bulamadıkları için buraya sığınmışlar, avcılık yapıp, ilkel bir yaşam sürmelerine de pek izin verilmiyor. Çoğu işsizlik ödeneğini alkol ve uyuşturucuya yatırıyor. Salgın hastalık çok yaygın. Kasabadan 335kilometre uzaktaki Uluru otobüsle 2,5-3 saat sürüyor. Uluru, aborijinler tarafından kutsal kabul ediliyor. Fotoğrafta sıradan bir taş gibi görülmesine karşın, yakından bakıldığında çok etkileyici. Dağ gibi heybetli bir kaya. Yüksekliği 348 metre, çevresi 9.4 kilometre. Etrafında yürümek bile üç saat sürüyor. Aborijinler çevresinde ayin yapıyor, üzerine çıkmanın uğursuzluk getireceğine inanıyor. Tur şirketleri maalesef "Aborjinler kayaya çıkılmasını istemiyor. Çıkmasanız iyi olur. Ama isterseniz çıkabilirsiniz" dediği için herkes çıkıyor. Ben çıkmadım.
TEK KUSURU SİNEKLER
Kızıl ve dümdüz çölün ortasında yükselen kaya insanı büyülüyor. Bu etkiyi bozan çevredeki sinekler. Kışın gittiğim halde 36 dereceydi sıcaklık. Gece çadırda uyumak zor. Yüksek yatakların üstünde, uyku tulumu serilerek uyunuyor. Hava soğuk olduğu için sinekler kayboluyor. Işık kirliliğinden uzak bölgede, Samanyolu’ndaki yıldızlar dokunacak kadar yakın. Gün batımı çok güzel. Fakat tur şirketi herkesin yatağını yanyana dizince işin tadı kaçıyor.
Geri dönerken Cooper Pedy diye bir yere uğradık. Avustralyalı maceracı kovboylar zamanında maden aramak için yerleşmiş buraya. Yeraltında mağara evler var. Bir uçları hep kazılmış, maden aramak için. Zaten etrafta kazma makinelerinin maketleri ve uyarı levhaları var. "Geri geri yürümeyin, çukura düşebilirsiniz" yazıyor. Dönüş yolunda geçtiğimiz yerlerden etkileyici olan biri de tuz çölüydü. Bembeyaz bir toprak burası, ama o kadar çok sinek var ki yüz kapamadan yürümek imkansız.
EN SEVDİĞİ 5 YER
İstanbul Berlin Sydney Uluru Beyrut
neyle seyahat ediyor
Genellikle karayolu ya da treni tercih ediyor
ne yiyor
Yerel yiyecekler
seyahatte ne okuyor
Lonely Planet, gezi kitapları
çantasının vazgeçilmezleri
Güneş gözlüğü, lens suyu, lens kabı, çakı
AVUSTRALYA’NIN AVRUPA’SI
Avustralya’nın güneyindeki Adelaide’de, Güney Avustralya Üniversitesi’ne 2005’te öğrenci değişim programıyla gittim. Bu, benim için dönüm noktasıydı. Geçmişte Türkiye’yi gezmiştim. Dünyanın öteki ucundaki Avustralya’ya gitmem, Singapur, Malezya gibi yakındaki diğer ülkeleri de görme fırsatı verdi.
İstanbul’da konsolosluk yok, vize Ankara’dan kargoyla alınıyor. Ulaşım biraz pahalı ve uzun sürüyor. Kuala Lumpur, Dubai veya Singapur aktarmalı yolculuk toplam 22-24 saati buluyor. Melbourne için ülkenin en Avrupa havasındaki şehri deniyor. Bundan yıllar önce Sydney ve Melbourne başkent olmak için kapışmış. İkisi de kazanamayınca ortalarına başkent kurulmuş: Canberra.
Adelaide ile Melbourne arası 6 saat sürüyor. Sokakları, caddeleri, ortasından geçen nehri, onun üstündeki köprüleri ve kenarındaki gökdelenleri, okyanus kıyısındaki mahallesi St. Kilda ve sokakların ortasından geçen tramvayları ileçok güzel bir şehir Melbourne. Nüfusu 3,5 milyon, kesinlikle çok kozmopolit. Farklı ülkelerden gelenler, geniş bir alana yayılmış. Sıkışıklık yok. Melbourne’da ilk yapılacak, St. Kilda’ya gitmek. Okyanus kıyısındaki mahalle gece, gündüz çok canlı. Sahili cıvıl cıvıl. Kafeleri güzel. Akşam barlar doluyor. Zaten şehir müziğin merkezi. Nick Cave and the Bad Seeds gibi birçok grup ilk kez burada sahneye çıkmış. Bir akşamı mutlaka kulüp ortamında konsere ayırmak gerekir. Çok iyi yerel gruplar çıkıyor.
BOTANİK BAHÇESİ’NDE DİNLENİN
Avustralya’ya göç edenlerin tarihini ve yaşadıklarını anlatan Göç Müzesi de görülmesi gereken yerler arasında. Bir de tabii, botanik bahçesi. Bahçe hem çok büyük, hem çok güzel. İçinde uzun zaman geçirmek lazım. Çim alanlarda binlerce çeşit ağaç yetişmiş. Altlarındaki çiçeklerin arasında sincaplar koşturuyor. Etrafta insan az. Melbourne halkı abartısız, rahat kıyafetleri tercih ediyor. Kadınlar işe spor ayaklabıyla gidiyor. Ülkede neredeyse herkes spor yapıyor. Öğle tatilinde işten çıkanlar, parkta koşuyor.
Melbourne’e kadar gitmişken etkinlikleri kontrol etmekte yarar var. Avustralya Açık ya da Formula 1’e rastlamak mümkün. Bizim kış, onların yaz aylarına denk geliyor bu etkinlikler. Kentte Hint, İtalyan, Çin mutfağı başta olmak üzere dünya lezzetlerini bulmak mümkün. Çok sayıda Türk yaşadığı için bizim restoranlara da uğrayabilirsiniz. Gençlerin gittiği, New Brunswick Caddesi’ndeki vejetaryen restoran Veggie’de yediğim risotto çok lezzetliydi. Çin yemeği sevenler China Town’a gitmeli. Ortadoğu mutfağı da çok yaygın. Zaten Avustralya yemeği ızgara çeşitlerinden ibaret...
BENİ EN ÇOK ULURU ETKİLEDİ
Uluru, çölün ortasında duran bir taş blok. Avustralya’da beni en çok etkileyen yerlerden biri. Ülkenin tam ortasında. Toplu ulaşımın pek olmadığı, ıssız bir bölgede. Bu nedenle turla gitmekte yarar var. Adelaide’den önce trenle Alice Springs’e gidiliyor. 10 saat sürüyor. Halatımın en ilginç tren yolculuğuydu. Çölün ortasından tren yolu geçiyor, sağı, solu bomboş. Bu kadar hiçlik olabilir. Ve dümdüz kızıl toprakların ortasında ilerliyorsun. Zaten oraya ateş toprakları deniyor. Bu manzaraya gözümü dikip, bir saat falan bakmıştım. Alice Springs’de ise sarhoş aborijinlerden başka bir şey yok. Ayrımcılığa uğrayıp, iş bulamadıkları için buraya sığınmışlar, avcılık yapıp, ilkel bir yaşam sürmelerine de pek izin verilmiyor. Çoğu işsizlik ödeneğini alkol ve uyuşturucuya yatırıyor. Salgın hastalık çok yaygın. Kasabadan 335kilometre uzaktaki Uluru otobüsle 2,5-3 saat sürüyor. Uluru, aborijinler tarafından kutsal kabul ediliyor. Fotoğrafta sıradan bir taş gibi görülmesine karşın, yakından bakıldığında çok etkileyici. Dağ gibi heybetli bir kaya. Yüksekliği 348 metre, çevresi 9.4 kilometre. Etrafında yürümek bile üç saat sürüyor. Aborijinler çevresinde ayin yapıyor, üzerine çıkmanın uğursuzluk getireceğine inanıyor. Tur şirketleri maalesef "Aborjinler kayaya çıkılmasını istemiyor. Çıkmasanız iyi olur. Ama isterseniz çıkabilirsiniz" dediği için herkes çıkıyor. Ben çıkmadım.
TEK KUSURU SİNEKLER
Kızıl ve dümdüz çölün ortasında yükselen kaya insanı büyülüyor. Bu etkiyi bozan çevredeki sinekler. Kışın gittiğim halde 36 dereceydi sıcaklık. Gece çadırda uyumak zor. Yüksek yatakların üstünde, uyku tulumu serilerek uyunuyor. Hava soğuk olduğu için sinekler kayboluyor. Işık kirliliğinden uzak bölgede, Samanyolu’ndaki yıldızlar dokunacak kadar yakın. Gün batımı çok güzel. Fakat tur şirketi herkesin yatağını yanyana dizince işin tadı kaçıyor.
Geri dönerken Cooper Pedy diye bir yere uğradık. Avustralyalı maceracı kovboylar zamanında maden aramak için yerleşmiş buraya. Yeraltında mağara evler var. Bir uçları hep kazılmış, maden aramak için. Zaten etrafta kazma makinelerinin maketleri ve uyarı levhaları var. "Geri geri yürümeyin, çukura düşebilirsiniz" yazıyor. Dönüş yolunda geçtiğimiz yerlerden etkileyici olan biri de tuz çölüydü. Bembeyaz bir toprak burası, ama o kadar çok sinek var ki yüz kapamadan yürümek imkansız.
EN SEVDİĞİ 5 YER
İstanbul Berlin Sydney Uluru Beyrut
neyle seyahat ediyor
Genellikle karayolu ya da treni tercih ediyor
ne yiyor
Yerel yiyecekler
seyahatte ne okuyor
Lonely Planet, gezi kitapları
çantasının vazgeçilmezleri
Güneş gözlüğü, lens suyu, lens kabı, çakı