Emel ARMUTÇU
Son Güncelleme:
Filozof mobilyalar sergisi
İstanbul Bienali'nin sürdüğü bu günlerde, Sarıyer sırtlarında sanki bienalin uzantısı gibi duran bir tanıtım sergisi var. Koleksiyon Mobilya’nın 2,5 yıllık bir çalışma sonucu ortaya çıkardığı yeni ofis mobilyalarını sunan bu serginin sloganı, Siddhartha Yola Çıkıyor!
Sergi, yeni ofis mobilyalarıyla birlikte, kavramsal sanatın çeşitli örneklerini de barındırıyor; vardığımız her evrenin kabulleri, kabullerin de redleri içinde barındırdığını, bu çatışmanın değişimi belirleyeceğini söylüyor. De Stjil hareketinin kurucusu Theo Van Doesburg, fotoğraf ve resmi birarada kullanan Man Ray, sanatta herkesin potansiyel katılımcı olduğunu düşünen Joseph Beuys ve daha pek çok sanatçının söyleyecek bir sözü var bu sergide.
Koleksiyon'un sahibi Faruk Malhan, kalemle 25 yıllık dövüşünün sonunda bu noktaya gelmiş: Saflık, sadelik... Bu, yarattığı ofis mobilyalarının, şık, işlevsel, hafif, sağlıklı ve ekolojik olmalarını engellemiyor. Yığılmış, kara kuru ofislerden, spagetti gibi kablo yığınlarından çok uzakta, insanın ruhunu dinlendiren havaları var. Koleksiyon içinde pek çok yeniyi de barındırıyor. Bir kere böyle ‘‘kavramsal’’ bir sergiyle tanıtım Türkiye'de ilk kez yapılıyor. Tasarımların ölçüleri ve geometrileri çok yeni. Ayrıca kalıpları, sadece bu koleksiyon için özel olarak yine aynı tasarımcı ekip tarafından üretilmiş. Faruk Malhan, yeni koleksiyonuyla ilgili sorularımızı cevapladı.
Yeni mobilya koleksiyonunuzu, birçok felsefi, sanatsal metnin yeraldığı kavramsal bir sergiyle sunmayı neden seçtiniz?
- Belli bir birikimin ve fikir oluşumlarının, yaratıcı sürecin, özellikle 1900'lerden itibaren toplumda ne kadar yer aldığını anlatmak istedim. Burada yaptığımız bizim dehamızın ürünü değil, bugüne kadar yaratılmış şeylerin toplamı. Sunduğumuz ürünlerin altında yatan bir minimumlar manzumesi var. Kelimelerle anlatmak zor ama bana göre işin şiirsel bir tarafı bulunuyor. Bundan minimalizm modasını kastetmiyorum. Anlatmaya çalıştığım, çağın başında ‘‘az çoktur’’ diye ortaya çıkan ve bunun üzerine bir mimari, sanat, hatta bir toplum inşa etmeye çalışan düşünceler, düşler olmuş. Ürünün üzerindeki kalabalığın azalması, dekoratif ürünlerin kalkması, estetiğin yalnız fonksiyonla ve yapıyla olması, süslemenin estetik olmaması, bu ürünün ana hatlarını oluşturuyor.
Mesaj nedir burada?
- Koleksiyon'un düşüncesinde olan dünya kaynaklarını az kullanmak, hırpalamamak. Bu bir boyutu. Bir başka boyutu ise her eklediğimiz bir miktar daha ağırlaştırıyor yaptığımız işi. Evlerde çok görüyoruz bunu, biz kayboluyoruz o mobilyanın içinde. Oysa sadeleşmiş, basitleşmiş haliyle varoluş diye bir şey var.
Siddhartha'nın sergiye adını vermesi de bu safa, sadeye ulaşma düşüncesinden dolayı herhalde?
- Siddhartha bir Hint mitolojisi kahramanı. Saraydaki çocuk, süslü maddi bir dünya içindedir. Ama bu dünyanın sanal olduğuna inanır, kaçar. Fakirliğe, kötülüklere, karışır, her türlü dünyevi beğeninin, hazzın içinden geçer. Uzun bir yolculuk içinde arınır. Belli bir saflığa doğru gider, Buda sürecine girer. Koleksiyona bir isim koymamız gerekiyordu; bu sadelikten yola çıkarak Siddhartha koyduk.
‘‘Varoluşun en saf hali’’, bir ofis mobilyasında nasıl oluşabiliyor?
- Bir küçük çocuğa bir masa çizdirin, onun çizdiği şeydir masa. Fazlası değil. Bir masanın varoluşunun en saf hali yani. Bizim masamız bu işte.
Peki Zen Yolu'yla ofis mobilyasının ilişkisi nasıl doğuyor?
- Zen Yolu, bir Japon şairin 16. yüzyılda yazdığı bir şiir (Gel, gidip/yağan karı seyredelim/üzerinde yuvarlandığımız). Ne kadar sade! Ondan sonra kimler çıktı, neler yazdı. Ama o şiirin bu kadar ‘‘az’’ olması ve kendini iyi bir etkiyle koruması çok önemli. İlişki böyle kuruldu.
SÜS ÜRÜNÜN İÇİNİ BOŞALTIR
Mesleki olarak nasıl geliniyor bu sadelik duygusuna?
- Mimarlık okurken, temel derslerimizden biri temel tasarımdı. Orada hep söylenen ‘‘less is more, don't do too much’’tı (Az çoktur, daha fazlasını yapma). Biz oradan geldik. Farklı ekoller de var tabii, süslemeye dayalı.
Türkiye'de özellikle geçerli olan o süslemeler değil midir? Yani bu koleksiyon sizin için riskli görünmüyor mu?
- Evet riskli! Ama o süsleme merakı yavaş yavaş geçiyor. Ürünün içini boşaltan o süslemedir. O süslemeyi kaldırdığınızda ürünün kendisi kalır. Bizimki bir demir alma. Biz kurtuluşu kendimize dönmekte gördük. Neysek o olalım. Hiç başka türlü kurtulma çabası göstermeyelim. Yani pazara uyum göstermek, genel kabul edilen şeyleri yapmakta görmedik kurtuluşu. Ferahlamayı, açılmayı, temel değerlerimize dönmeyi seçtik. Ülkemizde belli bir beğeni düzeyi olan insanların alım güçleri sınırlı. Alım güçleri sınırsız olan insanların ise beğenileri başka yerde. Bu çatışma içinde biz alım gücüne yaklaştık. Daha uygun fiyatla daha geniş kitlelere ürün satmaya başladık. Bu yıl kriz yılı olmasına rağmen, önümüzdeki ay İzmir'de büyük bir bayi açılıyor. Gaziantep'te yeni açıldı. Eskişehir'de açıldı. Yatırımcılar bu kokuyu almasa para yatırmaz.
Bu koleksiyon anlatılırken çağın değerlerine çok vurgu yapılıyor. Bu değerler karmaşasında çağın hangi değerlerini kastediyorsunuz?
- Calvino'nun Amerika Dersleri'ndeki liste bizim için de geçerli. Bunun içinde, hız, değişim, çok görüşlülük ağır basıyor bizim için.
Bireyselleşen hayatlarda evler artık sığınak haline geldi diye düşünüyorsunuz, peki ya ofisler?
- Ofiste parametre çok. İnsanlar azalıyor ama işler yürüyor. İşin tanımı, işgücünün yapısı değişiyor; el emeğinden, bedensel koşuşturmadan daha çok düşünceye kayıyor. Araç ve gereçler değişiyor. Teybiniz küçücük, ofisteki ekranınıza dünyayı sığdırıyorsunuz. Bu değişime yanıt verebilmesi gerekir mobilyanın. Çalışanların ruhsal huzurunu ve bedensel konforunu amaçlamalı. Çevreye zarar vermemeli.
Koleksiyon'un sahibi Faruk Malhan, kalemle 25 yıllık dövüşünün sonunda bu noktaya gelmiş: Saflık, sadelik... Bu, yarattığı ofis mobilyalarının, şık, işlevsel, hafif, sağlıklı ve ekolojik olmalarını engellemiyor. Yığılmış, kara kuru ofislerden, spagetti gibi kablo yığınlarından çok uzakta, insanın ruhunu dinlendiren havaları var. Koleksiyon içinde pek çok yeniyi de barındırıyor. Bir kere böyle ‘‘kavramsal’’ bir sergiyle tanıtım Türkiye'de ilk kez yapılıyor. Tasarımların ölçüleri ve geometrileri çok yeni. Ayrıca kalıpları, sadece bu koleksiyon için özel olarak yine aynı tasarımcı ekip tarafından üretilmiş. Faruk Malhan, yeni koleksiyonuyla ilgili sorularımızı cevapladı.
Yeni mobilya koleksiyonunuzu, birçok felsefi, sanatsal metnin yeraldığı kavramsal bir sergiyle sunmayı neden seçtiniz?
- Belli bir birikimin ve fikir oluşumlarının, yaratıcı sürecin, özellikle 1900'lerden itibaren toplumda ne kadar yer aldığını anlatmak istedim. Burada yaptığımız bizim dehamızın ürünü değil, bugüne kadar yaratılmış şeylerin toplamı. Sunduğumuz ürünlerin altında yatan bir minimumlar manzumesi var. Kelimelerle anlatmak zor ama bana göre işin şiirsel bir tarafı bulunuyor. Bundan minimalizm modasını kastetmiyorum. Anlatmaya çalıştığım, çağın başında ‘‘az çoktur’’ diye ortaya çıkan ve bunun üzerine bir mimari, sanat, hatta bir toplum inşa etmeye çalışan düşünceler, düşler olmuş. Ürünün üzerindeki kalabalığın azalması, dekoratif ürünlerin kalkması, estetiğin yalnız fonksiyonla ve yapıyla olması, süslemenin estetik olmaması, bu ürünün ana hatlarını oluşturuyor.
Mesaj nedir burada?
- Koleksiyon'un düşüncesinde olan dünya kaynaklarını az kullanmak, hırpalamamak. Bu bir boyutu. Bir başka boyutu ise her eklediğimiz bir miktar daha ağırlaştırıyor yaptığımız işi. Evlerde çok görüyoruz bunu, biz kayboluyoruz o mobilyanın içinde. Oysa sadeleşmiş, basitleşmiş haliyle varoluş diye bir şey var.
Siddhartha'nın sergiye adını vermesi de bu safa, sadeye ulaşma düşüncesinden dolayı herhalde?
- Siddhartha bir Hint mitolojisi kahramanı. Saraydaki çocuk, süslü maddi bir dünya içindedir. Ama bu dünyanın sanal olduğuna inanır, kaçar. Fakirliğe, kötülüklere, karışır, her türlü dünyevi beğeninin, hazzın içinden geçer. Uzun bir yolculuk içinde arınır. Belli bir saflığa doğru gider, Buda sürecine girer. Koleksiyona bir isim koymamız gerekiyordu; bu sadelikten yola çıkarak Siddhartha koyduk.
‘‘Varoluşun en saf hali’’, bir ofis mobilyasında nasıl oluşabiliyor?
- Bir küçük çocuğa bir masa çizdirin, onun çizdiği şeydir masa. Fazlası değil. Bir masanın varoluşunun en saf hali yani. Bizim masamız bu işte.
Peki Zen Yolu'yla ofis mobilyasının ilişkisi nasıl doğuyor?
- Zen Yolu, bir Japon şairin 16. yüzyılda yazdığı bir şiir (Gel, gidip/yağan karı seyredelim/üzerinde yuvarlandığımız). Ne kadar sade! Ondan sonra kimler çıktı, neler yazdı. Ama o şiirin bu kadar ‘‘az’’ olması ve kendini iyi bir etkiyle koruması çok önemli. İlişki böyle kuruldu.
SÜS ÜRÜNÜN İÇİNİ BOŞALTIR
Mesleki olarak nasıl geliniyor bu sadelik duygusuna?
- Mimarlık okurken, temel derslerimizden biri temel tasarımdı. Orada hep söylenen ‘‘less is more, don't do too much’’tı (Az çoktur, daha fazlasını yapma). Biz oradan geldik. Farklı ekoller de var tabii, süslemeye dayalı.
Türkiye'de özellikle geçerli olan o süslemeler değil midir? Yani bu koleksiyon sizin için riskli görünmüyor mu?
- Evet riskli! Ama o süsleme merakı yavaş yavaş geçiyor. Ürünün içini boşaltan o süslemedir. O süslemeyi kaldırdığınızda ürünün kendisi kalır. Bizimki bir demir alma. Biz kurtuluşu kendimize dönmekte gördük. Neysek o olalım. Hiç başka türlü kurtulma çabası göstermeyelim. Yani pazara uyum göstermek, genel kabul edilen şeyleri yapmakta görmedik kurtuluşu. Ferahlamayı, açılmayı, temel değerlerimize dönmeyi seçtik. Ülkemizde belli bir beğeni düzeyi olan insanların alım güçleri sınırlı. Alım güçleri sınırsız olan insanların ise beğenileri başka yerde. Bu çatışma içinde biz alım gücüne yaklaştık. Daha uygun fiyatla daha geniş kitlelere ürün satmaya başladık. Bu yıl kriz yılı olmasına rağmen, önümüzdeki ay İzmir'de büyük bir bayi açılıyor. Gaziantep'te yeni açıldı. Eskişehir'de açıldı. Yatırımcılar bu kokuyu almasa para yatırmaz.
Bu koleksiyon anlatılırken çağın değerlerine çok vurgu yapılıyor. Bu değerler karmaşasında çağın hangi değerlerini kastediyorsunuz?
- Calvino'nun Amerika Dersleri'ndeki liste bizim için de geçerli. Bunun içinde, hız, değişim, çok görüşlülük ağır basıyor bizim için.
Bireyselleşen hayatlarda evler artık sığınak haline geldi diye düşünüyorsunuz, peki ya ofisler?
- Ofiste parametre çok. İnsanlar azalıyor ama işler yürüyor. İşin tanımı, işgücünün yapısı değişiyor; el emeğinden, bedensel koşuşturmadan daha çok düşünceye kayıyor. Araç ve gereçler değişiyor. Teybiniz küçücük, ofisteki ekranınıza dünyayı sığdırıyorsunuz. Bu değişime yanıt verebilmesi gerekir mobilyanın. Çalışanların ruhsal huzurunu ve bedensel konforunu amaçlamalı. Çevreye zarar vermemeli.