Fatsa’dan Bolaman’a…
Asıl Karadeniz yeşilin binbir tonunu barındıran Bolaman’dan sonra başlar. Kıvrıla kıvrıla uzayıp giden yol, kısa olsa da bir rehabilitasyon alanı gibi. Buradan giderken yol hiç bitmesin istersiniz. Bir yanı dağ, bir yanı küçük koylardan oluşan Karadeniz...
Karadeniz sahilleri, bir zamanlar zümrüt gibi kıyılarıyla herkesin gıpta ettiği yerlerin başında gelirdi. Ancak ulaşımı kolaylaştırmak adına yapılan karayolları nedeniyle tahribata uğradı, eski dokusunu kaybetti. Sırtını yeşil yamaçlara yaslamış güzelim Karadeniz evleri yerini çok katlı, sıvasız, çirkin evlere bırakalı çok oldu. Eskiden İstanbul, İzmir, Ankara başta olmak üzere, uzak yerlerden gelen gurbetçiler, eski yolları kullandıkları zaman Karadeniz’a geldiklerini meşhur Bolaman virajlarında anlardı. Yeşilin elli tonunu barındıran Bolaman’a girildiğinde, Karadeniz’e adım atılmış sayılıyordu. Kendi araçlarıyla gelenler, bu yolun tadını daha çok çıkarıyordu çünkü yol üstünde birbirinden değerli mekânlar vardı. Ben de o uzun yolları yıllarca katedip, maalesef hiçbir noktasında doğru düzgün duramadığım için, rotamı Fatsa’ya çevirdim.
Fatsa, Ordu’nun en büyük ilçesi ama ünü ve değerleri Ordu’yu aşmış durumda. Sahilleri hâlâ temiz ve yanına indiğinizde sizi kendinizden alıp götürecek kadar etkileyici. Bu bir zamanların şirin kasabası, şimdi oldukça gelişmiş ve gelen ziyaretçilerini memnun edecek kapasitesi geniş.
En güzel balıklar burada yenir, en tatlı sohbetler burada yapılır. Fatsalılar, memleketlerine çok tutkun. Anlatırken de yaşarken de bu gözlerinden okunuyor.
Ben de Fatsa’yı ölesiye seven bir arkadaşımın sayesinde buraya vardığımda beni dört km. ötedeki Bolaman’a götürdü. Eski yolculuklarımda “Keşke otobüs bozulsa da, şurada bir dursak” diye iç geçirdiğim Bolaman hattındaydım nihayet. Kıvrıla kıvrıla uzayıp giden yol, kısa olsa da bir rehabilitasyon alanı gibi.
Hiç bitmesin istenen, bir yanı dağ bir yanı deniz, küçük koylardan oluşan nefis bir alan. Artık buralarda çok da araç kullanılmadığı için, bakirliğini koruyabilmiş. Uzun yolların yolcularının uğrak mekânı ‘Uzun Saçlının Yeri’ne selam verip, bir çay içmek istiyoruz, kendisi aynı zamanda dalgıç da olan Nusret abi, meşgul olduğundan çay içemiyoruz ama kakao ile güne iyi bir başlangıç yapıyoruz. Kesik kesik yerleşkelerin arasından geçip, yıkılmış bazı noktaları köyleri dolaşarak aşıyoruz. Acıktığımızda yapacağımız şey belli. Fatsa’nın pideleri enfes. Yosun Pide, denizin kenarında, muazzam bir seçenek. Hemen yanıbaşındaki Hazinedaroğlu Konağı’nda tarihi selamlamayı unutmuyoruz.
Yason: Dünyanın kapısı
Yemek molasının ardından, ilk durağımız Perşembe ilçesindeki Yason Burnu. Burası, bu bölgenin ’en Karadeniz’ mevkii dersek abartmış olmayız. Karadeniz’i dalga dalga hissedebildiğimiz, karlı dağların selam durduğu muhteşem bir koy. Bu mevsimde tertemiz, kalabalıktan uzak ve kafa dinlemek isteyenlerin kaçış noktası.
Yason’a anlam katan yerlerden biri de yakın zamanda restore edilen kilise.1869’da bölgede yaşayan Rumlar tarafından inşa edilmiş bu tarihi yapı, Yason’a büyük bir derinlik katıyor. Üç apsisli, küçük bir kubbeden oluşan bina, güney ve batı tarafından iki girişli olarak inşa edilmiş. İçerisi oldukça sade olan yapı, 2004’ten beri bölgeye gelenlerin ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor.
Ayrılık vakti…
Bu kısa ziyaret, Karadeniz’in en güzel noktalarından birinin hâlâ yaşanılır olması bakımından umut tazeliyor. Buralara kadar gelmişken, kaya mezgiti yemeden de dönmek olmazdı. Sera Botanik mevkiindeki mekan bu konuda oldukça mahir. Gelmişken, Ordu mutfağının otlarla bezeli özel lezzetlerinden mutlaka istemelisiniz. Yemek ve geziyi birarada düşleyenler için bu rotayı hararetle öneriyorum. Buradan ayrılıp, Ordu’ya vardığımda, Taşbaşı Mahallesi’ne uğrayıp, oradan da Karadeniz’e bir selam daha yolladım, bir dahaki sefere Ordu’nun derelerini, dağını, taşını bir kez daha solumak üzere...
Fotoğraflar: Uğur Biryol