Gülden AYDIN
Son Güncelleme:
Evden helallik alıp çıkıyorum
Salim Kaya (35), Manisa Soma’da linyit kömürü işçisi. Evli, iki çocuk babası. 15 yıldır yerin 380 metre altında. Her sabah eşine nasıl veda ediyor biliyor musunuz? “Gidip de dönmemek var. Hakkını helal et!” diyerek. Maden işçisinin jargonunda, mesaisi bitenlere “Geçmiş olsun” deniyor. Ocağa gireceklere ise “Kolay gelsin, dikkat et!” Soma’ya gittik, Salim’in evine misafir olduk, ocağa birlikte indik. Yaşamak ve alışmak zorunda kaldığı hayatını gördük. Bir maden işçisi ne yapar, yerin yedi kat dibinden çıkınca gündelik hayata nasıl karışırdı? Ne yer ne içerdi, hayalleri, aile halleri neydi? Göçükten göçüğe, grizu hayatlarını ellerinden aldığında haber oluyorlardı da her şey yolundayken 24 saatlerine tanık olup yazmak da vardı. Ama... Kötü haber, bu haberin yayımlanmasını beklemedi işte. Zonguldak Karadon’da 30 maden işçisinin hayatı, yerin 540 metre altında söndü. Madenci ailelerinin yüreğine ateş düştü yine...
Grizu tehlikesi nedeniyle elektrikli aydınlatma yok bu tünelde. Ölümün ağzı gibi zifiri karanlık. Daha ilk adımımda düşmekten son anda kurtuluyorum. Zemin ıpıslak. İrili ufaklı her taşı, lastik çizmelerimin ince tabanında hissediyorum. Bazıları çok keskin. Ayaklarımı acıtıyor. Ne var bunda, ayıp ediyorsun, birkaç saatliğine girdiğin bu ocakta binlerce işçi yıllardır çalışıyor, diyorum kendime. Arkama dönüyorum. Soluklaşan ışıkla, hayatla vedalaşıyorum sanki. Grizuyu düşünüyorum. Sağır eden bir patlamanın ardından gelen bir ateş topu, beni de savurur mu? Tam da bu anda kırmızı alarmlar bağırmaya başlıyor. İrkilmemle kendimi sığınma cebinde bulmam bir oluyor. Aşağıya malzeme taşıyan bir vagon yaklaşıyormuş meğer. Terden sırılsıklamım. Henüz 600 metre ilerlemişiz. Bir o kadar sonra yerin 380 metre dibinde olacağım. Salim, en önde. Ezbere attığı adımları hiç teklemiyor. Arayı açmamaya dikkat ederken, neyin içinde ilerlediğimi merak ediyorum. Başımı sağa sola çevirip baretimdeki lambanın aydınlığına dikkat kesiliyorum. Sağda, maden taşıyan dar bir bant çalışıyor. Solda, 50 metrede bir sığınma cepleri ve gaz sensörleri. Yukarıda, ocağa hava götüren kalın bir boru hattı. Dehlizin iki yanında yüzlerce yarım daire demir destekler yanyana.Rahatlıyorum. Binlerce tonluk toprağı, devasa pençeler gibi kavrıyorlar. Yarım saat sonra yolun eğimi artıyor. Ve anadamarın üstündeyiz. Salim, “Yukarı bakın, 25 metre kalınlığında linyit var” diyor. Lambalarımızın ışığı vurdukça yıldız sağanağına dönüşüyorlar. Kara elmas dedikleri buymuş, diyorum. Kömürün acı tadı dişlerimde çıtırdıyor. Kirpiklerim gözlerimi korumaya yetmiyor. Mendilimi çıkarıp burnuma götürüyorum, simsiyah.
İŞÇİ EVİNDE TAN VAKTİ YER SOFRASINDA KAHVALTI
Aslında her şey sabah erken saatte başladı. Maden-İş Sendikası’nın Soma’daki misafirhanesi... Cep telefonumun alarmı, zıplatıyor yataktan. Saat 05.00. Hızla giyinip resepsiyona iniyorum. Az sonra fotomuhabiri arkadaşım Levent Arslan geliyor. Dışarıda, kulağı küpeli sokak köpeklerinden başka canlı yok. Koşar adımlarla kömür madeni işçisi ve sendikanın işyeri temsilcisi Salim Kaya (35)’nın İnönü Mahallesi’ndeki evine gidiyoruz. Evlerin seyrekleştiği bu işçi mahallesinde, Salim’in oturduğu apartmanı bulmamız zor olmuyor. Otomatik kapı, zile basmadan açılıyor. Belli ki Kaya Ailesi yolumuzu gözlüyor. Salim’in eşi Gülay Kaya (38), ikinci kattaki daire kapısında bizi bekliyor. Buyur edildiğimiz odada, Bedirhan (2,5) ile ablası Kader (13) uyuyor. Bir kenarda Bedirhan’ın oyuncakları: Kocaman bir maden kamyonu, buldozer, tabanca, top, balon... Salim Kaya geliyor yanımıza. Güler yüzü, içten ve rahat tavırları dikkatimi çekiyor. Şanslıydım. Demek ki yerin yüzlerce metre altında çalışmanın ne olduğunu, hayatını iyi anlatacaktı.
Gülay yer sofrasını kuruyor. Zeytin, peynir, domates, salatalık ve yağda yumurtayı siniye sıralıyor. Mis gibi ekşi mayalı köy ekmeğini dilimlerken, “Kendim yaptım” diyor gururla. Zeytinleri işaret ediyor, “Bizim köyden.” Karı-koca aslen Balıkesir İvrindili. Ailelerinin tarım işçiliği için göç ettiği Akhisar’da tanışıp evlenmişler. Salim Kaya, “Pamuk tarlasında 30 kız içinden beğenip aldım” diyor gülerek. Kahvaltımız bitiyor, çocuklar mışıl mışıl uyumaya devam ediyor. Belli ki her sabah tekrarlanan bu ritüele alışıklar. Gülay sofrayı kaldırıyor hızla. Saat 06.30. Evden ayrılma vakti. Karısına sarılıp “Gidip dönmemek, gelip görmemek var. Hadi hakkınızı helal edin” diyor. Gülay da “Helal olsun, hayırlı işler” diyor. Durakta, onlarca işçiyle birlikte servise biniyoruz. Kimi uyuyor, kimi uykulu gözlerle bakıyor. Çam ormanlarının arasından ilerlerken güneş doğuyor.
FATİHA VE İHLAS SURELERİNİ OKUMADAN OCAĞA İNMİYOR
Saat 07.30. Servislerden inen işçiler, sessiz bir nehre dönüşüyor. Soyunma odalarından yeraltı kıyafetleriyle birkaç dakikada çıkıyorlar. Yeniden tek sıra olup baret lambası kuyruğuna giriyorlar. Sonra yine tek sıra halinde, hızlı adımlarla kollara ayrılıyorlar. Belgesel filmde karınca kolonisi seyrediyorum sanki. Saat 08.00’e doğru hepsi dehlizlerin ağzında birer birer gözden kayboluyor. Madende tek kadın işçi yok. Benim için özel getirilen lacivert pantolon, ceket, t-shirt ve lastik çizmeyi müdüriyet binasındaki bir odada giyiyorum. Baretime lamba takılıyor. Önde Salim, arkasında Levent ve ben, bir yokuş çıkıp bir yokuş indikten sonra dar ve karanlık bir ağzın önünde duruyoruz. Salim’in ocağı burası. Bilgi veriyor bize. İşçiler dönüşümlü olarak üç vardiya çalışırmış. 08-16.00 arasına Gündüz, 16-24.00’e Paşa, 24-8.00 arasına da Serseri Vardiyası derlermiş. Salim, gündüz vardiyasında. “1500 metre yürüyüp 380 metre dibe ineceğiz. Yolun eğimi 900 metreye kadar 17 derece. Ondan sonra 19 dereceye çıkıyor. Burada elektrikle aydıtlatma olmaz. Allah korusun gaz patlar diye.” Salim sağ adımını atıyor, “Takıntım vardır” diyor, Fatiha ve İhlas surelerini üçer kez okuyor. “15 yıldır hiç aksatmadım”...
KİMİ TÜRKÜ SÖYLÜYOR KİMİ ŞAKALAŞIYOR
Ocağın kalbine 45 dakikalık bir yürüyüşten sonra varıyoruz. Gürültü had safhada, kömür tozu da. Devasa bir makina, ucundaki kocaman bir gürzle kömür kazıyor. İşçiler de küreklerle bantlara yüklüyor. Makinaya yaklaştığımda su püskürttüğünü görüyorum. Çıkan tozu en aza indirmek içinmiş ama nafile. İşçilerin bir bölümü maske takıyor. Gayet neşeliler. Kimi türkü söylüyor, kimi şakalaşıyor. Güldüklerinde, kömür tozuna bulanmış yüzlerine inat, dişleri bembeyaz parlıyor. Duvarda asılı torbalarda kumanyalar, meşrubat ve su şişeleri var. Salim’e “Meşhur oldun. Artist gibisin” diyorlar. Salim mutlu. Alıyor küreğin birini, var gücüyle kömür yığınına girişiyor. Her şey çok olağan işçiler için. Kimi iki, kimi sekiz, kimi 15 yıldır ocakta. “Şanslıyız. En modern özel işletme bizim İmbat Madencilik. Bugüne kadar kaza, göçük olmadı. Maden bizim rızkımız. Bundan iyisi can sağlığı.” Aradan geçen bir buçuk saat, bir gün gibi geliyor. Yerin yüzlerce metre altında olmak, gürültü ve kömür tozu dayanılacak gibi değil. Salim, çıkışa kadar bize refakat ediyor. 19 derecelik yokuş bize sarp dağ yamacı gibi geliyor. Dehlizin ucundaki ışık git gide büyüyor. Dışarı çıkınca başımı göğe kaldırıyor, derin bir nefesle ciğerlerimi dolduruyorum.
İLK ZAMANLAR HEP KARANLIĞI DÜŞÜNÜRDÜM
Salimler’de bu kez akşam yemeğindeyiz. Günlerden çarşamba ve Salimler’in balık günü. Yer sofrasını kurarken Kader de annesine yardım ediyor. Hamsi, salata, lobiye adlı iri fasulye, pilav, zeytinyağlı yaprak sarma, yoğurt ve taze sarmısakla soğana iştahla girişiyoruz. Güler, “Her gün ne yiyorsak o. Sizin istediğiniz gibi gerçekçi olsun diye özel şeyler hazırlamadım” diyor. Yemekten sonra çaylarımızı içiyoruz. Bedirhan, babasına çok düşkün. Önce top oynuyorlar, sonra atçılık. Kader, bir kenarda ders çalışıyor. Salim, “Çok şükür” diyor. Madene başladığı günleri anlatıyor. “Aklıma kötü düşünceler hücum ederdi. Hep karanlığı düşünürdüm. Sonra alıştım. Korkular, karanlık geçip gitti.” Salim madendeki yemek molalarını anlatıyor. Evden götürdükleri kumanyaları yiyorlarmış. Ama yemek götürmekten vazgeçmiş. Çünkü o sırada patlayan top (dinamit) nedeniyle yoğurdun, bamyanın içine kömür tozu doluyormuş. Bu nedenle Gülay her sabah iki yumurtalı ekmek arası, zeytin, salam ve meyveden oluşan kumanya hazırlıyormuş.
Üç gündür helallik istemiyorum karımdan
ZONGULDAK KAZASININ ARDINDAN
Soma’da 7 bin madenci, Zonguldak Karadon’daki arkadaşlarımızın üzüntüsünü yaşıyoruz. Tüm ocaklarda sessizlik hakim. Giriş, çıkışlarda konuşuyoruz sadece. Sabahtan beri ellerim titriyor. Ama biz çoluk çocuğumuzun geleceği için çalışmak zorundayız. Evde çocuklara üzüntümüzü göstermiyoruz. Korkmasınlar, babamızın başına gelebilir, demesinler diye... Günlerdir yerin altında, üstünde hep bu faciayı konuşuyor, yaşıyoruz. Çok üst üste geldi. Üç gündür helallik istemeden sessiz sedasız çıkıp gidiyorum evden. Çünkü her helallik isteyişimde, ölüm daha çok gündeme geliyor. Üzmek istemiyorum karımı daha fazla.
ARSAYI MALZEMELERİ ALDIK PEMBE PANJURLU EVİMİZ OLACAK
Yeraltında arkadaşına güveneceksin. Hasta olsan, kaza geçirsen seni mutlaka arkadaşın taşıyacak. Bizde sesi güzeller şarkı söyler. Karadenizli arkadaşlar şen şakrak. Yeraltında moral lazım. O zaman hiç saate bakmadan eve geliyorum. İşyerimiz aile gibi. Ben mutlu bir madenciyim. Gelirim, giderimi karşılıyor. Ortaokul 1’den terkim. Maaşım 1.200 lira, ful sigortam ödeniyor. Yılda 30 gün iznim var. İş zamanına denk getirip köye gidiyoruz, orak işine. Cuma günleri hafta tatilim. Boya badana işi yapıyorum. Gece vardiyam olduğu zamanlar, fayans, çimento, tuğla indiriyorum. Evcimenim, kahvem yok. Arabesk seviyorum. Bekarken Emrah dinlerdim, şimdi İbrahim Tatlıses’i. Karı-koca hiç sinemaya gitmedik. Alışverişte iyi pazarlık yaparız. Parklara gidip başbaşa çay içeriz. Ağabeylerimin yaşadığı Avdan Köyü’nde ev almak istediğimde eşim Gülay itiraz etti. ‘Boğulacaksak büyük denizde boğulalım’ dedi. Karım ileri görüşlüdür. Soma’daki bu daireyi aldık. Ramazanda ailece orucumuzu tutarız. Gülay namazını kılar. Bense sadece izin günümde. Hayallerim var. Kendi bahçemde müstakil, pembe panjurlu evimiz olacak. Arsayı, malzemeleri aldık. İnşaat yazın başlayacak. Kızım okuyup hemşire olacak. Oğlan ne iş olsa yapar nasılsa. Siyah keten bir pantolon istiyordum, aldım. Bundan sonra kazancım çocuklarım için.
İŞÇİ EVİNDE TAN VAKTİ YER SOFRASINDA KAHVALTI
Aslında her şey sabah erken saatte başladı. Maden-İş Sendikası’nın Soma’daki misafirhanesi... Cep telefonumun alarmı, zıplatıyor yataktan. Saat 05.00. Hızla giyinip resepsiyona iniyorum. Az sonra fotomuhabiri arkadaşım Levent Arslan geliyor. Dışarıda, kulağı küpeli sokak köpeklerinden başka canlı yok. Koşar adımlarla kömür madeni işçisi ve sendikanın işyeri temsilcisi Salim Kaya (35)’nın İnönü Mahallesi’ndeki evine gidiyoruz. Evlerin seyrekleştiği bu işçi mahallesinde, Salim’in oturduğu apartmanı bulmamız zor olmuyor. Otomatik kapı, zile basmadan açılıyor. Belli ki Kaya Ailesi yolumuzu gözlüyor. Salim’in eşi Gülay Kaya (38), ikinci kattaki daire kapısında bizi bekliyor. Buyur edildiğimiz odada, Bedirhan (2,5) ile ablası Kader (13) uyuyor. Bir kenarda Bedirhan’ın oyuncakları: Kocaman bir maden kamyonu, buldozer, tabanca, top, balon... Salim Kaya geliyor yanımıza. Güler yüzü, içten ve rahat tavırları dikkatimi çekiyor. Şanslıydım. Demek ki yerin yüzlerce metre altında çalışmanın ne olduğunu, hayatını iyi anlatacaktı.
Gülay yer sofrasını kuruyor. Zeytin, peynir, domates, salatalık ve yağda yumurtayı siniye sıralıyor. Mis gibi ekşi mayalı köy ekmeğini dilimlerken, “Kendim yaptım” diyor gururla. Zeytinleri işaret ediyor, “Bizim köyden.” Karı-koca aslen Balıkesir İvrindili. Ailelerinin tarım işçiliği için göç ettiği Akhisar’da tanışıp evlenmişler. Salim Kaya, “Pamuk tarlasında 30 kız içinden beğenip aldım” diyor gülerek. Kahvaltımız bitiyor, çocuklar mışıl mışıl uyumaya devam ediyor. Belli ki her sabah tekrarlanan bu ritüele alışıklar. Gülay sofrayı kaldırıyor hızla. Saat 06.30. Evden ayrılma vakti. Karısına sarılıp “Gidip dönmemek, gelip görmemek var. Hadi hakkınızı helal edin” diyor. Gülay da “Helal olsun, hayırlı işler” diyor. Durakta, onlarca işçiyle birlikte servise biniyoruz. Kimi uyuyor, kimi uykulu gözlerle bakıyor. Çam ormanlarının arasından ilerlerken güneş doğuyor.
FATİHA VE İHLAS SURELERİNİ OKUMADAN OCAĞA İNMİYOR
Saat 07.30. Servislerden inen işçiler, sessiz bir nehre dönüşüyor. Soyunma odalarından yeraltı kıyafetleriyle birkaç dakikada çıkıyorlar. Yeniden tek sıra olup baret lambası kuyruğuna giriyorlar. Sonra yine tek sıra halinde, hızlı adımlarla kollara ayrılıyorlar. Belgesel filmde karınca kolonisi seyrediyorum sanki. Saat 08.00’e doğru hepsi dehlizlerin ağzında birer birer gözden kayboluyor. Madende tek kadın işçi yok. Benim için özel getirilen lacivert pantolon, ceket, t-shirt ve lastik çizmeyi müdüriyet binasındaki bir odada giyiyorum. Baretime lamba takılıyor. Önde Salim, arkasında Levent ve ben, bir yokuş çıkıp bir yokuş indikten sonra dar ve karanlık bir ağzın önünde duruyoruz. Salim’in ocağı burası. Bilgi veriyor bize. İşçiler dönüşümlü olarak üç vardiya çalışırmış. 08-16.00 arasına Gündüz, 16-24.00’e Paşa, 24-8.00 arasına da Serseri Vardiyası derlermiş. Salim, gündüz vardiyasında. “1500 metre yürüyüp 380 metre dibe ineceğiz. Yolun eğimi 900 metreye kadar 17 derece. Ondan sonra 19 dereceye çıkıyor. Burada elektrikle aydıtlatma olmaz. Allah korusun gaz patlar diye.” Salim sağ adımını atıyor, “Takıntım vardır” diyor, Fatiha ve İhlas surelerini üçer kez okuyor. “15 yıldır hiç aksatmadım”...
KİMİ TÜRKÜ SÖYLÜYOR KİMİ ŞAKALAŞIYOR
Ocağın kalbine 45 dakikalık bir yürüyüşten sonra varıyoruz. Gürültü had safhada, kömür tozu da. Devasa bir makina, ucundaki kocaman bir gürzle kömür kazıyor. İşçiler de küreklerle bantlara yüklüyor. Makinaya yaklaştığımda su püskürttüğünü görüyorum. Çıkan tozu en aza indirmek içinmiş ama nafile. İşçilerin bir bölümü maske takıyor. Gayet neşeliler. Kimi türkü söylüyor, kimi şakalaşıyor. Güldüklerinde, kömür tozuna bulanmış yüzlerine inat, dişleri bembeyaz parlıyor. Duvarda asılı torbalarda kumanyalar, meşrubat ve su şişeleri var. Salim’e “Meşhur oldun. Artist gibisin” diyorlar. Salim mutlu. Alıyor küreğin birini, var gücüyle kömür yığınına girişiyor. Her şey çok olağan işçiler için. Kimi iki, kimi sekiz, kimi 15 yıldır ocakta. “Şanslıyız. En modern özel işletme bizim İmbat Madencilik. Bugüne kadar kaza, göçük olmadı. Maden bizim rızkımız. Bundan iyisi can sağlığı.” Aradan geçen bir buçuk saat, bir gün gibi geliyor. Yerin yüzlerce metre altında olmak, gürültü ve kömür tozu dayanılacak gibi değil. Salim, çıkışa kadar bize refakat ediyor. 19 derecelik yokuş bize sarp dağ yamacı gibi geliyor. Dehlizin ucundaki ışık git gide büyüyor. Dışarı çıkınca başımı göğe kaldırıyor, derin bir nefesle ciğerlerimi dolduruyorum.
İLK ZAMANLAR HEP KARANLIĞI DÜŞÜNÜRDÜM
Salimler’de bu kez akşam yemeğindeyiz. Günlerden çarşamba ve Salimler’in balık günü. Yer sofrasını kurarken Kader de annesine yardım ediyor. Hamsi, salata, lobiye adlı iri fasulye, pilav, zeytinyağlı yaprak sarma, yoğurt ve taze sarmısakla soğana iştahla girişiyoruz. Güler, “Her gün ne yiyorsak o. Sizin istediğiniz gibi gerçekçi olsun diye özel şeyler hazırlamadım” diyor. Yemekten sonra çaylarımızı içiyoruz. Bedirhan, babasına çok düşkün. Önce top oynuyorlar, sonra atçılık. Kader, bir kenarda ders çalışıyor. Salim, “Çok şükür” diyor. Madene başladığı günleri anlatıyor. “Aklıma kötü düşünceler hücum ederdi. Hep karanlığı düşünürdüm. Sonra alıştım. Korkular, karanlık geçip gitti.” Salim madendeki yemek molalarını anlatıyor. Evden götürdükleri kumanyaları yiyorlarmış. Ama yemek götürmekten vazgeçmiş. Çünkü o sırada patlayan top (dinamit) nedeniyle yoğurdun, bamyanın içine kömür tozu doluyormuş. Bu nedenle Gülay her sabah iki yumurtalı ekmek arası, zeytin, salam ve meyveden oluşan kumanya hazırlıyormuş.
Üç gündür helallik istemiyorum karımdan
ZONGULDAK KAZASININ ARDINDAN
Soma’da 7 bin madenci, Zonguldak Karadon’daki arkadaşlarımızın üzüntüsünü yaşıyoruz. Tüm ocaklarda sessizlik hakim. Giriş, çıkışlarda konuşuyoruz sadece. Sabahtan beri ellerim titriyor. Ama biz çoluk çocuğumuzun geleceği için çalışmak zorundayız. Evde çocuklara üzüntümüzü göstermiyoruz. Korkmasınlar, babamızın başına gelebilir, demesinler diye... Günlerdir yerin altında, üstünde hep bu faciayı konuşuyor, yaşıyoruz. Çok üst üste geldi. Üç gündür helallik istemeden sessiz sedasız çıkıp gidiyorum evden. Çünkü her helallik isteyişimde, ölüm daha çok gündeme geliyor. Üzmek istemiyorum karımı daha fazla.
ARSAYI MALZEMELERİ ALDIK PEMBE PANJURLU EVİMİZ OLACAK
Yeraltında arkadaşına güveneceksin. Hasta olsan, kaza geçirsen seni mutlaka arkadaşın taşıyacak. Bizde sesi güzeller şarkı söyler. Karadenizli arkadaşlar şen şakrak. Yeraltında moral lazım. O zaman hiç saate bakmadan eve geliyorum. İşyerimiz aile gibi. Ben mutlu bir madenciyim. Gelirim, giderimi karşılıyor. Ortaokul 1’den terkim. Maaşım 1.200 lira, ful sigortam ödeniyor. Yılda 30 gün iznim var. İş zamanına denk getirip köye gidiyoruz, orak işine. Cuma günleri hafta tatilim. Boya badana işi yapıyorum. Gece vardiyam olduğu zamanlar, fayans, çimento, tuğla indiriyorum. Evcimenim, kahvem yok. Arabesk seviyorum. Bekarken Emrah dinlerdim, şimdi İbrahim Tatlıses’i. Karı-koca hiç sinemaya gitmedik. Alışverişte iyi pazarlık yaparız. Parklara gidip başbaşa çay içeriz. Ağabeylerimin yaşadığı Avdan Köyü’nde ev almak istediğimde eşim Gülay itiraz etti. ‘Boğulacaksak büyük denizde boğulalım’ dedi. Karım ileri görüşlüdür. Soma’daki bu daireyi aldık. Ramazanda ailece orucumuzu tutarız. Gülay namazını kılar. Bense sadece izin günümde. Hayallerim var. Kendi bahçemde müstakil, pembe panjurlu evimiz olacak. Arsayı, malzemeleri aldık. İnşaat yazın başlayacak. Kızım okuyup hemşire olacak. Oğlan ne iş olsa yapar nasılsa. Siyah keten bir pantolon istiyordum, aldım. Bundan sonra kazancım çocuklarım için.