Sebati KARAKURT
Son Güncelleme:
Erkeksi ve erotik
İzmir'in en önemli yapılarından biri Asansör. İzmir'de Yahudiler'in yoğun olarak yaşadığı yıllarda bir uçurumla ayrılan mahalleleri birleştirmiş.
1907 yılında Nesim Levi Bayraklıoğlu adındaki hayırsever Musevi bir işadamı tarafından yaptırılan asansör, bugün bütün görkemiyle ayakta.
Karataş'ın cefa çektiren dik merdivenli yollarını, sefalı hale getiriyor. Yalnızca taşıma aracı mı? Açık, kapalı restoranları, Ceneviz Bar'ı, Teras Cafe'siyle İzmir'in en güzel panoromasını gözler önüne seriyor. Son sahibi Ayla Öktem tarafından 1983 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağışlandıktan sonra restore edilen asansör, hergün yüzlerce İzmirli'yi evine, işine, okuluna taşıyor. Türkiye'de yaşamı kolaylaştıran ve halka konfor sağlayan bir şeyi görmek şaşırtıcı tabii.
Zaten İzmir'le ilgili birşeyler yazabilmek birazcık cesaret istiyor. İzmirli olmayan, orada uzun süre yaşamamış birinin İzmir'e dair fikir beyan etmesi, dükkan tabelası bile okumamış birinin Hamlet'i yorumlaması gibi geliyor bana. Kumru'yu kuş, gevreği otomobil stepnesi zanneden biri olarak pervasızlığımın verdiği cesaretle bu işe dalıyorum.
İzmir'e uçakla gitmek İstanbul çocuğunu bozuyor. Bu yüzden başka kentlilerin İzmir'e karayoluyla ağır ağır girmelerinde fayda var. Havası mı, suyu mu, nedendir bilinmez ama İzmir öyle sertlikten hoşlanmıyor. İmbat rüzgarı çaktırmadan öyle bir çarpıyor ki; öğle vaktinde şeytan bile gölgede kestirip günah işletmiyor. Her gelişimde biraz daha şaşırtıyor durağanlığı. Yollar, kaldırımlar değişiyor ama zaman 1970'lerde durmuş. Efes Oteli'nin önünde Filiz Akın bir faytondan inecekmiş gibi geliyor.
Kriz, siyaset, adliye kavgası, namus cinayeti, hırtlık dünyanın her tarafına yakışıyor ama burada karşılığı yok gibi. Belkide bana öyle geliyor. Yoksa safrasını İstanbul'a attığı için mi? Nasıl da kaya gibi duruyor kentin ruhu. Kenar mahallelerde ruhuna uymayan ambianslar mevcut. Ama İzmir'li öyle bir savunma sistemi kurmuş ki içine almıyor kendisinden olmayanı, kabayı, iti, uğursuzu, çiğdeme çekirdek diyen şaşkını.
Yok yok ben en iyisi sahilden ufak ufak ilerleyeyim. Yabancı olduğumu anlarlarsa parola olarak boyoz (İzmir'e mahsus börek çeşidi) derim.
KIZLARI SIKIŞTIRIRDIK
Başka yerde olsa lanet yağdırırım. Sahili betonla kaplamış binaları bile itici gelmiyor. Karataş'a uzaktan bakınca nasıl da belli ediyor kendini asansör. Yazar Yaşar Aksoy'un dediği gibi erkeksi, delikanlı ve de erotik. Etrafı lambalarla bezenmiş yukarıya doğru tuğlalarla döşenmiş dimdik kulesi. Yaklaşınca sahil apartmanları sinir bozuyor, önünü perdeleyerek kaybettirdiler güzelim asansörü.
Sahil yolunda çalışma var. Arkalardan dolaşarak geliyorum Mithatpaşa Caddesi'ndeki Asansör tabelasına. İzmirliler, bir yaz hafta sonunun etkisiyle boşaltmışlar yolları. Durakta otobüs bekleyen şık bir hanım ve selvi gibi bir genç kız. Uzun bacakları ve orantılı bedeniyle ‘‘yakında podyumlarda’’ diye içimden geçiriyorum. Asansör yazan okun üzerinde küçük bir tak. Üzerinde biraz ötesindeki asansörün heybetinden daha aşağı kalmayan bir isim Dario Moreno'nun adı verilen Sokağı. Brigitte Bardot'la başrol oynadığı ‘‘la Femme Et Le Pantın’’ filmi gözümün önüne geliyor. Bardot'la ne kadar yakındın be Dario usta. Sefalet içerisinde geçirdiğin çocukluğunun sokaklarında biraz da ben dolaşayım.
Dario'nun ‘‘Her akşam votka rakı ve şarap’’ını mırıldanarak sokaktaki üç delikanlıya rastlıyorum. Asansör semtinin çocukları. Necip Çelik okula fazla heves etmemiş 22 yaşında. Semtin tarihiyle ilgili yol göstermeye çalışıyor. Küçükken asansörün önünde çekilmiş fotoğraflarının bazı kitaplarda yayınlandığını söylüyor. Asansörün çalışmadığı dönemlerde başından ilginç olaylar geçmiş: Yedi yaşındayken gecenin bir vakti asansörü çalıştırmış mahalleden arkadaşları Gökay, İlker, Fatih ve İbo'yla. Zaten arızalı asansör, ilk pencereli yere geldiğinde durmuş. Feryat figan ortalığı ayağa kaldırmışlar. İtfaiye gelip indirmiş afacanları.
İKİ ŞARKILIK YOL
Şimdilerde de pek tekin sayılmazlar. Yukarı mahallenin güzel kızlarının hangi saatte asansörle indiklerini takipteler.
Necip, yanındaki arkadaşları Barış Ergüney ve Aycan Dirlik beni ‘‘önemli biri’’ne götürüyorlar. 305 sokakta 75 numaralı evin önünde Sofiaaa diye bağırıyorlar. Herhalde yaşıtları diye düşünüyorum. Öğreniyorum ki kadıncağız 90 yaşında. Kulakları zor işitiyor. Birazdan erkek kardeşi Aleksandr geliyor. Başlıyoruz konuşmaya. Aleksandr 78 yaşında. Yani Asansörden 16 yaş küçük. Doğma büyüme Asansörlü. Saint Josef mezunu. Muhasebecilik yapmış. Kızkardeşi Sofia ve Michael adındaki ağabeyi ile yaşıyorlar. Sokak adresleri değişmiş ama mahalle sabit. Eski adı İkinci Karataş, şimdiki Asansör. İsrail kurulunca mahalleyi terkeden Musevi ahbaplarından İspanyolca da öğrenmiş. ‘‘Çocukluğumda deniz bize yirmi metre mesafedeydi buralarda balıkçılar oturuyordu. Denize şimdi neredeyse arabayla gidiliyor’’ diyor. Dario Moreno'nunda arkadaşıymış. Dario'nun asıl ismi David Arugete'ymiş. Dario Moreno'yu sonradan almış. Aleksandr Tahinci asansör muhabbetini kendine daha yakın buluyor. Ne de olsa semtin en eskisi ve anımsayanı. Asansörün suyla nasıl çalıştığını pek izah edemiyor. Ama bildiği birşey varki şimdi 35 saniyede çıkan asansörün eskiden neredeyse iki şarkı süresinde yukarıya çıktığı.
HUZUR İÇİNDE YAT LEVİ
Kentin başka yerlerine nazaran yine pek bozulmamış sayılır Asansör'ün alt mahallesi. Biraz da yukarıya bakalım. Çift kabinli Asansörün yalnızca bir bölümü çalışıyor. Kapıda 100 bin liralık ücreti ödeyip yukarıya çıkıyorum. Allah senden razı olsun Levi, 155 basamaklık dik merdivenler hakikaten çıkılmazmış. Asansörün terasına çıkınca muhteşem bir manzara görüyorsunuz. Bir zamanlar alt katı kumarhane, orta katı fotoğrafçı, üst katı sinema olarak hizmet vermiş. Düğünler, nişanlar yapılmış ek binalarında. Şimdi açık ve kapalı restoranlarında konuklarına kusursuz hizmet veriyor. Teras'ın şefi Oktay Üstek herkesle tek tek ilgileniyor. Barmen Murat Sarman'ın özel kokteyli tadılmaya değer. Öteki mahallelerden İzmirlilerle benim gibi turistler etrafı seyre dalmışken asansörün yolcuları pazar torbaları evlerine dönüyor.
Gece daha bir güzel. Yukarıdan bakınca bu sefer asansör intikam alıyor sahil binalarından. Güzelliğiyle iyice eziyor devasa beton perdeyi. Tepeden bakınca aşağı mahalle daha iyi görünüyor. Nasıl olmuşsa iki katlı evler hala duruyor.
Bir kere daha huzur içinde yat Levi diyorum içimden. Bir meraktır da alıyor, nasıl biriydi acaba mahallenin hatta bir kentin kaderini değiştiren bay Levi? İzmirli yazar Yaşar Aksoy'dan öğreniyorum bunu da:
‘‘İzmirli Museviler'in ‘las kare las de vida' dedikleri dimdik merdivenlere karşı asansör alternatifini bulan Levi, okuma yazma bilmemesine karşın zeki ve pratik biri. Genç yaşta Paris'e giderek kadın modasını İzmir'e taşıyor. Paris'ten renk renk uzun kuş tüyleri getiriyor. Ve o yıllarda başlarına ‘Tokadon' denilen örtüyü saran Musevi kadınlarına satıyor. Tüylerin renkleri ve tüy takıp takmayana göre Musevi kadınların dul, bekar veya evli oldukları anlaşılıyormuş. Bu modayla çok para kazanıyor. Sürekli olarak Avrupa'ya giden Levi asansörün Avrupa yaşamındaki önemini fark ediyor. Paris'ten ve İtalya'dan mühendisler getirerek dik merdivenlerle iflahı kesilen halka yardım etmek için kolları sıvıyor. Projeler yaptırıyor. Böylece 150 yıl önce taş ocağı olarak kullanılan kayalık zemin üztünde asansörün inşaatı başlıyor.
Ethem Tanış (sağda) ‘‘Asansörün iyi ki ağzı dili yok. Eğer bir konuşsa karım canıma okur’’ diyor. Kankası Ender Kazanova da gençlik yıllarına ait güzel tüyolar veriyor: Asansörün suyla çalıştığı yıllarda görevliye üç beş kuruş vererek vanalarını kıstırır, zaten yavaş çıkan Asansör iyice ağırlaşınca sevgilisiyle sarmaş dolaş olurmuş.
Necip Çelik okula fazla heves etmemiş. 22 yaşında. Çocukluğundaki asansör haylazlıklarını sürdürüyor (ortada). Hala Barış Ergüney (önde) ve Aycan Dirlik adındaki mahalle arkadaşlarıyla yukarı mahalenin güzel kızlarının hangi saatte asansörle indiklerini kolluyor.
Selahattin Genç (57) 30 yıldır, asansör çalıştıkça bu aracı kullanmış. Bilinen üç asansör intiharından birinin de tanığı. Bir hizmetçi kızın atladığını gözleriyle görmüş.
Adambaşı 100 bin lira
Asansör 1907 yılında yapıldığında su basıncıyla çalışıyormuş. Oldukça zahmetli sayılacak işletmeciliği varmış. Yaşar Aksoy'un‘‘Asansör ve Dario Moreno Anıları’’ adlı kitabında Josepho Polombo'nun eşi Recina'yla birlikte asansörü işlettikleri yazılı. Çocukları gibi bakıyorlarmış asansöre. Polombo, 12 yaşında çıraklıkla başlamış bu işe. Günde ortalama 1200 kişi taşıyorlarmış. Bir çıkışta 10 kişi. Türk dostu olarak bilinen mahallenin en sevilen adamıymış. Kadınlar tek başlarına asansöre bindiklerinde tanımadığı bir adam varsa bekletirmiş asansörü. Polombo'dan sonra Derviş Bey işletmiş. Sonra da motorcu Mithat. En son Şerif Remzi Reyent 1942'de 36 bin liraya Levi ailesinden satın almış. Vefatından sonra asansör Reyent'in yeğeni Ayla Öktem'e intikal ediyor. Ayla Hanım'da 1983'de İzmir Büyükşehir Belediye'sine bağışlıyor. Uzun süren bir restorasyon ve makina parkının yenilenmesinin ardından 1993'te yeniden hizmete giriyor.
Karataş'ın cefa çektiren dik merdivenli yollarını, sefalı hale getiriyor. Yalnızca taşıma aracı mı? Açık, kapalı restoranları, Ceneviz Bar'ı, Teras Cafe'siyle İzmir'in en güzel panoromasını gözler önüne seriyor. Son sahibi Ayla Öktem tarafından 1983 yılında İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne bağışlandıktan sonra restore edilen asansör, hergün yüzlerce İzmirli'yi evine, işine, okuluna taşıyor. Türkiye'de yaşamı kolaylaştıran ve halka konfor sağlayan bir şeyi görmek şaşırtıcı tabii.
Zaten İzmir'le ilgili birşeyler yazabilmek birazcık cesaret istiyor. İzmirli olmayan, orada uzun süre yaşamamış birinin İzmir'e dair fikir beyan etmesi, dükkan tabelası bile okumamış birinin Hamlet'i yorumlaması gibi geliyor bana. Kumru'yu kuş, gevreği otomobil stepnesi zanneden biri olarak pervasızlığımın verdiği cesaretle bu işe dalıyorum.
İzmir'e uçakla gitmek İstanbul çocuğunu bozuyor. Bu yüzden başka kentlilerin İzmir'e karayoluyla ağır ağır girmelerinde fayda var. Havası mı, suyu mu, nedendir bilinmez ama İzmir öyle sertlikten hoşlanmıyor. İmbat rüzgarı çaktırmadan öyle bir çarpıyor ki; öğle vaktinde şeytan bile gölgede kestirip günah işletmiyor. Her gelişimde biraz daha şaşırtıyor durağanlığı. Yollar, kaldırımlar değişiyor ama zaman 1970'lerde durmuş. Efes Oteli'nin önünde Filiz Akın bir faytondan inecekmiş gibi geliyor.
Kriz, siyaset, adliye kavgası, namus cinayeti, hırtlık dünyanın her tarafına yakışıyor ama burada karşılığı yok gibi. Belkide bana öyle geliyor. Yoksa safrasını İstanbul'a attığı için mi? Nasıl da kaya gibi duruyor kentin ruhu. Kenar mahallelerde ruhuna uymayan ambianslar mevcut. Ama İzmir'li öyle bir savunma sistemi kurmuş ki içine almıyor kendisinden olmayanı, kabayı, iti, uğursuzu, çiğdeme çekirdek diyen şaşkını.
Yok yok ben en iyisi sahilden ufak ufak ilerleyeyim. Yabancı olduğumu anlarlarsa parola olarak boyoz (İzmir'e mahsus börek çeşidi) derim.
KIZLARI SIKIŞTIRIRDIK
Başka yerde olsa lanet yağdırırım. Sahili betonla kaplamış binaları bile itici gelmiyor. Karataş'a uzaktan bakınca nasıl da belli ediyor kendini asansör. Yazar Yaşar Aksoy'un dediği gibi erkeksi, delikanlı ve de erotik. Etrafı lambalarla bezenmiş yukarıya doğru tuğlalarla döşenmiş dimdik kulesi. Yaklaşınca sahil apartmanları sinir bozuyor, önünü perdeleyerek kaybettirdiler güzelim asansörü.
Sahil yolunda çalışma var. Arkalardan dolaşarak geliyorum Mithatpaşa Caddesi'ndeki Asansör tabelasına. İzmirliler, bir yaz hafta sonunun etkisiyle boşaltmışlar yolları. Durakta otobüs bekleyen şık bir hanım ve selvi gibi bir genç kız. Uzun bacakları ve orantılı bedeniyle ‘‘yakında podyumlarda’’ diye içimden geçiriyorum. Asansör yazan okun üzerinde küçük bir tak. Üzerinde biraz ötesindeki asansörün heybetinden daha aşağı kalmayan bir isim Dario Moreno'nun adı verilen Sokağı. Brigitte Bardot'la başrol oynadığı ‘‘la Femme Et Le Pantın’’ filmi gözümün önüne geliyor. Bardot'la ne kadar yakındın be Dario usta. Sefalet içerisinde geçirdiğin çocukluğunun sokaklarında biraz da ben dolaşayım.
Dario'nun ‘‘Her akşam votka rakı ve şarap’’ını mırıldanarak sokaktaki üç delikanlıya rastlıyorum. Asansör semtinin çocukları. Necip Çelik okula fazla heves etmemiş 22 yaşında. Semtin tarihiyle ilgili yol göstermeye çalışıyor. Küçükken asansörün önünde çekilmiş fotoğraflarının bazı kitaplarda yayınlandığını söylüyor. Asansörün çalışmadığı dönemlerde başından ilginç olaylar geçmiş: Yedi yaşındayken gecenin bir vakti asansörü çalıştırmış mahalleden arkadaşları Gökay, İlker, Fatih ve İbo'yla. Zaten arızalı asansör, ilk pencereli yere geldiğinde durmuş. Feryat figan ortalığı ayağa kaldırmışlar. İtfaiye gelip indirmiş afacanları.
İKİ ŞARKILIK YOL
Şimdilerde de pek tekin sayılmazlar. Yukarı mahallenin güzel kızlarının hangi saatte asansörle indiklerini takipteler.
Necip, yanındaki arkadaşları Barış Ergüney ve Aycan Dirlik beni ‘‘önemli biri’’ne götürüyorlar. 305 sokakta 75 numaralı evin önünde Sofiaaa diye bağırıyorlar. Herhalde yaşıtları diye düşünüyorum. Öğreniyorum ki kadıncağız 90 yaşında. Kulakları zor işitiyor. Birazdan erkek kardeşi Aleksandr geliyor. Başlıyoruz konuşmaya. Aleksandr 78 yaşında. Yani Asansörden 16 yaş küçük. Doğma büyüme Asansörlü. Saint Josef mezunu. Muhasebecilik yapmış. Kızkardeşi Sofia ve Michael adındaki ağabeyi ile yaşıyorlar. Sokak adresleri değişmiş ama mahalle sabit. Eski adı İkinci Karataş, şimdiki Asansör. İsrail kurulunca mahalleyi terkeden Musevi ahbaplarından İspanyolca da öğrenmiş. ‘‘Çocukluğumda deniz bize yirmi metre mesafedeydi buralarda balıkçılar oturuyordu. Denize şimdi neredeyse arabayla gidiliyor’’ diyor. Dario Moreno'nunda arkadaşıymış. Dario'nun asıl ismi David Arugete'ymiş. Dario Moreno'yu sonradan almış. Aleksandr Tahinci asansör muhabbetini kendine daha yakın buluyor. Ne de olsa semtin en eskisi ve anımsayanı. Asansörün suyla nasıl çalıştığını pek izah edemiyor. Ama bildiği birşey varki şimdi 35 saniyede çıkan asansörün eskiden neredeyse iki şarkı süresinde yukarıya çıktığı.
HUZUR İÇİNDE YAT LEVİ
Kentin başka yerlerine nazaran yine pek bozulmamış sayılır Asansör'ün alt mahallesi. Biraz da yukarıya bakalım. Çift kabinli Asansörün yalnızca bir bölümü çalışıyor. Kapıda 100 bin liralık ücreti ödeyip yukarıya çıkıyorum. Allah senden razı olsun Levi, 155 basamaklık dik merdivenler hakikaten çıkılmazmış. Asansörün terasına çıkınca muhteşem bir manzara görüyorsunuz. Bir zamanlar alt katı kumarhane, orta katı fotoğrafçı, üst katı sinema olarak hizmet vermiş. Düğünler, nişanlar yapılmış ek binalarında. Şimdi açık ve kapalı restoranlarında konuklarına kusursuz hizmet veriyor. Teras'ın şefi Oktay Üstek herkesle tek tek ilgileniyor. Barmen Murat Sarman'ın özel kokteyli tadılmaya değer. Öteki mahallelerden İzmirlilerle benim gibi turistler etrafı seyre dalmışken asansörün yolcuları pazar torbaları evlerine dönüyor.
Gece daha bir güzel. Yukarıdan bakınca bu sefer asansör intikam alıyor sahil binalarından. Güzelliğiyle iyice eziyor devasa beton perdeyi. Tepeden bakınca aşağı mahalle daha iyi görünüyor. Nasıl olmuşsa iki katlı evler hala duruyor.
Bir kere daha huzur içinde yat Levi diyorum içimden. Bir meraktır da alıyor, nasıl biriydi acaba mahallenin hatta bir kentin kaderini değiştiren bay Levi? İzmirli yazar Yaşar Aksoy'dan öğreniyorum bunu da:
‘‘İzmirli Museviler'in ‘las kare las de vida' dedikleri dimdik merdivenlere karşı asansör alternatifini bulan Levi, okuma yazma bilmemesine karşın zeki ve pratik biri. Genç yaşta Paris'e giderek kadın modasını İzmir'e taşıyor. Paris'ten renk renk uzun kuş tüyleri getiriyor. Ve o yıllarda başlarına ‘Tokadon' denilen örtüyü saran Musevi kadınlarına satıyor. Tüylerin renkleri ve tüy takıp takmayana göre Musevi kadınların dul, bekar veya evli oldukları anlaşılıyormuş. Bu modayla çok para kazanıyor. Sürekli olarak Avrupa'ya giden Levi asansörün Avrupa yaşamındaki önemini fark ediyor. Paris'ten ve İtalya'dan mühendisler getirerek dik merdivenlerle iflahı kesilen halka yardım etmek için kolları sıvıyor. Projeler yaptırıyor. Böylece 150 yıl önce taş ocağı olarak kullanılan kayalık zemin üztünde asansörün inşaatı başlıyor.
Ethem Tanış (sağda) ‘‘Asansörün iyi ki ağzı dili yok. Eğer bir konuşsa karım canıma okur’’ diyor. Kankası Ender Kazanova da gençlik yıllarına ait güzel tüyolar veriyor: Asansörün suyla çalıştığı yıllarda görevliye üç beş kuruş vererek vanalarını kıstırır, zaten yavaş çıkan Asansör iyice ağırlaşınca sevgilisiyle sarmaş dolaş olurmuş.
Necip Çelik okula fazla heves etmemiş. 22 yaşında. Çocukluğundaki asansör haylazlıklarını sürdürüyor (ortada). Hala Barış Ergüney (önde) ve Aycan Dirlik adındaki mahalle arkadaşlarıyla yukarı mahalenin güzel kızlarının hangi saatte asansörle indiklerini kolluyor.
Selahattin Genç (57) 30 yıldır, asansör çalıştıkça bu aracı kullanmış. Bilinen üç asansör intiharından birinin de tanığı. Bir hizmetçi kızın atladığını gözleriyle görmüş.
Adambaşı 100 bin lira
Asansör 1907 yılında yapıldığında su basıncıyla çalışıyormuş. Oldukça zahmetli sayılacak işletmeciliği varmış. Yaşar Aksoy'un‘‘Asansör ve Dario Moreno Anıları’’ adlı kitabında Josepho Polombo'nun eşi Recina'yla birlikte asansörü işlettikleri yazılı. Çocukları gibi bakıyorlarmış asansöre. Polombo, 12 yaşında çıraklıkla başlamış bu işe. Günde ortalama 1200 kişi taşıyorlarmış. Bir çıkışta 10 kişi. Türk dostu olarak bilinen mahallenin en sevilen adamıymış. Kadınlar tek başlarına asansöre bindiklerinde tanımadığı bir adam varsa bekletirmiş asansörü. Polombo'dan sonra Derviş Bey işletmiş. Sonra da motorcu Mithat. En son Şerif Remzi Reyent 1942'de 36 bin liraya Levi ailesinden satın almış. Vefatından sonra asansör Reyent'in yeğeni Ayla Öktem'e intikal ediyor. Ayla Hanım'da 1983'de İzmir Büyükşehir Belediye'sine bağışlıyor. Uzun süren bir restorasyon ve makina parkının yenilenmesinin ardından 1993'te yeniden hizmete giriyor.