Ege’de bir renkler labirenti
Kula, usta bir ressamın tuvalinden çıkmış gibi duran rengârenk evleriyle çocukluk anılarımızda kalmış bir eski zaman fotoğrafını andırıyor. Asırlardan süzülen karakteristik kentte dolaşırken bir zamanlar başkentlik yapmış bir Ege kasabasında olduğunuzu unutmayın.
Ege’yi köşe bucak gezen bir seyahat yazarı olarak en çok görmek istediğim yerlerin başında Manisa’nın tarihi Kula ilçesi geliyordu. Sahi bölgede onca turistik destinasyon varken, denizden uzak İç Ege’deki eski bir yerleşimi neden merak eder insan? Asırlardan süzülen karakteristik kent dokusuna ve zamanı tıpkı bir kum saati gibi telaşsızca tüketen arnavutkaldırımı sokaklarından akıp giden hayata tanıklık edebilmek için... Kula, Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmiş ilk ve tek jeoparkına ev sahipliği yapıyor. İlçede çok ilginç yeryüzü biçimleri var. Bunda volkanik faaliyetler, tektonik hareketler, akarsular etkili olmuş. Örneğin Kula’nın kuzeyinde eski yanardağ yapıları, lav platoları, magma akıntıları ve peribacalarını görmek mümkün. Türkiye’nin en genç volkanlarını barındıran bölgede 10-12 bin yıl önce yaşamış insanlara ait ayak izleri de var. Kula’ya özgü peribacaları, Gediz Nehri’nin üst kısmındaki Burgaz mevkisinde yükseliyor. Volkanik kökenli jeolojik yapıya sahip olan yöredeki bu doğal formasyonlar tıpkı Kapadokya’da olduğu gibi yağmur ve erozyonun etkisiyle meydana gelmiş.
Pastoral senfoni
Kula’yı görülmeye değer kılan, sadece sıradışı coğrafi özellikleri değil elbette. Yine de volkanik sert kayalar, yöre mimarisinin ana kaynağı olmuş. Geçmişi üç asır önceye uzanan geleneksel Kula evlerinin temelleri, duvarları ve köşe yapıları, ‘kara taş’ denilen volkanik bloklardan kesilmiş. Yüksek duvarların gizlediği serin avluları, kemerli dev kapıları, kafesli cumbaları, vitraylı pencereleri, alçı bezemeli ocakları, ahşap tavan göbekleri ve incelikli kalem işleriyle nam salan eski Kula evlerinin nadide örneklerini görmek üzere ilçe merkezine yaklaşıyorum.
Sabah güneşi yavaş yavaş yükselirken sokaklardaki hareketliliğin yönü, beni doğruca çarşı meydanına çıkarıyor. Bir anda leblebiciler, demirciler, bakırcılar, yorgancılar, al yazmacılar, bez basmacılar, bonmarşeler ve esnaf lokantalarının çevrelediği özgün bir Ege kasabasının ortasında buluyorum kendimi. Selamlaşmalar, ayaküstü yapılan samimi sohbetler, ortama sıcak bir hava katıyor. Çarşı meydanına sağdan, soldan, yukarıdan, aşağıdan bağlanan sokaklar göz alıcı bir renkler âlemine açılıyor. Derken zarafet timsali Kula evlerinin görkemli resmigeçidi başlıyor. Kimi zaman iki at arabasının geçemeyeceği ölçüde daralan sokak aralarında kayboluyorum. Çünkü biliyorum ki her kayboluş, yeni keşifler demek...
Evlerin duvarlarını süsleyen bordo ve lacivert gibi güçlü renkler, bir sokak ileride yerini pastoral geçişlere bırakıyor. Başak sarısından gök mavisine, şeker pembeden turuncuya adeta bir çiçek bahçesinden fırlamış bu renkler, ziyaretçisini fantastik bir labirente gelmiş gibi hissettiriyor. 18’inci yüzyıldan başlayarak 20’nci yüzyılın ilk çeyreğine dek yapı çeşitliliği gösteren ilçe, Batı Anadolu’ya özgü tipik bir kent dokusuna sahip. Genellikle tek ya da çift katlı inşa edilen eski Kula evlerinde üst katlar, sokağa çıkıntı yapacak biçimde tasarlanmış. Odaların iç avluya bakan kapıları, geçme ahşaptan yapılıp farklı renklere boyanmış.
Ahşap ve taşın uyumu
Açık sofaları, nakışlı dolapları, tavan göbekleri ve minderli-kırlentli geniş sekileriyle Kula evleri, Ege taşrasına özgü mimari dokunun tüm detaylarını yansıtıyor. Evlerin çeşitli bölümlerinde farklı taşlar kullanılmış. Bahçe bölmeleri ve bacalarda işlemesi kolay kefeki taşlar görüyoruz. Mahrem alan olarak kurgulanan avlu duvarlarıysa koyu renkli kayrak taşıyla kaplanmış. İnce işçilik gerektiren ahşap aksamlardaysa ceviz ağacı ve sarıçam tercih edilmiş. Evlerdeki asıl yaşam alanı iç avlular, en gözde odalarsa üst katlarda.
Birçok kavmin gözdesiydi
Anadolu bilgesi Yunus Emre ve hocası Tabduk Emre’nin türbelerinin burada da olduğuna inanılıyor. Birkaç farklı yerde var, malum o türbelerden... Kula, Germiyanoğulları Beyliği’nin de eski başkenti. ‘Tarihi Kula’da gezilecek çok yer var’ sloganıyla tanıtılan ilçe, inanç turizmi yönünden de zengin bir mirasa sahip. Yunan alfabesiyle yazılmış Türkçe metinlerle tanınan Karaman Hıristiyanlarının kültürel mirasını yaşatan yörede 3 kilisenin yanı sıra 20 tarihi cami var. Bölgenin medeniyet tarihiyse semavi dinlerden çok daha önceye, eski çağlara dek uzanıyor. Tarihte güzelliği Babil Bahçeleri’yle kıyaslanan Gediz Vadisi, pek çok kavmin gözdesi olmuş. Hititlerden Perslere, Osmanlı’dan Selçuklulara onlarca uygarlığın yolu bölgeden geçmiş. Antik dönemde Katakekaumene adı verilen bölge, volkanik yapısından dolayı ‘Yanık Ülke’ olarak anılmış. Ortaçağda bir eğitim ve düşünce merkezine dönüşen Kula’nın geçmişi antik dönemlere uzanan bir kaplıca merkezi olduğunu da notlarımıza ekleyelim. Kükürt ve bikarbonat zengini Kula kaplıca sularının tarihteki izlerini sürmek isteyenler, Emir Hamamı’nın yolunu tutabilir. İlçenin 19 kilometre kuzeybatısındaki bu termal merkezde Roma harabeleri de var.
18’inci yüzyıldan başlayıp 20’nci yüzyılın ilk çeyreğine dek yapı çeşitliliği gösteren Kula, daracık sokaklarıyla Batı Anadolu’ya özgü tipik bir kent dokusuna sahip.
HÖŞMERİM YİYİN
Kula, damak tadına düşkün gezginleri fazlasıyla mutlu edecek sofra geleneklerine sahip. Çarşı meydanı çevresindeki esnaf lokantalarının yanında yol üstü restoranları da konuklarına sürpriz lezzetler vaat ediyor. Kırmızı et ağırlıklı yöre mutfağı, zeytinyağlı sebze yemekleriyle çeşitlendiriliyor. Kahvaltılarda peynirli, kıymalı, tahinli ve şekerli pideleryeniyor. Odun ateşinde şiş köfte, güveç, çoban kavurma, haşlama, kâğıt kebabı, tepside fırın pirzola ve İzmir köfte öne çıkan yemekler. Büyük kaplarda fırına verilen dana kuşbaşı etli çömlek kebabı patlıcan püresiyle servis ediliyor. Kula’da sofraların en önemli tamamlayıcısı, yöreye özgü yapılan höşmerim tatlısı.