Düklerin başkentinde
Gastronomisi ve mimarisi ile Fransızların gözbebeği Burgonya Bölgesi’nin başkenti Dijon, rengârenk çatılı evleri, Bordeaux ile yarıştırılan şarabı ve prestijli güzel sanatlar müzesi ile ince zevkler vatanı.
“Biz Dijon’lulara göre, Burgonya Bölgesi’nin bu güzel başkentini görmediyseniz, Fransa’yı görmemiş sayılırsınız. Paris bölgesi mi! Boşverin oraları, bizde hep hardalın, şarabın, kir içkisinin, çikolatanın kralı!”
Tıpkı koyu bir futbol takımı taraftarı gibi şehrini, bölgesini anlatmaya doyamıyor doğma büyüme Dijon’lu arkadaşımız Cyril. Bizim için özel hazırladıkları, bölgelerine özgü sofranın baş konuğu tabii ki ‘fondu Bourguignon’, yani Burgonya usulü et yemeği. Arka arkaya metal şişlere dizdiğimiz kuşbaşı sığır etimizi, mantarımızı masanın ortasında, ateş üzerinde sürekli kaynayan yağa batırıyor, kızarmasını beklerken Cyril’e kulak veriyoruz. Elinde Fransa’nın Burgonya dışındaki bütün coğrafî bölgeleriyle gırgır geçen harita, devam ediyor arkadaşımız: “Burgonyalılar Bordeaux’luların çok övündükleri şarapları için ne derler bilir misiniz? ‘Burgonya şarabı içilmek için yapılır, Bordeaux şarabı ise toprağı kötü otlardan temizlemek için.’” Pestisit gibi bir şey yani; bu bölgeci tutuma gülerek yanıt veriyoruz.
Ardından, yıllar boyu Fransa’dan bağımsız kalmış Burgonya Düklüğü’nden, şehrin geleneksel ahşap kargir evlerinden, prestijli üniversitesinden, dük mezarlarıyla bilinen güzel sanatlar müzesinden girip rengârenk çatılı evlerden, yakınlardaki şatolardan, manastırlardan çıkıyor. “İyi ki geldiniz” diyor. “Paris’ten sonra çok farklı bir şehir göreceksiniz!”
Yola düştüğümüzde elimden tutan, dokuz yaşında bir Dijon’lu: Paul. Küçük rehberimiz ilk olarak şehrin sokaklarında, yerlerde gördüğümüz baykuş sembolüne dikkatimi çekiyor: “Neden bu baykuşlar her yerde biliyor musun?” diyor heyecanlı; “Çünkü her biri şehrin en önemli binalarına götürüyor turistleri.” Peki neden baykuş? “Dijon’un Notre Dame Katedrali’nde bir baykuş heykeli var ve dilekte bulunmak isteyenler şans getirsin diye sol elleriyle dokunmaya gidiyorlar ona...”
Yüzyıllar içinde şehrin ‘muskası’na dönüşen baykuşa götürüyor beni. On yıl kadar önce ‘kötü kalpli birinin baykuşu parçalamaya kalktığını’ da Paul’den öğreniyorum hep. İlginç bir detay da baykuşu katedrale inşa edenin belirsizliği; katedralin mimarının imzası mıydı yoksa?
Yerden sonra çatılara kaldırıyoruz başımızı. 2008’den beri ‘Sanat ve Tarih Şehri’ unvanını taşıyan Dijon’da ilgimizi çeken, ta Romalılar döneminden beri bilinen ve 14. yüzyılda Burgonya bölgesinde moda olan ‘cilalama tekniği’ ile hazırlanan çatılar! Boyalı, cilalı pişmiş topraktan kiremitlerle süslenmiş çatılara Dijon’da hastaneden Saint Benigne Katedrali’ne, Vogüe Malikanesi ile Rochepot Şatosu’na tüm gösterişli yapılarda rastlıyoruz. Halı dokurcasına özenle hazırlanmış, geometrik şekillerden oluşan bu çatıların en çarpıcı örneklerinden biriyse, şehre 30 km uzaklıktaki Beaune’da bulunan düşkünler yurdu-hastane binası muhakkak. 1443’te Burgonya Dükü’nün şansölyesi Nicolas Rolin ve eşi tarafından 100 Yıl Savaşları’ndan hemen sonra, fakir kalmış halk için yaptırılan bina, duvar halıları, resimler ve sanat objeleri ile hastaneden çok fakirler için inşa edilmiş bir sarayı andırıyor. 20. yüzyıla kadar rahibelerin hemşirelik yaptığı hastane, 1859’dan beri dünyanın en ünlü şarap müzayedesini organize ediyor, böylece hastaneye gelir sağlanıyor. Bugün müzeye dönüştürülen yapı için, “Ortaçağ Burgonya sivil mimarisinin incisi” deniyor. Bu geziler sırasında küçük Paul hep yanımda, o da mekân hakkında çocuklar üzerine hazırlanmış kayıtları dinliyor kulaklıktan.
Dijon ve bölgesinde renkli çatılardan sonra dikkat çeken ikinci şey, şarap. Fransa’da, dünyaca ünlü Bordeaux şaraplarıyla karşılaştırılan, Dijon’un başkenti olduğu Burgonya Bölgesi şarapları için çizilmiş rotalar bile var. Böylece bir mahzenden öbürüne giden yol üzerindeki malikânelere, manastırlara göz atma fırsatınız oluyor. Dijon Turizm Ofisi’nin sempatik çalışanları, “Bizim şarap üreticimiz güleryüzlü, becerikli ve yaptığı işe tutkundur” diyorlar. Genellikle eski taş evlerde yaşayan yerel üreticiler, ziyaretçilere şarap mahzenlerini gösterip tadım yaptırdıktan sonra, işledikleri üzüm bağlarına götürüyorlar.
Düklük Sarayı, Musa Kuyusu..
Dijon’un tarihine baktığınızda daha Roma döneminde Divio isimli bir kaleli şehirden söz ediliyor. O dönemden kalma bir kule ile iki yeraltı mezarlığı (nekropol) mevcut. Şehirdeki daracık sokaklar, Burgonya taşıyla yapılmış malikâneler, ahşap-kargir evler, başlarını aşağıya sarkıtmış yaratıklarıyla ve baykuşuyla ünlü Notre Dame Kilisesi ise Ortaçağ’dan. Dijon Düklüğü’nden geriye ise mimarî mirastan çok efsaneler kalmış. 14. yüzyılda Dük Philippe le Hardi tarafından yaptırılan gotik Düklük Sarayı’nın orijinal halinden bugün sadece iki kulesi ile lojisi var. Versay Sarayı’nın mimarı Jules Hardouin Mansart tarafından 17. yüzyılda genişletilen Düklük Sarayı, Fransa’nın en iyi güzel sanatlar müzelerinden birini ve şehir belediyesini ağırlıyor. Başta 1400-1460 tarihli dük mezarları olmak üzere Ortaçağ ve Rönesans’tan günümüze resim ve heykel koleksiyonları müzenin gözbebekleri...
Dijon’un bir diğer olmazsa olmazı ise ‘Musa Kuyusu’. Aslında bu heykel grubunun kuyu ile alakası yok. Tevrat’ta adı geçen Musa, Davut, Zekeriya, Yeşaya, Yeremya ve Daniel peygamberlerin heykelleriyle hazırlanan ve bugün hastaneye dönüştürülen manastırın avlusundaki 13 metrelik sütun üzerinde yükselen haçın kaideliğini yapan heykel grubu, artık kapalı alanda, bir su kaynağının üzerinde korumaya alınmış. Kapıdaki görevli hanım, 1395-1405 tarihli heykellerin yıllarca açıkhavada kalıp karardığını, ancak uzun bir restorasyondan sonra gerçek renklerine kavuşabildiğini belirtiyor. Ve bir söylenti: Yeremya peygamber heykelindeki yüzün aslında Burgonya Düklüğü’nün ilk dükü Philippe le Hardi’ye ait olduğu düşünülüyor. Dükün manastırdakilerle direkt ilişkisi biliniyor; öyle ki manastırın yine korumaya alınan kilise kapısı süslemesinde de bir heykeli var...
Yolunuz düşerse...
-Mimari kadar gastronomisiyle de ünlü Dijon, Fransa’nın en iyi ‘ballı baharatlı ekmeğinin’ (pain d’epices) yapıldığı yer. Yumuşak buğday unu ile hazırlanan Çin asıllı tarif Dük Philippe le Bon’un o kadar hoşuna gitmiş ki Dijon halkı bu yabancı tatlıyı sahiplenmiş.
-Düklük Sarayı’nın Ortaçağ’dan kalma 46 metrelik Philippe le Bon Kulesi’nin 316 basamağını tırmanıp Dijon’un panoramik manzarasını seyredin.
-Gerard Depardieu’nün oynadığı ‘Cyrano de Bergerac’ filminin çekildiği rengârenk çatılı Vogüe Malikanesi ile yine filmin çekimlerinde kullanılan 1483 tarihli Milliere Evi’ne mutlaka gidin. Ahşap kargir mimarisi ve çizgi filmlerden çıktığı izlenimini veren çatı katıyla tipik bir Ortaçağ evi!
-Dijon’u gece de gezin, şehrin meydanları ve anıt yapıları özel olarak ışıklandırılıyor.