GeriSeyahat Dubai çölünde masallar gerçeğe dönüşüyor
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Dubai çölünde masallar gerçeğe dönüşüyor

Dubai çölünde masallar gerçeğe dönüşüyor

Birleşik Arap Emirlikleri’nin üyelerinden Dubai, hemen her gün çehresini yeniliyor. Her gidişimde ülkenin bir başka yüzüyle karşılaşıyorum. Deniz kıyısında her türlü lüksün sunulduğu oteller, şaşırtıcı görüntüler sunan gökdelenler, gezmekle bitmeyen alışveriş merkezleri, çölde safari, dünyanın en ünlü restoranları, görülmemiş su oyunları ile Dubai tüm dünyayı mıknatıs gibi kendine çekiyor.

Dubai’ye bu üçüncü gelişim. Yarısından fazlası çöl olan bu küçücük emirliğe (şehire demek daha doğru olur) üç kere gelmek çok fazla değil mi? Arap Yarımadası’nda, çölle deniz arasına sıkışmış Dubai’de insanı kendisine çeken ne var ki? Eğer denize veya dev boyutlardaki havuzlara girmeyecekseniz, büyüklüğüyle dünya rekorları kıran alışveriş merkezlerinde dolaşmayacaksanız, çölde safari yapmayacaksanız, çölün sessizliğini dinleyip, gece gökyüzünde avize gibi parlayan yıldızları seyretmeyecekseniz, dünyanın en önemli mimarlarının gökdelen yarışını izlemeyecekseniz, Dubai’ye tek yolculuk yeter de artar bile. Bunları yaşayıp, üstüne bir de açık denizde balık avına çıkayım, yemyeşil çimenlerde golf oynayayım, ünlü aşçıların mönüsünü, lezzetli şarapları tadayım derseniz, üç yolculuk yetmeyecektir.
Aslında lüks otellerin duvarlarını süsleyen 40 yıl önce çekilmiş fotoğraflara bakarsanız, Dubai’nin nereden nereye geldiğine inanamazsınız. 1960 öncesi çekilen bu fotoğraflarda, yıkık dökük evlerin önünde geviş getiren develer görülür. Burası, nehrin kıyısındaki Bustakiya mahallesidir. Kent ahalisi develerle, dalgalara dayanıklı teknelerle ticaret yapmakta, balıkçılık ya da derinlere tüpsüz dalıp inci avcılığıyla geçimini sağlamaktaydı. Bugünün Dubai’sinde kimse bu işleri yapmaya tenezzül etmiyor.

PETROL DENEN SİHİR

Mahalle, çatıları rüzgar kuleli (bugünkü klima), toprak renkli evler, ve üstü kapalı çarşılarla çevrili küçük bir yerdi o zamanlar. Geri kalan her yer çölle kaplıydı. Fırtınalar yüzünden evler, sokaklar kumla örtülüyor, insanlar nefes alamıyor, yaşam çekilmez oluyordu. O zamanlar Dubai’de yaşayanlar, burada doğduklarına bin pişmandı. Ta ki 1960’lı yıllara kadar. O tarihlerde çölde fışkıran petrol, bir anda her şeyi değiştiren büyücü gibi imdada yetişti. Tıpkı lambanın içinden çıkan Alaaddin adlı cin gibi. Zaten bütün bu tür mucizelerin ve masalların kaynağı hep Doğu olmamış mıydı!
Bugünkü Dubai’yi görenler, tüm bu anlatılanların bir masal olduğuna inanır. Çünkü çölün yeşil çimene dönüşmesi, birden bire her yerden gökdelenlerin yükselmesi, kıyıları en lüks otellerin kaplaması, develerin kervan yollarının 12 şeritli otoyollara dönüşmesi, yine develerin yerini son model arabaların alması sadece masallarda olurdu.

HER KÖŞESİ ŞAŞIRTICI

Dubai’ye Emirates Hava Yolları ile gittim. Uçan halı misali insanı masal dünyasına taşırken adeta şımartıyordu. Böylesine yemeği lezzetli, şarabı kuvvetli, koltuğu rahat yolculukların bitmesini hiç istemem. Gökyüzünde sonsuza kadar süzülüp durabilirim. Aslında masal, Dubai Havaalanı’nda başlıyordu. Yapının büyüklüğü tüm Dubai’yi içine alacak kadardı. Koridorlar yürümekle bitmiyor, mağazalar göz kamaştırıyor, ekranlardaki ve duvarlardaki ilanlar daha başlangıçta cebinize göz dikiyordu.
Önceki yolculuklarımda bu havaalanı henüz tamamlanmamıştı, ilk kez geliyormuş gibiydim. Aracımız uçak pistinden düzgün, geniş yolda kayarak ilerledi. Palmiye Adası’nın ucundaki devasa otelime ulaştırdı. 2008’de açılan 1539 odalı Atlantis, görüntüsüyle bile insanı şaşırtıyordu. Yapay bir adaya inşa edilmişti. Palmiye Adası’ndaki lüks evlerin arasında ilerlerken, adanın yapımıyla ilgili belgeseli izlediğimde nasıl şaşırdığımı hatırladım. Yüzlerce mühendis, rüzgara, dev dalgalara dayanacak bir ada inşa etmek için kılı kırk yarmıştı. Denizi doldurmak epey zahmetli olmuştu.
Kapıdan girerken Atlantis’in beni durmadan şaşırtacağının farkında değildim. Örneğin, lobinin tam ortasında yükselen cam heykeli görünce odaya çıkmayı unuttum. Dale Chihuly’nin iki yılda yaptığı eser, tam 10 metre yükseklikteydi. 3000 parça cam tüpü, teker teker elde üflenmişti. Havuzun ortasında yükseliyor, renkli camları, göz kamaştıran palmiyeyi andırıyordu. Lobiyi çevreleyen kubbenin duvarlarında İspanyol ressam Albino Gonzales, sekiz yağlı boya tabloyla “Kaybolan Kıta Atlantis”in öyküsünü anlatmıştı.
Cam heykelden zorla ayrılıp resepsiyondan anahtarımı aldım. Odama giderken karşıma dev akvaryum çıktı. Dondum kaldım. Bakışlarım balıklarla yüzdü. Aklım Atlantis’e takıldı. Mimarlar da zaten bunu amaçlamış, her köşede bir efsane canlandırmaya çalışmıştı. Tam bir saat sonra odama çıkabildim. Perdeleri açınca uzaktaki Burj El Arap Oteli’ni, palmiyeleri, hurma ağaçlarını, denizin sonsuzluğunu görüp bir masalın ortasına düştüğümü anladım.
Ertesi sabah Atlantis Efsanesi’nin anlatıldığı labirenti dolaştım. Dubai turu için araca bindiğimde, güneşin çiğ sarı ışığı gözlerimi kamaştırdı. Pencereden akıp giden manzaraya bakılırsa Palmiye Adası’nın lüks evleri çoktan sahiplerini bulmuştu. Ama inşaat sürüyordu. Aslında Dubai’nin inşaatları bitmek bilmiyordu. Dünyadaki en büyük vinçlerin yüzde 20’si buradaydı. Onun için her gelişimde başka bir Dubai görüyordum. İlk geliş gibi oluyordu.

Mimarların yarışı

Geniş caddelerin iki yanında yükselen gökdelenler, hayranlık uyandıracak kadar güzel. Ünlü mimarlar camla, çelikle süsleyip taş yığınlarını birer sanat eserine dönüştürmüş, “mesleki orgazmın” zirvelerinde dolaşmış. Farklı stildeki yapılar kentin özgün siluetini oluşturuyor. Ama global kriz Dubai’yi de sarsmış. İnşaatların büyük bölümü durmuş, Pakistanlı, Vietnamlı, Kamboçyalı, Afgan ucuz işçiler ülkelerine dönmeye başlamış.
Aslında Dubai’nin yerlileri çalışmayı pek sevmiyor. Zaten sayıları 700 bin civarında. Bütün ağır işleri, göçmenler yapıyor. Dünyanın en ucuz ve sessiz işçileri iş bitince otobüslerle şehir dışındaki esir kampını andıran barınaklara gönderiliyor, sabah tekrar toplanıp inşaatlara dağıtılıyor. Bir işverenin, bu sömürüyü eleştiren gazeteciye şu yanıtı verdiğini okumuştum: “Davet etmedik. Kendileri gelmek istediler. Şartları beğenmeyen hemen gidebilir. Milyonlarcası buraya gelebilmek için sıra bekliyor!” Fakirliğin gözü kör olsun, demiştim okurken.
Dubai’ye her gelişimde çöl safarisi yapmadan asla dönmem. Çölleri, özellikle çöl gecelerini çok severim nedense. Usta şoförlerin kullandığı ciplerle kum tepelerini çığlık çığlığa aşmak, kimi zaman devrilme korkusu ya da tekerlekler kuma gömüldüğünde mahsur kalma duygusu adrenalini yükseltir. Gezilerin sonunda, genellikle akşam güneş batımına doğru, çölde kurulmuş bir kamp yerine varmak, orada kristal kadehlerde sunulan buz gibi beyaz şarabı yudumlarken, batan güneşin kumları kırmızıya boyamasını seyretmek, daha sonra mangaldaki ızgaraları tatmak, yemeğin üstüne dansözün kıvrak figürlerini izlemek, en sonunda da nargile içerek, çölün sessizliğini dinlemek insanı başka boyutlara taşır. Son çöl ziyaretimde de güneşin batışını seyretmenin keyfini çıkardım, sessizliğin sesini dinledim, gökyüzündeki milyarlarca yıldızı seyredip, yanıtı bilmediğim soruları sordum, kayan yıldızlara bakıp dilek tuttum.
Dubai’ye bir daha gider miyim bilmiyorum. Ama gidersem yine karşımda bambaşka bir ülke bulacağımı biliyorum.

Dev akvaryumdaki kayıp kıta

Atlantis otelinin dev akvaryumu 11 milyon metreküp suyla dolu. Dipte Kayıp Kıta Atlantis’i simgeleyen kalıntılar bulunuyor. Aralarında okyanusun dev köpek balıkları, vatozlar, adını bilmediğim yüzlerce balık, çevredeki insanlara aldırmadan dönüp dolaşıyor. Birden okyanusun derinliklerine daldım gittim. Burada okyanusun bütün hayvanlarını görmek mümkündü. Yıldızlar, deniz atları, büyüklü küçüklü balıklar, istakozlar, çeşit çeşit yengeçler, deniz örümcekleri, deniz anaları, deniz atları ve diğerleri... Tam 65 bin deniz canlısı bu labirentin içinde yaşamlarını sürdürüyordu. Sanki okyanusun dibinde yürüyordum.

Rekorlar diyarı

Dubai rekorlar kenti. Guiness Rekorlar Kitabı’na göre, dünyanın en büyüğü, uzunu, küçüğü, pahalısı, şıkı, güzeli hep burada. Örneğin yelkeni andıran Burj Al Arab Oteli’nin dünyada bir eşi benzeri yok. Yüksekliği 800 metreyi geçen Burj Dubai, dünyanın en yüksek binası. En büyük alışveriş merkezleri, yegane first class’lı metrosu, klimalı otobüs durakları Dubai’de. Kapalı duraklar soğutulup, yolcular vahşi sıcaktan korunuyor. Dubai hem denizden hem de çölden çalıp kendisini büyütüyor, yeşil alanlar hızla artıyor. En kutsal şeyler üstüne yemin edilse bile, insan buranın 20 yıl önce bir çöl olduğuna inanmaz. İsrail teknolojisi “damlama” sistemi sulamayla, çöl yeşile boyanıyor. İç taraftaki çöllerde uçuşan kum taneleri, Dubai’de çimene boyun eğmiş. Kum tepeleri, göz alabildiğine uzanan golf sahalarına dönüşmüş. Palmiyeler, akasyalar, hurma ağaçları, rengarenk petunyalar, yediverenler, ateş çiçekleri yol kenarlarına, tretuvarlara süs olmuş.

Michelin yıldızlı aşçılar mönü yarışında

Dubai’liler restoran açısından çok şanslı. Dünyanın en ünlü aşçıları şehirde. En ünlü restoranların şubeleri var. Dışarıda birkaç Arap lokantası dışında pek gidilecek yer yok. Oteller ise adeta restoran yarışında. Örneğin Atlantis bu konuda birkaç adım önde. Dünyanın en ünlü suşi şefi Nobuyuki Matsuhisa,ortağı Robert DeNiro ile ünlü Nobu restoranı burada açmış. Londra’nın en ünlü şeflerinden, Michelin yıldızlı İtalyan Giorgi Locatelli, en lezzetli mönüsünü buradaki Ronda için hazırlamış. İki Michelin’li Michel Rostang, French Brasserie’de damak çatlatıyor. Üç yıldızlı şef Santi Santamaria, deniz mahsulleri restoranı Ossiano’nun Avrupa dışındaki ilk şubesini bu otelde açmış. Diğer otellerde de durum farklı değil. Müslüman Dubai’de, içki sadece otellerde servis ediliyor. Lüks bar ve restoranlarda en pahalı, leziz içkiler makul fiyata su gibi tüketiliyor.

False