Serhan YEDİG
Son Güncelleme:
Dante’nin dizelerinde, Puccini’nin operalarında geziniyormuş gibi hissettim
Orkestra şefi Cem Mansur (51), müzik çalışmaları için uzun yıllardır ülkeler, kıtalar arasında seyahat ediyor. Güney Afrika’da gençlik festivali yönetiyor, Türkiye’de Akbank Oda Orkestrası’nın daimi şefi. Bu yıl Puccini’nin evi ve mezarının bulunduğu Torre del Lago’daki 54. Puccini Festivali’ne davet edildi. Bestecinin doğumunun 150’nci yılı nedeniyle tüm önemli eserlerinin sahnelendiği festivalde, Tosca Operası’nda, festival orkestrasını yönetiyor. Mansur "Sahildeki uçsuz bucaksız çam ormanında, kumsalda, kasaba sokaklarında bisikletle dolaşırken geçmişe döndüğünüzü hissediyorsunuz. Çevredeki köyler Dante, Puccini eserlerinden tanıdık. Lucca, Pisa hemen yanı başınızda" diyor.
Üyeleri dünyanın farklı ülkelerine dağılmış bir ailede büyüdüm. Babam sanayiciydi, işi nedeniyle çok seyahat ederdi. Kendi başına zaman geçirmeyi seven, okumaya tutkun bir çocuktum. Dünyayı kitaplardan tanıdım. Kışın ağabeyimle, Viyana’daki dayıma giderdik. Kayak yapardık. 1974’te, 18 yaşında üniversite eğitimi için İngiltere’ye gittim. Oxford’daki hazırlıktan sonra mühendislik eğitimi için Londra’ya geçtim. Bir sömestr sonra müziğe yönelmeye karar verdim. Özel derslerle, kurslarla kendimi geliştirip Guildhall School Of Music’e girdim. Aynı yıl ağabeyimle yaptığımız Paris gezisi, ilk planlı kişisel seyahatimdi. Yaz aylarında birkaç kez otomobille Avusturya, İtalya üstünden gezerek Türkiye’ye geldik, bu sırada birçok şehirde konakladık, çevreyi keşfettik. Öğrencilik dönemimde Amerika’nın Massachusetts eyaletindeki, Lenox kentine Tanglwood Festivali için, Los Angeles’a Leonard Bernstein’den ders almak için, İtalya’nın Siena kentine şeflik kursları için gittim. Aslında bu dönemde bilinçli bir gezgin değildim. Lisan merakım gibi gezi alışkanlığımı da tamamen müziğe borçluyum. Almanca ve Fransızca’yı çocukluğumda evde öğrenmiştim. İngilizce’yi gençliğimdeki pop müzik sevgime, İtalyancamı ise opera tutkuma borçluyum. Gezi merakım ise bestecilerin, müziklerin peşinden gezerken oluştu.
ANILARI KONSERVE YAPMAM ŞEHİRLERİ YAŞAMAYI SEVERİM
Kişinin ilgi alanları çoğaldıkça kentlere bakışının da değiştiğini öğrendiğimde 19 yaşındaydım. Çocukluğumdan beri bildiğim Viyana’yı farklı boyutlarıyla keşfettim. Kentte yaşamış bestecilerin gözüyle bakmaya başladım çevreye. Önemsenmeyen Brucner’in, hasta bulamayan Freud’la komşu olduğu apartmanın önünden geçerken, Leonard Bernstein’ın orkestra yönettiği binaya girerken farklı duygular yaşıyor insan...
1987’de Prag’a gittiğimde, yanında Viyana’nın köy gibi kaldığını gördüm. Prag, mimarisi, kültürel atmosferiyle gerçek bir Avrupa şehri. Mozart’a değer veren, bestecinin mutlu olduğu tek şehir... Polonya, Danimarka, İsveç, Norveç hariç tüm Avrupa’yı gördüm. Amerika ise hiç ilgimi çekmedi. New York yerine İtalya’da küçük bir kasabada yaşamayı tercih ederim. Afrika’da Kenya’ya gitmiş, sevmiştim. Birkaç yıldır Cape Town’da bir gençlik festivalini ve orkestrasını yönetmek üzere Güney Afrika’ya gidiyorum. İki kez, birer ay kaldım. Ülke, Avrupa uygarlığıyla Afrika kültürünün barışma noktası olduğu için çok önemli ve ilginç. Doğası büyüleyici. Sadece Cape Point’te Hint ve Atlasokyanusunun sıcak ve soğuk sularının birbiriyle çarpıştığı noktayı görmek için bile bu ülkeye gitmeye değer. Sahil, zeytinlikler ve bağlarla Akdeniz’e dönüştürülmüş. İç bölgeler safari mekanı gibi. Şaraphaneleri keşfettikten sonra ülkeyi daha da sevdim.
Gezi amacıyla çıktığım en uzak yolculuk Çin’e, 1997’deydi. 15 günde önemli bölgelerini gezdim ve çok etkilendim. Dünyada gördüğüm en iyi düzenlenmiş, etkileyici müze Şanghay Müzesi’ydi. Xi’an’da İmparator Ying Zeng’in mezarındaki terracotta ordu etkileyiciydi. İlk fırsatta bir kez daha gitmek istiyorum. Japonya’yı henüz görmedim, Tayland’ı çok merak ediyorum.
İş için de gitsem, önceden şehirler hakkında bilgi edinirim. Varışta, önce yürüyerek kaybolmayı severim. Kimi zaman müze ziyareti yerine sadece şehrin atmosferini yaşamaya çalışırım. Mutlaka bestecilerin müze evlerine uğrarım. En sevdiğim, Çaykovski’nin Moskova yakınlarında, son iki yılını geçirdiği ev. Bir bestecinin kişiliğini, ülkenin ruhunu bu kadar iyi yansıtan ev azdır. Puccini’nin Torre del Lago’daki evini gezerken de her an bestecinin bir odada karşınıza çıkacağını sanırsınız. Mozart’ın Salzburg’da doğduğu ev çok etkileyicidir. Bu yıl ilk kez Finlandiya’ya gideceğim, Sibelius’un evini göreceğim. Fotoğraf çekmeyi hiç sevmem. Konserve kutusuna dolduracak anılar yerine, anı yaşamaktır tercihim. Bitpazarı, semt pazarları, balık pazarına giderim. Çevreyi gözlerim. Sahafları gezerim. Tavsiye alıp, restoran keşfine çıkarım. Kimi zaman iyi restoranı hislerimle bulurum. Beğendiğim yemeklerin tarifini alır, dönüşte denerim. İddialı olduğum yemekleri benim gibi mi yapıyorlar diye incelerim. Şarküterilere, şarapçılara uğrarım. Prag ve Viyana’da pastanelere uğrarım.
PUCCİNİ’NİN MEZARI MUTFAKTA
İki yıl önce Floransa Festivali’nde orkestra yönetmek için Toscana’ya gitmiştim. Kış aylarıydı, iki hafta kalmıştım. Çevredeki kentlerde turne yaptık. İlk fırsatta, yıllardır görmek istediğim Puccini Evi için Torre del Lago’ya gittim. Denizden kumsalla ayrılan, sazlıklarla çevrili geniş bir gölün kıyısındaydı evi. Ördek avı merakı nedeniyle ve Lucca’nın kalabalığından kaçmak için kentin Tiren Denizi sahiline yerleşmiş. 30 yıl yaşadığı evin içini, okuduğum kitaplar sayesinde tüm ayrıntılarıyla biliyordum. Kapısından girdiğimde, kapanmasına 15 dakika vardı. "Bu evi görmek için 30 yıldır bekliyorum, lütfen izin verin" dedim. Bestecinin el yazısıyla opera partisyonları, not defterleri, Mahler’in imzalı fotoğrafı gibi müthiş belgeler vardı odalarında. Mezarı, eşi ve oğlununkiyle birlikte, evin şapele dönüştürülen mutfağındaydı. Çıkışta kış nedeniyle terk edilmiş Torre del Lago’yu gezdim. İlk fırsatta dönmek arzusuyla ayrıldım.
Puccini Festivali’nden teklif alınca, bu hayalim gerçekleşti. Bir dağ bisikleti edinip, her gün kaldığım otelden provaya sahil boyunca kilometrelerce uzanan çam ormanından geçerek gittim. Geniş kumsalda, çam ormanında, balıkçı kasabasının sokaklarında eski zamanların ruhu hissediliyordu. Kasaba, yüksek dağlarla deniz arasındaki sulak, verimli topraklara kurulmuş. Puccini sayesinde geçen yüzyılda popüler olmuş. Bugün nüfusu 11 bin civarında. Geniş bir marinası, limanı var. İki katlı evleri, köşkleri 1890’larda inşa edilmiş. Arkasındaki dağlarda, Puccini’nin dedelerinin geldiği küçük köyler yer alıyor. Örneğin Pietrasanta, her köşesinden kültür fışkıran bir ortaçağ kasabası. Limanda da aynı ismi taşıyan bir semt var, sakın karıştırmayın! Pietrasanta mermer ocaklarıyla ünlü. Mehmet Aksoy’un deyimiyle "Heykeltıraşların kutsal mekanı." Michelangelo’nun atölyesi, yaşadığı ev hálá ayakta. Sokakları açıkhava heykel sergisi gibi, büyüleyici. Mutlaka görülmeli. Torre del Lago, Toscana’nın tüm kentlerine yakın. Roma aktarmalı, Pisa uçuşuyla Toscana’ya varıp, kasabada konaklayabilirsiniz. Trenle ya da otomobil kiralayıp çevredeki tarihi kentler gezilebilir. Türkiye fiyatlarıyla karşılaştırınca restoranlar çok ucuz, her bütçeye uygun otel bulunabiliyor. Lucca’ya 20, Pisa’ya 18, Portofino’ya 70 kilometre. Kasabada ve çevrede gezerken gördüğünüz tabelalarda Dante’nin eserleri ve Puccini operalarının kahramanlarıyla özdeşleşen isimlere rastlıyorsunuz. Şu kasabada bir Dante kahramanının arazileri vardı, bu köyde Puccini’nin opera kahramanı doğmuştu, derken oyun ve operaların içinden geçip gidiyorsunuz.
Evinin yanına yosunu katı yakıta dönüştüren bir fabrika kurulunca, kokudan rahatsız olan Puccini uzaklarda bir köşk yaptırmış. Kasabanın ismindeki torre (kule), bu fabrikadan kaynaklanıyor. Bugün kasabanın tam adı Torre del Lago Puccini! Yine de besteci her sabah otomobiline atlayıp, eski evine gider, piyano başına otururmuş. Gölün kıyısına bu yıl büyük bir açıkhava konser salonu inşa edildi. Konser çıkışı restoranına uğrayıp, deniz ürünlerini tatmalısınız. Tiyatro binasında, Puccini ve sinema ilişkisini anlatan sergi mutlaka görülmeli. Puccini Festivali 23 Ağustos’ta bitiyor. Ancak Lucca’da eylül ve kasımda La Rondine ve Manon Lescout sahneleniyor. 150’nci yaş kutlamaları 22 Aralık’ta "Mutlu Yıllar Maestro" konseriyle sona erecek.
(Festival hakkında www.puccini2008.it , www.puccinifestival.it sitelerinden bilgi alabilirsiniz)
EN SEVDİĞİ 5 YER
á Mexico City á Roma á Cape Towná Prag á Venedik
neyle seyahat ediyor
Uçak, tren, kiralık otomobil
seyahatte ne okuyor
Üzerinde çalıştığı eserlerle ilgili kitaplar
ne yiyor ne içiyor
Yerel lezzetler, içecekler, zeytinyağı ve şarap çok önemli
çantasının vazgeçilmezleri
Kitaplar, nota, tavla
kimle seyahat ediyor
Yalnız ya da eşiyle
ne alıyor
Köylü pazarlarından takı, el yapımı araçlar
ANILARI KONSERVE YAPMAM ŞEHİRLERİ YAŞAMAYI SEVERİM
Kişinin ilgi alanları çoğaldıkça kentlere bakışının da değiştiğini öğrendiğimde 19 yaşındaydım. Çocukluğumdan beri bildiğim Viyana’yı farklı boyutlarıyla keşfettim. Kentte yaşamış bestecilerin gözüyle bakmaya başladım çevreye. Önemsenmeyen Brucner’in, hasta bulamayan Freud’la komşu olduğu apartmanın önünden geçerken, Leonard Bernstein’ın orkestra yönettiği binaya girerken farklı duygular yaşıyor insan...
1987’de Prag’a gittiğimde, yanında Viyana’nın köy gibi kaldığını gördüm. Prag, mimarisi, kültürel atmosferiyle gerçek bir Avrupa şehri. Mozart’a değer veren, bestecinin mutlu olduğu tek şehir... Polonya, Danimarka, İsveç, Norveç hariç tüm Avrupa’yı gördüm. Amerika ise hiç ilgimi çekmedi. New York yerine İtalya’da küçük bir kasabada yaşamayı tercih ederim. Afrika’da Kenya’ya gitmiş, sevmiştim. Birkaç yıldır Cape Town’da bir gençlik festivalini ve orkestrasını yönetmek üzere Güney Afrika’ya gidiyorum. İki kez, birer ay kaldım. Ülke, Avrupa uygarlığıyla Afrika kültürünün barışma noktası olduğu için çok önemli ve ilginç. Doğası büyüleyici. Sadece Cape Point’te Hint ve Atlasokyanusunun sıcak ve soğuk sularının birbiriyle çarpıştığı noktayı görmek için bile bu ülkeye gitmeye değer. Sahil, zeytinlikler ve bağlarla Akdeniz’e dönüştürülmüş. İç bölgeler safari mekanı gibi. Şaraphaneleri keşfettikten sonra ülkeyi daha da sevdim.
Gezi amacıyla çıktığım en uzak yolculuk Çin’e, 1997’deydi. 15 günde önemli bölgelerini gezdim ve çok etkilendim. Dünyada gördüğüm en iyi düzenlenmiş, etkileyici müze Şanghay Müzesi’ydi. Xi’an’da İmparator Ying Zeng’in mezarındaki terracotta ordu etkileyiciydi. İlk fırsatta bir kez daha gitmek istiyorum. Japonya’yı henüz görmedim, Tayland’ı çok merak ediyorum.
İş için de gitsem, önceden şehirler hakkında bilgi edinirim. Varışta, önce yürüyerek kaybolmayı severim. Kimi zaman müze ziyareti yerine sadece şehrin atmosferini yaşamaya çalışırım. Mutlaka bestecilerin müze evlerine uğrarım. En sevdiğim, Çaykovski’nin Moskova yakınlarında, son iki yılını geçirdiği ev. Bir bestecinin kişiliğini, ülkenin ruhunu bu kadar iyi yansıtan ev azdır. Puccini’nin Torre del Lago’daki evini gezerken de her an bestecinin bir odada karşınıza çıkacağını sanırsınız. Mozart’ın Salzburg’da doğduğu ev çok etkileyicidir. Bu yıl ilk kez Finlandiya’ya gideceğim, Sibelius’un evini göreceğim. Fotoğraf çekmeyi hiç sevmem. Konserve kutusuna dolduracak anılar yerine, anı yaşamaktır tercihim. Bitpazarı, semt pazarları, balık pazarına giderim. Çevreyi gözlerim. Sahafları gezerim. Tavsiye alıp, restoran keşfine çıkarım. Kimi zaman iyi restoranı hislerimle bulurum. Beğendiğim yemeklerin tarifini alır, dönüşte denerim. İddialı olduğum yemekleri benim gibi mi yapıyorlar diye incelerim. Şarküterilere, şarapçılara uğrarım. Prag ve Viyana’da pastanelere uğrarım.
PUCCİNİ’NİN MEZARI MUTFAKTA
İki yıl önce Floransa Festivali’nde orkestra yönetmek için Toscana’ya gitmiştim. Kış aylarıydı, iki hafta kalmıştım. Çevredeki kentlerde turne yaptık. İlk fırsatta, yıllardır görmek istediğim Puccini Evi için Torre del Lago’ya gittim. Denizden kumsalla ayrılan, sazlıklarla çevrili geniş bir gölün kıyısındaydı evi. Ördek avı merakı nedeniyle ve Lucca’nın kalabalığından kaçmak için kentin Tiren Denizi sahiline yerleşmiş. 30 yıl yaşadığı evin içini, okuduğum kitaplar sayesinde tüm ayrıntılarıyla biliyordum. Kapısından girdiğimde, kapanmasına 15 dakika vardı. "Bu evi görmek için 30 yıldır bekliyorum, lütfen izin verin" dedim. Bestecinin el yazısıyla opera partisyonları, not defterleri, Mahler’in imzalı fotoğrafı gibi müthiş belgeler vardı odalarında. Mezarı, eşi ve oğlununkiyle birlikte, evin şapele dönüştürülen mutfağındaydı. Çıkışta kış nedeniyle terk edilmiş Torre del Lago’yu gezdim. İlk fırsatta dönmek arzusuyla ayrıldım.
Puccini Festivali’nden teklif alınca, bu hayalim gerçekleşti. Bir dağ bisikleti edinip, her gün kaldığım otelden provaya sahil boyunca kilometrelerce uzanan çam ormanından geçerek gittim. Geniş kumsalda, çam ormanında, balıkçı kasabasının sokaklarında eski zamanların ruhu hissediliyordu. Kasaba, yüksek dağlarla deniz arasındaki sulak, verimli topraklara kurulmuş. Puccini sayesinde geçen yüzyılda popüler olmuş. Bugün nüfusu 11 bin civarında. Geniş bir marinası, limanı var. İki katlı evleri, köşkleri 1890’larda inşa edilmiş. Arkasındaki dağlarda, Puccini’nin dedelerinin geldiği küçük köyler yer alıyor. Örneğin Pietrasanta, her köşesinden kültür fışkıran bir ortaçağ kasabası. Limanda da aynı ismi taşıyan bir semt var, sakın karıştırmayın! Pietrasanta mermer ocaklarıyla ünlü. Mehmet Aksoy’un deyimiyle "Heykeltıraşların kutsal mekanı." Michelangelo’nun atölyesi, yaşadığı ev hálá ayakta. Sokakları açıkhava heykel sergisi gibi, büyüleyici. Mutlaka görülmeli. Torre del Lago, Toscana’nın tüm kentlerine yakın. Roma aktarmalı, Pisa uçuşuyla Toscana’ya varıp, kasabada konaklayabilirsiniz. Trenle ya da otomobil kiralayıp çevredeki tarihi kentler gezilebilir. Türkiye fiyatlarıyla karşılaştırınca restoranlar çok ucuz, her bütçeye uygun otel bulunabiliyor. Lucca’ya 20, Pisa’ya 18, Portofino’ya 70 kilometre. Kasabada ve çevrede gezerken gördüğünüz tabelalarda Dante’nin eserleri ve Puccini operalarının kahramanlarıyla özdeşleşen isimlere rastlıyorsunuz. Şu kasabada bir Dante kahramanının arazileri vardı, bu köyde Puccini’nin opera kahramanı doğmuştu, derken oyun ve operaların içinden geçip gidiyorsunuz.
Evinin yanına yosunu katı yakıta dönüştüren bir fabrika kurulunca, kokudan rahatsız olan Puccini uzaklarda bir köşk yaptırmış. Kasabanın ismindeki torre (kule), bu fabrikadan kaynaklanıyor. Bugün kasabanın tam adı Torre del Lago Puccini! Yine de besteci her sabah otomobiline atlayıp, eski evine gider, piyano başına otururmuş. Gölün kıyısına bu yıl büyük bir açıkhava konser salonu inşa edildi. Konser çıkışı restoranına uğrayıp, deniz ürünlerini tatmalısınız. Tiyatro binasında, Puccini ve sinema ilişkisini anlatan sergi mutlaka görülmeli. Puccini Festivali 23 Ağustos’ta bitiyor. Ancak Lucca’da eylül ve kasımda La Rondine ve Manon Lescout sahneleniyor. 150’nci yaş kutlamaları 22 Aralık’ta "Mutlu Yıllar Maestro" konseriyle sona erecek.
(Festival hakkında www.puccini2008.it , www.puccinifestival.it sitelerinden bilgi alabilirsiniz)
EN SEVDİĞİ 5 YER
á Mexico City á Roma á Cape Towná Prag á Venedik
neyle seyahat ediyor
Uçak, tren, kiralık otomobil
seyahatte ne okuyor
Üzerinde çalıştığı eserlerle ilgili kitaplar
ne yiyor ne içiyor
Yerel lezzetler, içecekler, zeytinyağı ve şarap çok önemli
çantasının vazgeçilmezleri
Kitaplar, nota, tavla
kimle seyahat ediyor
Yalnız ya da eşiyle
ne alıyor
Köylü pazarlarından takı, el yapımı araçlar