Daha iyi bir insan olmayı öğreten şehir: FEZ
Fez, Kuzey Afrika ülkesi Fas’ın tarihi şehirlerinden. Burada en çok labirente benzeyen sokaklar, tarihi medreseler, lezzetli yemekler ve rengârenk gündelik hayattan etkilendim.
YOLCULUK NEREYE? Fez, Fas
BAŞKA BİR DEYİŞLE Oryantalizmin ruhani yüzü ile karşılaşma, eski yöntemler, canlı renkler, sevginin dili
BAŞKA KİMLER VAR? İstanbullu Sarp, Fezli Khalid
İLK ŞAŞKINLIĞIM Fez’in eski şehrinin bir ucundan diğerine yürümesi 40 dakika sürebiliyormuş
İLK AŞKIM Bou Inania Medresesi
Burnumda çeşit çeşit baharatın kokusu, kulağımda her adımda değişen satıcıların bağırışları ve arada bir beni ayak altında kalmaktan kurtaran eşimin ikazları... Renkler seslerle, sesler yüzlerle karışıp beni de sersemletmiş, yarı bilinçli, yarı trans halinde yürüyorum. Şehrin Medina denen bölümünün o birbirine giren, birbirinden çıkan, labirente benzeyen sokaklarında, yan yana ve karşılıklı dizili tezgâhların her birinin arkasında koca bir hayat var. Tezgâhlarda satılanların kendisinden çok, onların arkasında duran insanlar, aralarındaki muhabbetler, başkahramanı oldukları hikâyeler merakımı cezbediyor. Tatmin edilmesi zor bir merak, farkındayım; hele hele “kısıtlı günde çok şey görmek” gibi tipik turist endişeleri yaşar, geçtiğim her köşede elim ister istemez fotoğraf makinesine giderken. Öyle su gibi aralarına sızıp hayatlarına karışmak mümkün olmayacak tabii ki. Derken o da ne... Halkın tavuk almak üzere önüne yığıldığı tezgâhın ayaklarından birine bağlanmış, ağzında saman sapı, bir gözü sahibinde, “gün bitse de eve gitsek” diye içinden geçiren, kapkara bir keçi! Ayakların arasından bana bakıyor! Hah, işte bana özel bir an! Bu iyiliğini hiç unutmayacağım keçicik...
Arkamdan da hangi tarafımdan? Sağa dönerken şemsiyemin ucu yandaki baharatçının sepetlerine çarpıyor, sol arkama bakayım derken elimdeki torbayı düşürüyorum. İçinde dezenfekte etme özelliği olduğu iddia edilen plastik şişenin olduğu küçük torbam. Bundan üç-beş dakika evvel, karşıma çıkan muhteşem kapılardan birinin önünde durmuş bana cilve yapan minnoş kedi koluma imzasını atınca, elime tutuşturuvermişti rehberimiz Khalid bu şişeyi. Ona kalsa ciddiye alacağından değil ama belli ki bundan evvelki misafirleri çokça paniklemişler benzeri durumlar karşısında. “Merak etme, İstanbul kızıyım ben, sokak hayvanlarına alışığım” deyince o da rahatladı bir nebze. “Istanbul girl” kaldı adım ondan sonra. Torbamı ayakların arasından kurtarmaya çalışırken iki erkek çocuğu ile göz göze geldim; uzaktan uzaktan halime gülüyorlardı. Göz kırptım, çok reaksiyon alamadım, fotoğraf makinemi onlara tutunca dayanamadılar, poz verdiler...
Kalabalığın arasında, ona bak, buna bak derken olmadık ara yollara sapıp kaybolacağımızdan korkan Khalid, bizi meşhur Bou Inania Medresesi’ne götürmeye çalışırken bir yandan üç-beş adımda bir durup yolu gösteriyor. Bir yandan da sağlı sollu gördüğü ahbaplarına selam vermekten geri kalmıyor. Bu sefer konuştuğu kişi yerde çömelmiş, önüne serili kumaşın üzerine yaydığı el örmesi kazakları satıp para kazanmaya çalışan 40’larında bir kadın. Güler yüzlü ama el kol hareketleri hayatından çok da memnun olmadığını gösteriyor. Konuşmaları bitince Khalid bana dönüp özetledi; meğer bundan 6 ay öncesine kadar medreselerin birinin önünde dilenirmiş bu kadın. Müslümanlığa kalpten bağlı, çalışmanın en büyük ibadet olduğuna inanan Khalid, gelmiş gitmiş, dilenmek yerine çalışmaya ikna etmiş onu, hatta Medina’nın o daracık sokaklarında işlek bir köşe de bulmuş ona. Şimdi kadın onu görünce “Yaktın başımı, dilenirken çok daha fazla para kazanıyordum” diye dert yanıyormuş. Khalid de “Sen doğrusunu yapıyorsun” demiş ona. Kadın şikâyet ediyor gibi görünmekle birlikte belli ki için için de memnun, dilenmek yerine çalışıyor olmaktan. Karşılıklı gülümseyip devam ettik yolumuza.
14. YÜZYILDAN KALAN BOU INANIA MEDRESESİ
Geldiğimiz medresenin adı Bou Inania; adını hanedanlığın 6 sultanından biri olan Abu Inan Faris’ten alıyor. Medina’nın “Mavi Kapı” da denen ana kapısına oldukça yakın olan medrese, 14. yüzyılda inşa edilmiş ve medreselerin en büyüğü ve en güzeli olarak kendinden sonra yapılan tüm medreselere örnek teşkil etmiş. İbadet edilen bölüm, abdest alınması için yapılmış çeşmenin bulunduğu avlu ve yatılı öğrencilerin kaldığı yatakhane olmak üzere 3 kısımdan oluşuyor. Sedir, sıva ve mozaik taşlarının kullanıldığı medresenin duvarlarında Kuran’dan ayetler yazılı. Burası tüm medreseler içinde Müslüman olmayanların da ziyaret etmesine izin verilen yegâne medrese.
Yoğun ilgi dolayısıyla
kalabalık olmasına rağmen medresenin ne kadar estetik olduğunu hemen görüyor, zarafetinden etkileniyorsunuz. Medresenin bir köşesine ilişip seyrediyoruz bizi saran güzelliği. Başka yerlerden bildiğimiz bir güzellik değil bu, daha ulvi, daha yüksek, daha köklü, daha gerçek bir güzellik. Diyorum ya, burası bir başka, burada insan daha iyi bir insan olmayı isterken buluyor kendini.
BURAYI NEDEN SEVECEKSİNİZ
Tarihi ve kültürel birikime sahip
Fez el Bali, iyi korunmuş, hatta dünyanın en iyi korunmuş yerleşim merkezlerinden biri. Fez Jdid, Ville Nouvelle ve Fez el Bali olmak üzere 3 kısımdan oluşan Fez’in en eski kısmı olan Fez el Bali, 1200 yaşında, ev sahipliği yaptığı yaklaşık yüz elli bin insan, medreseler, dünyanın en eski üniversitesi ile gerçekten etkileyici bir birikimin bekçisi. 1981 yılından beri UNESCO listesinde yer alan eski şehirde söylenene göre 12 binden fazla sokak var ve kimi zaman 60 cm.’ye kadar daralıyorlar. Dikkatiniz dağıldı mı yolunuzu bulmaya imkân yok, o yüzden yolu bilen birinin eşliğinde eski şehrin sokaklarına dalın.
Yemekleri lezzetli
Fas mutfağı çok ama çok lezzetli. Hurma, kayısı, ceviz, tarçın ana yemeklerde kullanılıyor, benim kişisel olarak sabah akşam, hiç ama hiç bıkmadan yiyebileceğim tarifler söz konusu. Bunların başında da pastilla geliyor. Üzerine pudra şekeri ve tarçın serpilmiş çıtır çıtır hamuru lokmalık kestiğinizde içinden tavuk veya güvercin etinin de olduğu muhteşem bir karışım çıkıyor. Konik kapaklı güveçler içinde arzunuza göre et veya tavuk, hurmalarla, cevizlerle, eriklerle birlikte pişiriliyor.
Bir renk cümbüşünün
içine düşüyorsunuz
İstanbul’da olduğu gibi burada da renk insanların üzerinde değil. Ancak sokaklarda, dükkânlarda, sepetlerde, eller kollarda, sırtta taşınanlarda... Otelinizin işlemeli koltuk döşemelerinde, sokak satıcılarının portakallarında, eşeklerin üzerine serili bezde, kara keçinin karasında, kilimlerinde... Herkes düşkün renge, boşuna değil o kıvrılan sokakların arasından karşınıza birden kumaş boyacılarının çıkıvermesi. Renkler her yerde. Göz alıcı, neredeyse sihirli.
Nerede kalınır
Palais Amani – İşte eski zamanlardan kalma ve artık Medina’da dahi kalmadığından yakınılan, Fas’ın tipik mimarisi ‘riad’ın içine yerleşmiş bir otel. Limon bahçesi ve çeşmesiyle gerçek bir inci.
Riad Fez – Relais & Chateaux’ya ait bir otel. Lüks arayanlar için birebir.
Riad Numero 9 – Otelin sahibi tasarımcı ve haliyle her şeyini en ince ayrıntısına kadar kendi planlamış.
Dar Seffarine – ‘Dar’, Fas mimarisinde riad’ın küçüğü anlamına geliyor.