GeriSeyahat Çocukluğumun masal diyarı: Bremen
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Çocukluğumun masal diyarı: Bremen

Çocukluğumun masal diyarı: Bremen

Bremen yalnızca, çocukluğumun masal kahramanları olan mızıkacılarıyla, yani eşek, köpek, kedi ve horozuyla değil mimari dokusu, 1200 yılık geçmişi ve savaşla yerle yeksan olmasına karşın koruduğu mimari dokusuyla gönlümde ve aklımda iz bıraktı. Bu kent hayvanlara duyduğu sevgi ve anlayış nedeniyle bile sevilebilecek bir yer.

Bir eşek varmış, yük taşımaktan yorgun, yaşlı ve kederli bir eşek. Sahibi artık işine yaramayan zavallı hayvanı kesmek üzereyken ahırından kaçıp yollara düşmüş. Hikâyenin gerisini bildiğinizi varsayıyorum ama bilmeyenler için anımsatayım. Yolda kendisi gibi yaşlı ve yorgun bir av köpeğine rastlamış. Köpek de sokağa atılmaktan muzdarip, dili bir karış dışarıda, aç bilaç uyukluyormuş. Eşek birlikte Bremen’e gidip şarkı söylemelerini önermiş. Derken, artık fare yakalayamadığı için sahibinin ırmakta boğmak istediği kediye ve erken ötmese de, yaşlılıktan sesi kısıldığı için başı kesilmek üzere kümeste bekleyen horoza rastlamışlar.

Dördü birden Bremen’e doğru yola koyulmuşlar ama bir kulübede şölen yapan haramiler çıkmış karşılarına. Eşek anırıp, köpek havlayıp, kedi miyavlayıp horoz ötmeye başlayınca korkarak kaçmış haramiler. Şölene de bizim ‘Bremen Mızıkacıları’ oturmuş. Onları, birbirlerinin üstüne çıkmış şarkı söylerken tasvir eden bronz heykel Bremen’de, katedralin yanı başında duruyor. Yolunuz Almanya’nın bu en cana yakın, en eski kentine düşerse görmenizi öneririm. Tek elinizle eşeğin ön ayaklarını tutmayı başarabilirseniz dileğiniz Tanrı katında kabul görecektir.

Çocukluğumun masal diyarı: Bremen

Bremen güngörmüş, savaşta yerle yeksan edilmesine karşın mimari dokusunu koruyabilmiş bir kent. Tam bin iki yüz yıllık bir geçmişe sahip. Eski önemini yitirmiş de olsa bir liman aynı zamanda. Wester Irmağı’nın kıyısında ve 40 kilometre boyunca uzayıp gidiyor. Kalabalık bir nüfusu var, ama merkezinde dolaşırken bunun pek farkına varmıyorsunuz. İç içe geçmiş daracık sokaklarda kırmızı tuğlalı duvarlar, avlular, ortaçağdan kalma dükkânlar, kuleler arasında yolunuzu yitiriyorsunuz. Neyse ki, bana kenti gezdiren dostlarım Muhlis Kenter ve Orhan Çalışır sayesinde, bu küçük labirentten çıkabildim. Ve kentin en güzel tarihsel yapısı, beylik deyimle söylemem gerekirse incisi olan Belediye binasının tam karşısındaki Roland’ın heykeliyle karşılaştım.

Bir zamanlar tüm batı Avrupa’yı egemenliği altına alan Roma-Germen imparatorluğunun kurucusu Charlemagne’ın (Şarlman) en ünlü şövalyesidir Roland. Fransızlar için efsanevi bir kahramandır. Hakkında yazılan destan, Arap istilâsına karşı ülkesini savunmuş ve bu uğurda hayatını feda etmiş bir şövalyenin serüvenlerini anlatır. Onu, kalkanında iki başlı kartal armasıyla burada görmek doğrusu şaşırtıcı oldu benim için. Kalkanda Charlemagne’ın Bremen kentine özgürlüğünü bağışladığı yazıyordu. Ve taş heykel, dar cepheli eski evlerle çevrili alanın tam ortasında, katedrale karşı biraz aykırı duruyordu. Charlemagne’ın heykeli de vardı elbette, ama şövalyesininkine göre daha küçük, çok daha alçakgönüllüydü. Fransız edebiyatının kurucu metni olarak kabul edilen bir destanın kahramanının heykelini Almanya’nın Bremen kentinde görmek, Avrupa Birliği idealinin, tarihsel ve kültürel bağlamda, ilginç simgelerindendi.

Çocukluğumun masal diyarı: Bremen

Bremen, ‘Özgür Limanlar Birliği’ olarak adlandırabileceğimiz, bir başka deyimle ‘hanseatik’ kentlerin başında geliyor. Ama önemini yitirmiş artık, Hamburg’un gölgesinde kalmış. Bir zamanlar zenginlik ve refahını borçlu olduğu deniz aşırı gücüne de çoktan veda etmiş. XI. yüzyıldan kalma Aziz Pierre katedralinin içindeki sekiz mumya en somut kanıtı bu gerçeğin. O mumyalar uzak ülkelerden buralara dek gelmiş, gurbette ölmüş insanların mumyaları. Tırnaklarıyla dişleri bir camekânda sergileniyor. Ve Bremen, kendince halâ zamana direniyor.

Bu kentin ünlü şahsiyetlerinden biri de Ludwig Roselius. Kafeinsiz kahvenin mucidi. O olmasaydı yanmıştım. Geceleyin ve çalışırken tükettiğim bol miktarda kahveden sonra uyuyabilmemi Ludwig Roselius’a borçlu olduğumu itiraf etmeliyim. Nur içinde yatsın!

Çocukluğumun masal diyarı: Bremen

Bremen yalnızca, çocukluğumun masal kahramanları olan mızıkacılarıyla, yani eşek, köpek, kedi ve horozuyla değil domuzlarıyla da ünlü. Bir zamanlar domuz sürülerinin geçtiği ve iki yanında fırınlarla fıçı dükkânlarının sıralandığı ana caddelerden birine bu domuzların da bronz heykellerini dikmişler. Kent sakinlerinin caddenin tam da orta yerine attıkları çöpleri yedikleri için olsa gerek. Diyeceğim, hayvanlara duyduğu sevgi ve anlayış nedeniyle de sevdim Bremen’i. Onlar olmasaydı hayatımızdan çok şey eksilirdi.

Bremen her yıl önemli bir edebiyat festivaline ev sahipliği yapıyor. Ben de, mızıka çalmak için değil, bu festival bağlamında, Almanya’da yayımlanacak ‘Yüzbaşının Oğlu’ adlı romanımın ön tanıtımını yapmak amacıyla, çevirmenim Barbara Yurttaş ile birlikte geldim Bremen’e. Gelir gelmez de soluğu dev şarap fıçılarının sergilendiği bir lokantada aldım. Bir fıçının üzerinden Baküs gülümsüyordu. Ve Bremen’de yaşayan dostlarla kadeh kaldırmanın sevinci, içinde yaşadığımız bu sıkıntılı ortamda, daha bir anlamlıydı.

Homeros boşuna ‘keder dağıtan’ diye adlandırmamıştı şarabî. Ve iyi ki burada, “Şarap içeceğinize üzüm yiyin” diye öğüt veren kimse yoktu. Ne yalan söyleyeyim, Bremen’de bir süre daha kalabilmek, bu küçük ama son derece sevimli kentte yaşamak için, Roland gibi hayatımı olmasa da, zaten çoğu gidip azı kalan ömrümden bir iki günü feda edebilirdim.

False