Gülgûn TEREK
Son Güncelleme:
Büyük Petro’nun ikinci gözdesi
18. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’yla kısa süreli bir barış yapan Rus Çarı Büyük Petro, tüm gücüyle batıya yönelmiş, St. Petersburg ve Tallinn’i birbiri ardına fethetmişti. İlkinde göz kamaştıran bir şehir, ikincisinde ise göz alıcı bir saray inşa ettirdi. Baltık Denizi kıyısındaki Tallinn bugün, bağımsız Estonya’nın başkenti. Avrupa’da ortaçağ dokusu en iyi korunan şehirlerden. Güneşin batmadığı, beyaz gecelerin hüküm sürdüğü yaz aylarında Tallinn’in UNESCO Dünya Kültür Mirası listesindeki ortaçağ yapıları, Büyük Petro’nun Kadriorg Sarayı, festival meydanları turistlerle dolup taşıyor. Sonbaharda ise huzurlu günlük yaşamına dönüyor, kültür turistleri ve lezzet avcılarının uğrak mekanı oluyor.
Uçağımız Helsinki için alçalmaya başladığında Tallinn’in üzerindeydik. Estonya’nın adalarını ve Baltık Denizi’ni geride bırakıp, Finlandiya Körfezi’nin dantel gibi işlenmiş kıyıları, ormanları üzerinde süzüldük. Malmi Havaalanı’na indik. Her köşesi ressamlara ilham verebilecek şehirde birkaç gün geçirdik. Tallinn’e geçerken uçak ya da 18 dakikalık helikopter yolculuğunu yerine, günboyu işleyen deniz otobüsünü tercih ettik. Yolculuğumuz yaklaşık 1,5 saat sürdü.
Otelimiz Kalev Spa, limana ve şehrin tarihi bölgesindeki surlara çok yakın, ferah, temiz ve konforlu. Tallinn, 1,4 milyon nüfuslu Estonya’nın en büyük kenti. Nüfusu 400 bin civarında. Ülkede Fince ile akraba olan Estonca konuşuluyor. Rusça da geçerli. Temmuzda 30 dereceye ulaşan hava sıcaklığı sonbaharda, gündüz saatlerinde 10 derece civarında.
İlk gün surlardan geçip Vene Caddesi’nde yürüdük. 19. yüzyılda inşa edilmiş, yuvarlak kubbeli St. Nicholas Kilisesi’nin önünden geçtik. Viru Kapısı’na doğru ilerlerken şehrin en eski manastırı Dominican’ı gördük. 1247’de yapılmış. Vene, hemen arkasındaki Müü Rivahe Caddesi’ne Catherina Geçidi’yle bağlanıyor. Çevresindeki ortaçağ atölyeleri aynen korunmuş. 12. yüzyıl sonrasında burası Rus tüccarların, dolayısıyla ticaretin merkeziymiş. Viru’ya yaklaştıkça kalabalık giderek arttı. Şehrin ana giriş kapısı Viru’ya vardığımızda turist seliyle karşılaştık.
Viru Caddesi boyunca tahta platformlar konulmuş. Yazın sokaklara taşan kafe, restoranlarda yerel giysili kızlar servis yapıyor. Aşağı yukarı yürüyen gruplar, birbirine teğet geçtikçe kahkahalar birbirine karışıyor. Bu kadar büyük bir turist kafilesine rastlayacağımı hiç düşünmemiştim. Yürüdükçe şehir Pandora’nın kutusu gibi önümüzde açıldı, muhteşemliği ortaya çıktı.
HER MESLEĞE BİR SOKAK
Pazar meydanı ve belediye binasının bulunduğu Raekoja Meydanı, 800 yıldır şehrin buluşma merkezi. Güneyindeki 1332 tarihli yapı, Kuzey Avrupa’nın orijinalliğini korumuş yegane belediye binası. Yazın sekizgen gotik kulenin merdivenlerine tırmanmayı göze alan turistler, şehri kuşbakışı görüyor. Meydanın diğer üç yanı restoran, kafe ve hediyelik eşya mağazalarıyla çevrili. Raekoja Meydanı tarih boyunca nice kutlama, konser, idam ve noel gösterisine tanıklık etmiş. Ortaçağ karnavalları günümüzde de sürüyor. Çevredeki sokakların herbiri bir meslek grubuna ayrılmış. Sajakang postacıların, Kinga ayakkabıcıların, Kullassepa bakırkıcıların ve sarrafların sokağı. Orhan Veli, burada yaşasaydı, ilginç bir şiir yazabilirdi.
Alman tüccarlar meydanın arkasına denizcileri koruyan aziz St. Nicholas’a ithafen bir kilise yaptırmış. 13. yüzyıldan kalma mezarların, Bernt Notke’nin "Ölüm Dansı" dahil pekçok değerli tablonun bulunduğu yapı akustiğiyle de ünlü. Hafta içinde caz, hafta sonunda org dinletileri yapılıyor. Kentin tarihi merkezi 13. yüzyıldan kalma surlarla çevrili. 16. yüzyılda genişletilip, güçlendirilmiş. 16 metre yükseklikte, 4 kilometre uzunluktaki surlar, 46 kulesiyle şehri korumuş. Günümüze ulaşan 2 kilometrelik surlar, 26 kule, Tallinn’i muhteşem bir ortaçağ kenti yapıyor.
Gerçekten eğlenceli bir şehir Tallinnn. Şehir turuna çıktığımız altı kişilik bisikletler, nostaljik TOMAS treni bizi çocukluğumuza götürdü. Anlattıklarım Aşağı Kent (All-Linn) içindeydi. Yukarı Kent, yani Toompea’ya da yürüyerek ulaşılabiliyor. Pikk Jalg (uzun bacak) yokuşundan çıktığınızda tepede sizi Alexander Nevski Katedrali karşılıyor. 1900 tarihli yapı kuzeyin en büyük Ortodoks kilisesi. İkonları, 11 çanlı kulesindeki mozaikleri görkemli. Karşısındaki Toompea Kalesi, kireçtaşı üzerine yapılmış. Ülkenin en güzel yapısı. İçinde ortaçağ kıyafetli gençler, turistler için ok yarışları düzenliyor. Katedralden Toompea’nın zirvesine doğru ilerlediğimizde 15. yüzyıldan kalma bir luteryan kilisesiyle karşılaşıyoruz. Sessiz ve panaromik manzarası büyüleyici.
DEVRİM ATEŞLEYEN FESTİVAL
Tallinn’in tarihi bölümünün dışındaki alanda Rus etkisi çok belirgin. Üç ayrı hattaki tur otobüslerine, bir biletle 24 saat, defalarca binmek mümkün. Yeşil hat Viru Kapısı’ndan hareket ediyor. Şehrin içinden geçip Navra yolunu takip ederek deniz kenarındaki Russalka anıtına iniyor, festival alanına gidiyor. Kosetee orman yolunu takip ederek botanik bahçesini, ilerisindeki TV kulesini, Pirita yat limanı ve Olimpiyat Hotel’ini geçip plajın yakınındaki limana varıyor. Sonra başlangıç noktasına varıyor. Güzergahındaki festival alanı, 1960’lardan beri ülkenin bağımsızlık çığlıklarının duyulduğu bir politik gösteri merkezi. 1989 Eylülü’ndeki bağımsızlık hareketi, yani Şarkılı Devrim de burada başladı. 20 Ağustos 1991’de ülke bağımsızlığını ilan etti. 2004’te Avrupa Birliği’ne girdi. Bu süreci başlatan Şarkı Festivali, beş yılda bir temmuzda yapılıyor. 30 bin kişilik dünyanın en büyük korosunu 100 bin izleyici dinliyor. Yeşil hat güzergahındaki Gedenkstatte Maarjamae, I. ve II. Dünya Savaşı’nda ölen Rus askerleri için yapılmış bir anıt.
Ülkenin ve Tallinn’in en büyük yerleşimi Kumu’ya kireç taşı bloklarının görülebileceği bir yoldan varılıyor. Ancak burası bile çok sessiz, terkedilmiş gibi. Yeşil alan zengini Tallinn’in en güzel bölümü, Çar Büyük Petro’nun ilk sarayı Kadriorg’un çevresi. 1718’de, Çarice I. Katherina’ya hediye olarak yapılmış. Saray, park ve bahçeler, çiçekler, havuzlar kamelyalarla süslenerek bir cennet yaratılmış. Dönemin sosyetesinin yaşadığı alan, açık hava müzesi gibi. Nefis villalar, yazlıkların yanı sıra tahta yapılar, daha az gösterişli binalarla iç içe geçmiş. Estonya devlet başkanı ve diplomatik misyon konutları bu bölgede.
Kentin tarihi merkezindeki yapılar 1997’den beri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Avrupa’nın ortaçağ dokusunu koruyan en güzel kentlerinden Tallinn, güleryüzlü, misafirperver halkı, fiyatlarının ucuzluğu, restoranlarıyla görülmeye değer bir şehir. Turizm patlamasıyla özelliklerini kaybetmeden gitmenizi tavsiye ederim.
LEZZETLER
Leblebi yerine taze bezelye, pancardan somon garnitürü
Kentin tarihi merkezindeki kafe ve restoranlarda ringa, somon, istakozun yanı sıra geyik ve ördek en çok tüketilen yemeklerden. Restoranların hizmeti ve yemek sunumu etkileyici. Raekoja Meydanı’ndaki, Old Estonia, House Cafe ve meydanın hemen altındaki Old Hansa’de yemeğinizi çevreyi seyrederek yiyebiliyorsunuz. Ringa balığı çiğ de servis ediliyor. Somon ise ince doğranıp buharda pişirilmiş kuşkonmaz, kereviz, kabak ve havuç eşliğinde, kremalı sosla sunuluyor. Çeşitli otlar ve soya filiziyle süslenen sebzeli somonun lezzeti muhteşem. Bir restoranda ise somon küp şeklinde doğranmış pancar, kabuklu yeşil elma ve küçük patates eşliğinde, kremayla sunuluyordu. Hayretle karşıladım. Ancak bunun da lezzeti mükemmeldi.
Kapısında uzun kuyrukların oluştuğu Old Hansa’da ortaçağa ışınlandık. Tahta masalarda, toprak kaplarda sunulan yemekleri, kandilleri, ortaçağ ezgilerini çalan kızlarıyla etkileyici bir atmosfer yaratılmıştı. Arasıra simsiyah giysili keşişler kapıdan girip çıkıyorlardı. Restoranın girişindeki yağ kandilleri, rüzgarın da etkisiyle is kokusunu bize ulaştırıyor ve kendimizi geçmişte hissetmemize neden oluyordu. Kandille aydınlatılan tuvaletlerde bile musluk yerine bir çaydanlık asılıydı. Gotik harflerle, hemen her dilde hazırlanmış mönüden en çok mantar çorbasını sevdim. Çorbanın yanında, fırından yeni çıkmış ve elle koparılmış fındıklı, kekikli esmer ekmek ve otlarla aromalandırılmış taze peynir sunuluyor. Lezzeti olağanüstü... Farklı bir lezzet de turşu, safranlı aşurelik buğday, mercimek ve bohça şeklindeki hamurla birlikte sunulan ızgara somondu. Eşimin denediği balık, orada oldukça beğenilen yaban mersini ve dağ çilekli marmelatlarıyla servis ediliyordu.
Estonya’da taze bezelye, leblebi gibi yeniliyor. Sokakta yürüyenler, ellerindeki torbalardan bezelye çıkarıp, içini açıp, ağızlarına atıyor. Meyvelerden en çok çilek, böğürtlen gibi gülgiller familyasının bizde bilinmeyen türlerini tüketiyorlar.
ALIŞVERİŞ
Koleksiyonerler için bir cennet
Şehrin tarihi bölgesinde çok sayıda hediyelik eşya, kristal, porselen, el işi tahta objeler satan dükkan mevcut. Ham ketenden giysiler, şallar, inanılmaz güzellikteki yün kazak, hırka, pelerin ve başlıklar makbule geçebilecek hediyeler. Yün adeta kanaviçe gibi işlenmiş. Fiyatlar Norveç, İsveç ve Finlandiya’nın yaklaşık dörtte biri. O yüzden oldukça cazip. Masa, sehpa örtüleri ve mutfak süsleri de tezgahların vazgeçilmezleri arasında.
Antikacıların çokluğu dikkatimizi çekti. Birbirine yakın 10 civarında dükkanda özellikle Rusya ile ilgili her türlü belge, fotoğraf, kartpostal, madalya, saat, eski para, süs eşyası satılıyordu. Estonya koleksiyon meraklıları için adeta bir cennet. Alışverişte Euro ve kron birlikte kullanılıyor. Dükkanlarda para bozdurmak, döviz bürosundan daha akılcı.
Otelimiz Kalev Spa, limana ve şehrin tarihi bölgesindeki surlara çok yakın, ferah, temiz ve konforlu. Tallinn, 1,4 milyon nüfuslu Estonya’nın en büyük kenti. Nüfusu 400 bin civarında. Ülkede Fince ile akraba olan Estonca konuşuluyor. Rusça da geçerli. Temmuzda 30 dereceye ulaşan hava sıcaklığı sonbaharda, gündüz saatlerinde 10 derece civarında.
İlk gün surlardan geçip Vene Caddesi’nde yürüdük. 19. yüzyılda inşa edilmiş, yuvarlak kubbeli St. Nicholas Kilisesi’nin önünden geçtik. Viru Kapısı’na doğru ilerlerken şehrin en eski manastırı Dominican’ı gördük. 1247’de yapılmış. Vene, hemen arkasındaki Müü Rivahe Caddesi’ne Catherina Geçidi’yle bağlanıyor. Çevresindeki ortaçağ atölyeleri aynen korunmuş. 12. yüzyıl sonrasında burası Rus tüccarların, dolayısıyla ticaretin merkeziymiş. Viru’ya yaklaştıkça kalabalık giderek arttı. Şehrin ana giriş kapısı Viru’ya vardığımızda turist seliyle karşılaştık.
Viru Caddesi boyunca tahta platformlar konulmuş. Yazın sokaklara taşan kafe, restoranlarda yerel giysili kızlar servis yapıyor. Aşağı yukarı yürüyen gruplar, birbirine teğet geçtikçe kahkahalar birbirine karışıyor. Bu kadar büyük bir turist kafilesine rastlayacağımı hiç düşünmemiştim. Yürüdükçe şehir Pandora’nın kutusu gibi önümüzde açıldı, muhteşemliği ortaya çıktı.
HER MESLEĞE BİR SOKAK
Pazar meydanı ve belediye binasının bulunduğu Raekoja Meydanı, 800 yıldır şehrin buluşma merkezi. Güneyindeki 1332 tarihli yapı, Kuzey Avrupa’nın orijinalliğini korumuş yegane belediye binası. Yazın sekizgen gotik kulenin merdivenlerine tırmanmayı göze alan turistler, şehri kuşbakışı görüyor. Meydanın diğer üç yanı restoran, kafe ve hediyelik eşya mağazalarıyla çevrili. Raekoja Meydanı tarih boyunca nice kutlama, konser, idam ve noel gösterisine tanıklık etmiş. Ortaçağ karnavalları günümüzde de sürüyor. Çevredeki sokakların herbiri bir meslek grubuna ayrılmış. Sajakang postacıların, Kinga ayakkabıcıların, Kullassepa bakırkıcıların ve sarrafların sokağı. Orhan Veli, burada yaşasaydı, ilginç bir şiir yazabilirdi.
Alman tüccarlar meydanın arkasına denizcileri koruyan aziz St. Nicholas’a ithafen bir kilise yaptırmış. 13. yüzyıldan kalma mezarların, Bernt Notke’nin "Ölüm Dansı" dahil pekçok değerli tablonun bulunduğu yapı akustiğiyle de ünlü. Hafta içinde caz, hafta sonunda org dinletileri yapılıyor. Kentin tarihi merkezi 13. yüzyıldan kalma surlarla çevrili. 16. yüzyılda genişletilip, güçlendirilmiş. 16 metre yükseklikte, 4 kilometre uzunluktaki surlar, 46 kulesiyle şehri korumuş. Günümüze ulaşan 2 kilometrelik surlar, 26 kule, Tallinn’i muhteşem bir ortaçağ kenti yapıyor.
Gerçekten eğlenceli bir şehir Tallinnn. Şehir turuna çıktığımız altı kişilik bisikletler, nostaljik TOMAS treni bizi çocukluğumuza götürdü. Anlattıklarım Aşağı Kent (All-Linn) içindeydi. Yukarı Kent, yani Toompea’ya da yürüyerek ulaşılabiliyor. Pikk Jalg (uzun bacak) yokuşundan çıktığınızda tepede sizi Alexander Nevski Katedrali karşılıyor. 1900 tarihli yapı kuzeyin en büyük Ortodoks kilisesi. İkonları, 11 çanlı kulesindeki mozaikleri görkemli. Karşısındaki Toompea Kalesi, kireçtaşı üzerine yapılmış. Ülkenin en güzel yapısı. İçinde ortaçağ kıyafetli gençler, turistler için ok yarışları düzenliyor. Katedralden Toompea’nın zirvesine doğru ilerlediğimizde 15. yüzyıldan kalma bir luteryan kilisesiyle karşılaşıyoruz. Sessiz ve panaromik manzarası büyüleyici.
DEVRİM ATEŞLEYEN FESTİVAL
Tallinn’in tarihi bölümünün dışındaki alanda Rus etkisi çok belirgin. Üç ayrı hattaki tur otobüslerine, bir biletle 24 saat, defalarca binmek mümkün. Yeşil hat Viru Kapısı’ndan hareket ediyor. Şehrin içinden geçip Navra yolunu takip ederek deniz kenarındaki Russalka anıtına iniyor, festival alanına gidiyor. Kosetee orman yolunu takip ederek botanik bahçesini, ilerisindeki TV kulesini, Pirita yat limanı ve Olimpiyat Hotel’ini geçip plajın yakınındaki limana varıyor. Sonra başlangıç noktasına varıyor. Güzergahındaki festival alanı, 1960’lardan beri ülkenin bağımsızlık çığlıklarının duyulduğu bir politik gösteri merkezi. 1989 Eylülü’ndeki bağımsızlık hareketi, yani Şarkılı Devrim de burada başladı. 20 Ağustos 1991’de ülke bağımsızlığını ilan etti. 2004’te Avrupa Birliği’ne girdi. Bu süreci başlatan Şarkı Festivali, beş yılda bir temmuzda yapılıyor. 30 bin kişilik dünyanın en büyük korosunu 100 bin izleyici dinliyor. Yeşil hat güzergahındaki Gedenkstatte Maarjamae, I. ve II. Dünya Savaşı’nda ölen Rus askerleri için yapılmış bir anıt.
Ülkenin ve Tallinn’in en büyük yerleşimi Kumu’ya kireç taşı bloklarının görülebileceği bir yoldan varılıyor. Ancak burası bile çok sessiz, terkedilmiş gibi. Yeşil alan zengini Tallinn’in en güzel bölümü, Çar Büyük Petro’nun ilk sarayı Kadriorg’un çevresi. 1718’de, Çarice I. Katherina’ya hediye olarak yapılmış. Saray, park ve bahçeler, çiçekler, havuzlar kamelyalarla süslenerek bir cennet yaratılmış. Dönemin sosyetesinin yaşadığı alan, açık hava müzesi gibi. Nefis villalar, yazlıkların yanı sıra tahta yapılar, daha az gösterişli binalarla iç içe geçmiş. Estonya devlet başkanı ve diplomatik misyon konutları bu bölgede.
Kentin tarihi merkezindeki yapılar 1997’den beri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde. Avrupa’nın ortaçağ dokusunu koruyan en güzel kentlerinden Tallinn, güleryüzlü, misafirperver halkı, fiyatlarının ucuzluğu, restoranlarıyla görülmeye değer bir şehir. Turizm patlamasıyla özelliklerini kaybetmeden gitmenizi tavsiye ederim.
LEZZETLER
Leblebi yerine taze bezelye, pancardan somon garnitürü
Kentin tarihi merkezindeki kafe ve restoranlarda ringa, somon, istakozun yanı sıra geyik ve ördek en çok tüketilen yemeklerden. Restoranların hizmeti ve yemek sunumu etkileyici. Raekoja Meydanı’ndaki, Old Estonia, House Cafe ve meydanın hemen altındaki Old Hansa’de yemeğinizi çevreyi seyrederek yiyebiliyorsunuz. Ringa balığı çiğ de servis ediliyor. Somon ise ince doğranıp buharda pişirilmiş kuşkonmaz, kereviz, kabak ve havuç eşliğinde, kremalı sosla sunuluyor. Çeşitli otlar ve soya filiziyle süslenen sebzeli somonun lezzeti muhteşem. Bir restoranda ise somon küp şeklinde doğranmış pancar, kabuklu yeşil elma ve küçük patates eşliğinde, kremayla sunuluyordu. Hayretle karşıladım. Ancak bunun da lezzeti mükemmeldi.
Kapısında uzun kuyrukların oluştuğu Old Hansa’da ortaçağa ışınlandık. Tahta masalarda, toprak kaplarda sunulan yemekleri, kandilleri, ortaçağ ezgilerini çalan kızlarıyla etkileyici bir atmosfer yaratılmıştı. Arasıra simsiyah giysili keşişler kapıdan girip çıkıyorlardı. Restoranın girişindeki yağ kandilleri, rüzgarın da etkisiyle is kokusunu bize ulaştırıyor ve kendimizi geçmişte hissetmemize neden oluyordu. Kandille aydınlatılan tuvaletlerde bile musluk yerine bir çaydanlık asılıydı. Gotik harflerle, hemen her dilde hazırlanmış mönüden en çok mantar çorbasını sevdim. Çorbanın yanında, fırından yeni çıkmış ve elle koparılmış fındıklı, kekikli esmer ekmek ve otlarla aromalandırılmış taze peynir sunuluyor. Lezzeti olağanüstü... Farklı bir lezzet de turşu, safranlı aşurelik buğday, mercimek ve bohça şeklindeki hamurla birlikte sunulan ızgara somondu. Eşimin denediği balık, orada oldukça beğenilen yaban mersini ve dağ çilekli marmelatlarıyla servis ediliyordu.
Estonya’da taze bezelye, leblebi gibi yeniliyor. Sokakta yürüyenler, ellerindeki torbalardan bezelye çıkarıp, içini açıp, ağızlarına atıyor. Meyvelerden en çok çilek, böğürtlen gibi gülgiller familyasının bizde bilinmeyen türlerini tüketiyorlar.
ALIŞVERİŞ
Koleksiyonerler için bir cennet
Şehrin tarihi bölgesinde çok sayıda hediyelik eşya, kristal, porselen, el işi tahta objeler satan dükkan mevcut. Ham ketenden giysiler, şallar, inanılmaz güzellikteki yün kazak, hırka, pelerin ve başlıklar makbule geçebilecek hediyeler. Yün adeta kanaviçe gibi işlenmiş. Fiyatlar Norveç, İsveç ve Finlandiya’nın yaklaşık dörtte biri. O yüzden oldukça cazip. Masa, sehpa örtüleri ve mutfak süsleri de tezgahların vazgeçilmezleri arasında.
Antikacıların çokluğu dikkatimizi çekti. Birbirine yakın 10 civarında dükkanda özellikle Rusya ile ilgili her türlü belge, fotoğraf, kartpostal, madalya, saat, eski para, süs eşyası satılıyordu. Estonya koleksiyon meraklıları için adeta bir cennet. Alışverişte Euro ve kron birlikte kullanılıyor. Dükkanlarda para bozdurmak, döviz bürosundan daha akılcı.