GeriSeyahat Bulmak ölmek demektir!
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Bulmak ölmek demektir!

Bulmak ölmek demektir!

Harala gürele içinde içinde koşuşturduğumuz bu dünyada bizim işimiz ne zaman biter acaba? Kredi kartı borçlarımızı ödediğimiz zaman mı? Topluma faydalı çocuklar yetiştirdiğimiz zaman mı? Yoksa, şahane bir CV sahibi olduğumuz zaman mı? Böyle bir milyon madde çıkaralım. Bunların hiçbirine bakıp hayatımızın filminde The End yazısına gelip gelmediğimizi anlayamayız. Yaşamın bir anlam ifade edip etmediğini anlamanın tek bir yolu var. Halâ arıyorsan, bir şeyleri arayacak enerjiyi ve merakı bir araya getirebiliyorsan varsın. Bulduysan daha doğrusu bulduğun hissiyle doluysan yoksun. Bu kadar basit...

Ciyak ciyak bağırarak geliyoruz dünyaya. Baş aşağı sallanan kıçımıza şaplağı yerken kahkahalar patlatmıyoruz. Ağlıyoruz çırıl çıplak geldiğimiz dünyada. Doğumla ölümün arasındaki fark da burada belki. Doğduğumuzda biz ağlıyoruz. Öldüğümüzdeyse geride bıraktıklarımız... Hayat arayışla başlıyor. Arayışla devam ediyor. Bulduğunda ise büyü bitiyor. Sayısız güzel yemekle dolu bir sofrada yaşıyoruz aslında. İştahımız ve tad alma arzumuz olduğu sürece o sofradaki yerimizi hakediyoruz. Tokluk hissi bizi kapladığı anda da bir garson hesabı uzatıyor önümüze. Bir diğeri ise sandalyemizi çekiyor geriye doğru. Çekiyor çünkü o sofrada işimiz bitmiş artık bizim. Sırada bekleyen o kadar çok iştahlı müşteri var ki...

 

Bir sözlük yazıyor olsaydım bulmak kelimesinin yanına şöyle yazardım. Bulmak, büyük bir tehlike... Gerçekten de öyle. Şu geçici dünyada bulmak diye birşey yok çünkü. Bulduğunu sanmak var. Bulmak sadece bir illüzyon. Yaklaşmak, aradığına bir anlığına da olsa dokunmak bunların hepsi gerçek ama bulmak asla değil. Eğer, daha önce yazdığım gibi bir ortamda bize ikram edilen şey adrenalin değil de monotonluk iksiriyse o ortam bizim için ölmüş demek oluyor. Bu, işte, aşkta, her yerde böyle.

 

Çok felsefik bir konu gibi gelebilir. Oysa değil. Örnekleri düşündükçe, “bulmanın laneti”ni hep birlikte hissedeceğiz. Biliyorsunuz, Yalın isminde sempatik bir şarkıcımız oldu. Değişecek misin söyle, değişebilecek misin? nakaratını günde hiç değilse 8 kere duyuyorsunuzdur. İnanılmaz bir ilgi görüyor bu parça. İster beğenin ister beğenmeyin bu şarkı bu ilgiyi hakediyor. Çünkü, şarkının sözlerinde müthiş bir içtenlik var. Mesajlarıma cevap vermeyecekmiş telefonlarıma çıkmayacakmış türünden şarkılardakinden farklı bir enerji var. Bana inanın, bu fark bu taze müzisyenin hayata dair iştahından ve müzik dünyasında kendine güzel bir yer edinme arayışından ileri geliyor. Basit bir melodi, yürekten gelen sözcüklerle birleşiyor ve insanı çarpıyor.

 

Tıpkı Teoman’ın bir bar taburesinin üstünde, babamın öldüğü yaştayım dediği şarkısının çarptığı gibi... Ne müthiş bir şarkıydı değil mi? Peki, size bir soru: Teoman’ın yeni şarkıları bizi neden böyle çarpmıyor? İstiklâl caddesindeki kasetçilerin kolonlarından, koskoca Teoman’ın değil de adı sanı duyulmamış bir şarkıcının sesi yükseliyor? Cevap basit aslında. Teoman aradığını bulalı çok oldu çünkü! Buldu ve durdu... Muhtemelen para-pul-şan-şöhret dörtlemesine giden yolu arayışının ürünüydü bar tabureli bombalar.

 

Aynı dörtlemenin arayışı değil miydi Serdar Ortaç ismindeki popüler müzik bestecisini, şarkıcı olmaya iten dürtü? Ne ilginç değil mi hit olmuş onlarca şarkının yaratıcısı olmuş, herkese besteler üreten kimliğiyle buralara gelmiş bir adamın yeni albümünde başkalarının bestelerinden medet umması? “Ben aslında Yalın’a destek olmak için onun şarkılarını albümüne koydum” şeklinde kendisini bile ikna etmeyecek beyanatlar vermesi?

 

Kalemimiz bulmanın lânetinden nasibini ilk alan şey belki de. Arayış, hayat hikayemizi yazdığımız kalemin mürekkebidir ve “buldum” hissi geldiği anda o kalem cümlelerimize noktayı koyuverir.

 

Düşünüyorum da eğer, hayallerime kavuşmak benim üretken yanımı zayıf düşürecekse hepinizin huzurunda bir ricada bulunuyorum Tanrı’dan: Lütfen beni onlara asla kavuşturmasın! Onlar benim için gökteki yıldızlardan farksız olsun. Varsın onlara ulaşmam imkânsız olsun. Ama ben onlara bakıp yönümü bulayım. Üretmenin değil tüketmenin rüyasını görüyor olmaktan beni korusun.

 

Hepinizin hayalleri var çok iyi biliyorum. Hepsine de saygı duyuyorum. Ancak, size hayallere kavuşma sendromuna şimdiden önlemler almanızı şiddetle öneriyorum. Çünkü, aramak bir enerji. Bulmak ise başa bela. Unutmayın ki, Michael Jackson da aradıklarını fazlasıyla bulunca sapıttı. Yaşayan ve erişilmez bir efsaneydi. Şimdi ise kimsenin yerinde olmak istemeyeceği bir ibret tablosu oldu.

 

Benim hafızamda “bulma”nın lanetine uğramış isimlere en çarpıcı örnek Nirvana’nın solisti Kurt Cobain’dir. Tüm zamanların en iyi şarkısı olarak tescillenen “Smells like teen spirit” şarkısınnın yaratıcısı, müziğiyle dünya gençliğine mal ôldu. Tıpkı, gençlik arayışılarında koyduğu hedefte tanımladığı gibi... Ancak, aradığını öylesine fazlasıyla buldu ki, ürkütücü bir boşlukla doldu içi. Kendine, uğruna yaşamaya değer yeni bir arayış da geliştiremeyince tek çıkışı intihar oldu. Bu yazının başlığının ilham kaynağı oluverdi. Deyim yerindeyse başarısının hayrını göremedi.

 

Sürekli aramak, asla durmamak zorundayız. Aradığımıza dokunabilme şansına kavuşsak bile... Dokunduktan sonra başka bir şeyin arayışına vermeliyiz kendimizi. Hayatımızın filminin devam etmesi için yeni yeni şeyler kovalamalıyız... Çünkü, yaşadığımız evrenin hareketsizlere tahammülü yok. Bize yerinde sabitmiş gibi gelen, oysa binlerce kilometre hızla hareket etmekte olan dünyanın da doğasında böyle birşey yok. Mevsimlerin en güzeli olan yaz mevsimini bulduğunda bile durmayan, kışa geri dönüp ardından yazın sıcaklığına tekrar kavuşmaktan keyif alan bir dünyada yaşıyoruz biz. Ve onun hareketli sırtının üzerinde sürdüğümüz hayatta mutlu olmak istiyorsak, biz de hareketli olmak zorundayız. Durduğunuz anda bilin ki devrilmek üzeresiniz.

 

Hayalleri güzel yapan onlara ulaşamama riskinin bize verdiği heyecandır. Ne güzel bir hayaldir örneğin mutlu bir evlilik? Ne ilginçtir ki kimi evlilik ölene kadar çok mutlu bir şekilde sürer. Kimisiyse şiddetli geçimsizlikle biter. Peki, dedikleri gibi acaba evlilik aşkı neden öldürür? Aslına bakarsanız mutsuz örneklerde evlilik aşkı değil, sadece ve sadece arayışı öldürür! Karşı tarafı ebediyen sahiplenmenin yolunu “bulma”nın rehaveti, o insanla yeni heyecan ve yeni güzellikler yaşama arayışının önüne geçerse başınız sağolsun. Aşkınız da “bulma”nın lanetine uğramış demektir.

 

Şu anda ne kadar garip hisler içinde olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Ediyorum çünkü ben de aynı garip hisleri içimde taşıyorum. Hayallerim bugüne kadar bana hep güleryüzlü göründü. Şimdi ise, onun güleryüzündeki o sinsi yüz ifadesine dikkat ediyorum. Belki de ilk kez...

 

Hepimiz bugüne kadar kurduğumuz hayallere kavuşabilme umuduyla birşeylere sabrettik. Oysa hiç düşünmedik. Hayallerimizi bulduğumuzda yaşayacağımız o tehlikeli sendromdan bizi kurtaracak şeyler hayal etmeyi akıl bile etmedik. Aradıklarımızı kavuşamayınca isyan ettik, öfkelendik, ardından da demotive olduk. Hayallere kavuşamamanın, onlara ulaştığımızda yaşayacağımız sendromdan çıkış yolunu bulamamaktan çok daha hayırlı olabileceğini aklımıza getirmedik.

 

İçimizde yaşayan çocuktan bize bulaşmış o şımarıklıkla tek bir sözcüğü tekrarlayıp durduk tüm bir yaşam boyunca: İstiyorum, istiyorum, istiyorum...

 

burak@strategica.gen.tr

 

False