Bir de siz sayın
Kanada-ABD sınırının doğusunda, St Lawrence Nehri boyunca sıralanan adaların sayısı tartışmalı. Bu nedenle ‘Bin Adalar’ demekle yetinmişler. Seyahat’in 10’uncu yıl ödüllü okuru Mehpare Sözener ağustostaki Korsan Festivali sırasında gitti, izlenimlerini yazdı.
New York Eyaleti’ndeki St Lawrence Nehri, Kanada’nın Ontario Gölü’ne akar. Birleştiği yerdeki Thousand Islands’ın (Bin Ada) adı, laf ola beri gele konmamış. Yaklaşık 1860 ada var. Yaklaşık, diyorum çünkü adaları, Kanada, Amerika yetkilileri ve National Geography dergisi saymış ve hepsi başka bir sayı bulmuş. Onca adayı tekrar tekrar saymak yerine ortalama almışlar.
Öyle bir manzara düşünün ki güneş, nehri ve ağaç kaplı küçük adaları pırıl pırıl parlatıyor. Evler doğayla bütünleşmiş. Suya atlayan çocukları seyrederken, bir gezi teknesiyle aralarında dolaşıp bilgi alıyorsunuz. Temiz havayı içinize çekiyorsunuz.
ADİL BÖLÜŞÜM
Kanada kanunlarına göre ancak ev ve merdiven yapacak kadar ağaç kesebiliyorsunuz. Evlerden birini karada yapıp kışın göl donunca adaya taşımışlar, böylece çok ucuza gelmiş.
Adaların üçte ikisi Kanada’ya, kalanı ise Amerika’ya ait. Her iki ülkedeki toplam yüzölçümleri aynı. Kanada tarafında kışın 1500, yazın 10 bin kişi yaşıyor.
Efsaneye göre Tanrıların sepetindeki güzellikler yere saçılınca bu adalar oluşmuş. Bazı adalar o kadar küçük ki ancak bir ev sığıyor. Hani nerdeyse, ev sahibi kapıdan dışarı çıktığında fazladan bir adım atsa göle girecek. Bunlara ‘balayı adası’ diyorlar. Bir kaya parçasının ada kabul edilmesi için 365 gün su yüzünde kalması, üstünde en azından bir ağaç olması gerekiyormuş. Bölgede 4 bin tane de kaya parçası olduğunu öğreniyorum.
Adamın biri fi tarihinde adaların hepsini 24 dolara satın almış. Hollandalıların da NY Manhattan Adası’nı Kızılderililerden 24 dolara aldığı düşünülürse, o zamanlar için pek de ucuz bir alışveriş sayılmaz. Adam üstündeki ağaçları kesip, nehirden Montreal’e yollamış. Ağaç bitince adaları ucuza elden çıkarıvermiş. Geleceği görememiş, ne yazık ki!
PİYANGOYU KAZANAN OTELDE KALABİLİYOR
Bu adalardan birindeki otelde kalmak için piyango çekiliyor. Kim kazanırsa o kalabiliyor. Talep o kadar fazla anlayacağınız. Otellerin yanı sıra kampingler ve bungalov türü konaklama var. Kışın snowmobile’e binebileceğiniz gibi yazın golf, balık avlama, kayaking, dalma, rafting, go-karts, akvaryum, hayvanat bahçesi, trekking, balon turu, şarap tadabileceğiniz ve alabileceğiniz mahzenler, tekneyle doğrudan gidebileceğiniz tiyatrolar, antik tekne şovları ve tabii bol bol deniz ürünü tadabileceğiniz lokantalar sizi bekliyor. Bence en güzeli ağustostaki Korsan Festivali. Şansıma festivale denk geliyorum. Kuzey Amerikalıları bilirsiniz, Cadılar Bayramı, Bağımsızlık Günü ve yılbaşında mutlaka temaya göre giyinir, hatta evlerini dekore ederler. Festivalde de herkes korsan kıyafetiyle sokaklarda. Çengel kollu, tek gözlü, bandanalı kadınlı, erkekli kalabalık şarkılar söylüyor. Geçmişi hatırlatıp tarihi canlandırıyorlar.
Kaçakçılar Mağarası, 1920’ler-de Amerika’da alkol yasaklandığında kullanılmış. Kaçakçılar içki kasalarına kaya tuzu koyuyor, polisi görünce denize atıveriyorlarmış. Tuzlar eridikçe kasalar suyun üstüne çıkıyormuş. Polis belki o günlerde aldanıyordu, ama bugünlerde oldukça sert. Sürat yapan teknelere mil (1.6 km) başına 1000 dolar ceza kesiyor.
Bir kere de İstanbul Boğazı gibi bir tanker faciası yaşamış, bu güzel yer. Ama o kadar şanslılarmış ki, her zaman esen rüzgâr üç gün esmemiş ve facia ucuz atlatılmış.
SOSLA KARIŞTIRMAYIN
Yolunuz bölgeye düşerse, adaları gezdikten sonra Kanada - ABD sınırındaki 75 yıllık, 13 kilometre uzunluğundaki TI (Thousand Islands) Köprüsü’nde yürüyebilirsiniz. Gündoğumundan batımına kadar yayalara açık. Amerika’nın milli sembolü kel kartallara da ev sahipliği yapan Hill Adası’ndaki Skydeck’e gidip tepeden tüm adaları, köprüyü ve St Lawrence Nehri’nin panoramasını görebilirsiniz.
Amerikalılar salatalarına bizim gibi zeytinyağı, limon koymaz; ‘dressing’ dedikleri bin çeşit sos koyarlar. Bunlardan biri de ‘thousand island’dır. Sessiz sinema çağının yıldızı Mary Irwin (1862-1938) sosdaki sebzeleri bölgedeki adalara benzetmiş, bu isimle evlere girmesini sağlamış. Bugün ortalama bir Amerikalı’ya sokakta “Thousand Islands nedir” diye sorduğunuzda, cevap sostan ileri gitmez!
Kalp saadet getirmedi
Bölgenin en mahzun aşk hikâyesi Boldt Castle’da. NY Waldorf Astoria Hoteli’nin sahibi George C. Boldt, kalp şeklindeki bu adayı 1900’lerin başında Sevgililer Günü için satın almış. Karısı Louise için şato yaptırmaya başlamış. Ama ne şato! Çocuklar oyun oynasın diye ayrıca minik bir şato bile yapılmış. Kuşevi de unutulmamış. Her yerde kalp şeklinde semboller var. O kadar ki, havuz bile.
Prusyalı bu otelci, bulaşıkçılıkla işe başlayıp NY Waldorf Astoria’nın sahibi oluvermiş. Otelinde her odaya çiçek, her kata bir müdür koyup müşterilerine iyi servis vermeye adamış kendini. İşin en üzücü yanı, 1904’te ev bitmeden eşinin ölmesi. O günden sonra ne adaya uğramış ne de inşaatı bitirmiş. Ada doğanın ve vandalların tahribatına teslim olmuş. 1977’de çocukları adayı Thousand Islands Köprü Yönetimi’ne satmış, onlar da adayı müze haline getirmiş. Şimdi her sene şatoda şarap festivali düzenliyorlar. Bu evde ne kimse yaşamış ne de bir mobilya konmuş. 120 odalı, 40 şömineli, 400 pencereli bu ev, o gün bugündür yalnızlığa ve acıya terk edilmiş.