Bavyera Alpleri’nde kartpostal tatili
Zirvesi karlı yüce dağlar, gözalabildiğine uzanan ormanlar, vadilere serpiştirilmiş masmavi gölcükler, 400 yıllık yapılarını, özgün kimliklerini koruyan kasabalar... Kışın kayakçıların gözdesi olan Bavyera Alpleri yaz aylarında doğayı, serin tatilleri sevenlerin, yürüyüşçülerin uğrak yeri. Gülgûn Terek, geçen ay bölgeyi gezdi. İzlenimlerini yazdı.
Almanya ülkemizde nedense tatil mekanı olarak görülmez. Hemen herkesin bu ülkede bir yakını vardır, akraba ziyaretine gidilir. Ancak Almanya Avrupa’nın en çok turist çeken ülkelerinin başında gelir. En sevilen bölge ise Münih ve Bavyera Alpleri’dir.
Bu bölgenin en güzel bölümlerinden biri olan Garmisch-Partenkirchen bölgesine yaptığımız yolculuğa Münih’ten başladık. Havaalanında kiraladığımız otomobille Garmisch yoluna girdik. Bavyera Alpleri’nin eteklerine ulaşana kadar, yaklaşık 80 kilometre boyunca, otoyolun iki yanında farklı ağaçlar, tepeciklerden oluşan yeşil dokuyu seyrederek keyifli bir yolculuk yaptık. Garmisch-Partenkirchen yaklaşık 700 metre yüksekte, 26 bin kişinin yaşadığı 10 bin otel yatağına sahip, 250 dükkanın 100 tanesi pizzacı, restoran, pastane olarak hizmet veriyor. Çeşitli kış olimpiyatlarında ev sahipliği yaptığı için bölgeye bu anlamda çok yatırım yapılmış.
Birbirinden süslü Alp tarzı evleri, tahta balkonlardan sarkan rengarenk çiçekleri, göz alabildiğine yeşil kırları, ormanları ve çevresindeki dağların karlı tepeleri bize görsel ziyafet sunuyor. Otelimizin penceresinden bakınca, Almanya’nın en yüksek dağı, 2962 metrelik Zugspitze tüm heybetiyle karşımızda.
ORMANLARIN ÜSTÜNDEN TELEFERİKLE UÇUŞ
Şehir merkezinde çıktığımız yürüyüş bizi yüzyıllar öncesine taşıyor. Yazın her zaman dolu olan Kurpark’ın önündeki zarif çeşme Strauss’un operalarından esinlenerek yapılmış heykellerle süslü. Buradan Marienplatza kadar bizi ön cepheleri fresk ve resimlerle süslenmiş evler selamlıyor. Meydanda 1792’den kalma eczane binası dikkati çekecek kadar güzel. Hemen yakınlarda bugün otel olarak kullanılan Hussar ve Postotel yapıları adeta zamana meydan okurcasına gururla önümüzdeki yüzyılları görmeyi hayal ediyor. En eski bina 1587 tarihli, diğerleri de ondan aşağı kalmıyor. Meydan yakınında dekorasyonu masif ağaçlarla yapılmış klasik bir Bavyera restoranı buluyoruz. Klasik Alman yemekleri yanında bölgede çok içilen koyu renkli buğday birası tavsiye edilince deniyor ve hayran kalıyoruz.
Eibsee Gölü’nün hemen yakınlardan Zugspitze Dağı’nın zirvesine giden teleferikler var ama oldukça dik bir eğimle tırmanıyor. Teleferiği gözümüz tutmuyor. Diğer seçenek, dağın derinlerinden geçiyor. Bu da cazip değil. Dağlara ulaşma zevkimizi daha uygun bir alternatif olan bir başka teleferik hattı, Eckbauer bahn ile tatmin ediyoruz. Garmisch şehri atlama platformunun hemen yanından hareket edip, 15-20 dakikada inanılmaz güzellikteki ormanların üzerinden geçip 1236 metrede bir platoya varıyoruz. Yemyeşil çayırlar, sıradağlar, karlı tepeler bizi bekliyor. Hele çiçeklerin çeşitliliği gözalıcı. Tepedeki kafe ve terasta çevreyi seyredenlerin çoğu buraya yürüyerek çıkmış. Sırt çantaları, dağ ayakkabıları, yürüyüş sopalarıyla her yaştan yürüyüşçü burada dinlenip, yola devam ediyor. Hava pırıl pırıl. Çok uzaklar görülebiliyor. Manzaraya dalıp gidiyoruz. Yemeği yine buradaki bir dağevinde yedikten sonra tekrar aşağı iniyoruz.
KİLİSENİN SOĞAN KUBBESİ
2’nci Ludwig’in yaptırdığı en küçük saray, Garmisch-Partenkirchen şehrinin tepelerinde. 1800 metre yükseklikteki bu şalede doğumgünlerini kutlarmış Ludwig. Ancak henüz karlar erimemiş, yol kapalı. Bunun üzerine Grainau adlı küçük bir kasabaya yöneliyoruz. 3500 nüfuslu köy dağların eteğine kurulmuş. Bir taraftan Zugsitze öte yandan 2200 metrelik Waxenstein Dağı muhteşem bir manzara oluşturuyor. Dağların neredeyse zirvelerine kadar ulaşan çam ormanları sevimli soğan kubbeli kilisesi ile Grainau kartpostal karesi gibi. Kilisenin hemen dibindeki mezarlık bir turistlik merkez gibi düzenlenmiş. Büyük şehirlerde sıkılan turistler için sakin, huzurlu bir kaçış ortamı var. Kahvemizi bu eşsiz manzaraya bakarak içip şehre dönmek için ayrı bir yol seçiyoruz. Heryerde ağaçlar, kuş cıvıltıları bize eşlik ediyor. Akşam yemeği bu kez Antica Roma adlı İtalyan restoranında. Tam mevsimi olduğu için kuşkonmaz çorbası ile başlayıp klasik İtalyan yemeklerine dönüyoruz. Şefin tavsiyesine uyup seçtiğimiz güzel bir Sicilya şarabı geceye keyifli bir nokta koyuyor.
Avusturya ile Almanya’nın birleştiği bölgede Bavyera Alpleri yükseklikleriyle bizi etkiliyor. Her yer ormanla kaplı. Yüksek dağlara, aralarındaki vadiler küçük göller serpiştirilmiş. En büyükleri Walchensee. Küçükler kışın tamamen donuyor. Yazın yürüyüşçülerin, bisikletçilerin değişmez hedefi olan bölge kışın zaten kayakçıların istilası altında.
BAVYERA ALPLERİ’NİN EN GÜZEL GÖLÜ
Bölgenin en güzel gölü Eibsee. Çevresi o kadar etkileyici ki, gezerken zamanın durmasını istiyorsunuz. Eibsee bir krater gölü, yüksek dağların arasında. Etraftaki orman kıyısına kadar iniyor. Bölgede bir otel ve cafeden başka tesis yok. Tek ses kuşların cıvıltısı. Önümüzde mavinin en güzel tonlarıyla parlayan bir göl, hemen tepemizde yüksek dağlar, göz alabildiğine ormanlar... Buradan ayrılmak gerçekten zor.
MOZART’A KEMAN YAPAN USTA MITTENWALD’DA YAŞAMIŞTI
Bölgenin fazla bilinmeyen ama ilginç kasabalarından biri de Mittenwald. Almanya’da kemancılığın merkezi olarak biliniyor. 1200 metrelik Kranzberg Dağı sanki kasabayı kucaklamış gibi. Eski Roma ticaret yollarından birinin üzerinde bulunan kasaba bu dönemde çok zenginleşmiş. Asıl ününü keman ustası Mathias Klotz sayesinde yapmış. Klotz, İtalya’ya gidip ünlü ustalar Jakob Stainer ve Nicola Amati’den keman yapımını öğrenip 1685’de şehrine dönüp ilk keman yapım atölyesini kurmuş, bir kısmı ailesinden olmak üzere pek çok usta yetiştirmiş. Hatta Mozart’ın konserlerinde Klotz atölyesinde yapılmış kemanlar kullandığı biliniyor. Mittenwald bu ünlü ustaya sahip çıkarak 1930’da doğduğu evi bir keman müzesine dönüştürmüş. Müzede keman dinleyerek pek çok yaylı müzik aletini görmek mümkün. Meraklısı için kaçırılmayacak bir fırsat. Ayrıca Gries Meydanı’ndaki ağaçtan yapılmış dev keman heykeli sizi mutlaka etkileyecek.
Burada da tüm bölgede olduğu gibi açık hava ressamlığı denen ve evlerin ön cephelerinin resimlerle süslendiği yapılar çok fazla. 1738-40 arasında yapılmış eski gotik kilisenin de bir cephesinin bu tarz süslendiğini görüp şaşırdık. Zira bu genelde kiliseler için alışılmış bir uygulama değil. Kilisenin önünde ise bir azizin değil tabii ki ünlü keman ustası Klotz’un bir heykeli var. Küçük parkları, kafeleri, sevimli çiçekli evleri, yollara ekilmiş dev saksılar içindeki rengarenk menekşeleri ile sıcacık bir köy Mittenwald.