Aydınlık bir gecede kanal turu
Geniş caddeleri, heybetli binaları ve köprüleriyle dünyanın en etkileyici şehirlerinden biri St. Petersburg’da beyaz geceler sürüyor. Şehre su üstünden bakmak bu ‘bitmeyen günlerin’ tadını çıkarmanın en güzel yollarından biri.
Şehrin ışıkları yavaş yavaş yanmaya başlamış ama karanlık henüz bastırmamış... Gece saat 11. St. Petersburg sokaklarında hâlâ aydınlık olan havanın tadını çıkarıyorum. Böyle zamanlarda sonsuz bir ‘tazelik’ duygusu kaplıyormuş insanın içini.
Sokaklar giderek kalabalıklaşıyor. Şehrin en işlek caddesi olan Nevsky Caddesi üzerindeki kafeler ve restoranlar tıklım tıklım. Caddenin arka tarafında kurulan pazar da canlılığını koruyor. Sokak sanatçıları etrafta hünerlerini sergiliyor. Gecenin gündüzden pek bir farkı yok. Biyolojik olarak vücudunuz yoruldum mesajı verse de aklınız bunu bir müddet idrak edemiyor. “Biraz daha gezelim, bir şeyler daha yiyip içelim” diye geçiriyorsunuz içinizden. İşte tam böyle bir anda, bütün gün gezip yorulmuş ama hava daha kararmadığı için günü sonlandırmak istemezken bu şehirde yapılacak en harika şey kanal turuna çıkmak. Bitmeyen gündüzleri değerlendirmenin en iyi yolu bu.
EKLER PASTANIN TADI DAMAĞIMDA
Kanal turu için pek çok alternatif var. Yaklaşık bir saatlik turun kişi başı ücreti 400 ruble. Bu turların tek dezavantajı yalnızca Rusça dil seçeneği sunuyor olmaları; İngilizce ya da başka bir dilde rehberlik yapılmıyor. O yüzden yanınıza bir rehber kitap almanızı öneririm. Ya da yalnızca güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Biz turumuza Yeniden Diriliş Katedrali’nin önünden başlıyoruz. İçini gezip çok etkilendiğimiz bu devasa binanın dış cephesini farklı açılardan görmek güzel bir fırsat. Dünyanın en büyük müzeleri arasında olan Hermitage Müzesi’nin önünden geçerken de binanın mimarisine, üzerindeki heykellerin detaylarına, rengine dalıp gitme şansınız oluyor.
Tekneden iner inmez Café Singer’e gidiyoruz. Kazan Katedrali’nin muhteşem görüntüsü eşliğinde sütlü kahve içip ekler pasta –muhtemelen hayatımda yediklerimin en güzeliydi- yiyoruz. Rusya’dan ayrılırken aklımda bu alacakaranlık hava, damağımda o ekler pastanın tadı kalıyor.
ÇAR I. PETRO'NUN 'HAYALLERİNİN ŞEHRİ'
St. Petersburg’u “kuzeyin Venedik’i” olarak adlandırmak ya da kanallarıyla benzerlik kurup “Amsterdam gibi” demek şehre biraz haksızlık etmek gibi... Buranın kendine özgü bir sesi, dokusu var. Yaklaşık 300 yıllık bir tarihi olan şehir, Çar I. Petro’nun hayallerinin bir ürünü olarak yaratılmış.
ÇILGIN PLAN
Sık sık Avrupa’ya giden I. Petro gördüğü yerlerin şehircilik anlayışından, mimarisinden çok etkilenmiş. Denizcilik sevdasının da etkisiyle Baltık Denizi’nin kıyısında, bataklık bir alanda bir şehir inşa etmeye karar vermiş. Rusya’nın bütün taş ustalarını toplayıp limana gelen her geminin taş getirmesini buyurmuş. Aklında hayran olduğu Paris ya da Venedik gibi bir şehir yaratma fikri varmış. Bu plan kulağa başta çılgınca gelse de Çar sonunda hayallerine kavuşmuş. Rusya’nın kuzeybatısında hayallerindeki şehri kurmuş. Avrupa’nın farklı şehirlerinden esinlenilerek yapılan bu şehir değişik seslerin birleşimiyle o kendine has tınıyı bulmuş.