Avrupa içinde ama sanki dışında bir metropol: Porto
Şehrin adı ‘Porto’ yani Türkçe tercümesi ‘Liman’. Portekiz’in başşehri Lizbon’un 280 km kuzeyinde olduğu için, 1755’te Lizbon’un sil baştan yeniden imar edilmesinin sebebi olan büyük deprem ve tsunami buraya uğramamış. Dolayısıyla daha eski bir şehir. Yeni yeni keşfediliyor.
Avrupa kıtasının sonuna geldiniz. Bundan sonra okyanus. Douro Nehri burada dökülüyor okyanusa. Douro ‘altından’ demek. Brezilya’da altın madenleri bulan Portekizli bu nehirden girip boşaltmış yükünü. Güneş ışınlarının yıkadığı Douro Nehri kıyılarındaki teraslarda o meşhur ‘Porto Şarabı’ asmaları 15 metreye varan köklerini salmışlar bu verimli toprağa. Gene bu nehirden ahşap fıçılarla bağlardan Porto’daki mahzenlere kayıklarla taşınıp yıllanmaya bırakılmışlar. Nehirdeki yelkenli kayıklar ‘Rabelo’lar tüm taşıma işini yapıyorlarmış. Yıllarca Porto şarap fıcılarını taşımışlar.
Şimdilerdeyse nostaljik yarışlar yapıyorlar.
Porto denilince ilk akla gelen o meşhur tatlı şarabı. Yemekten sonra alınan bir ‘Dessert Wine’. Üzüm suyu tam fermantasyonunu tamamlamadan eklenen yüksek alkollü bir nevi ‘Brandy’ nedeniyle şarap tatlı kalıyor. Birkaç cinsi var, tadım uzmanları titizlikle hazırlıyorlar. Şarap gibi düşünmeyin, yemekten sonra sadece ufak bir kadeh, bunun için özel Porto kadehleri bile aldım.
Bir rabelo gezisiyle başladım. Nehirden içeri girip Gustave Eiffel’in yaptığı ve artık kullanılmayan köprüsünün altından geçtim. Kıyıda Porto şarabı mahzenleri dramatik bir görüntü veriyor. Bir tanesine sonradan gireceğim, çok merak ettim. Nehirden yukarı yol alıyoruz. Sol tarafımızda eski Porto şehri müthiş bir görünüm veriyor. Birkaç köprü altından geçtikten sonra geri dönüyor ve nehrin okyanusa döküldüğü geniş ağzına gidiyoruz. Portekizli işte buradan hareketle tüm okyanusları keşfetmiş, koloniler edinmiş. Güney Amerika’dan taşıdığı altınları, Uzakdoğu’dan taşıdığı altın kıymetindeki baharatları buradan sokmuş ülkeye.
HAKİKİ PORTO ŞARABI
Bir Porto şarabı mahzenini ziyarete gidiyoruz. Dev ahşap fıçılar arasında kısa bir tadım kursu: Her ne kadar beyazı da mevcutsa Porto şarabı kırmızı. Tawning ve Ruby başta olmak üzere birçok çeşidi var. Dev ahşap fıçılarda yıllanmışları tabii ki çok önemli, şişelerin üzerinde yazıyor; 10 sene, 15 sene gibi. Rekolte senesi de çok önemli. Hükümet titizlikle üzümlerin hakiki Porto bağlarından olduğunu denetliyor ve uluslararası ‘Menşei bellidir, kontrol edilmiştir’, ‘DOC’ damgası vuruyor şişelere. Porto’yu başka bir bölgede imal etseniz bile ‘Porto’ adını kullanamıyorsunuz. Yukarı Douro Vadisi’nde olmalı bağlarınız. Beni etkileyen binalar: Tren istasyonu, Borsa Sarayı ve belkide biraz turistik olsa da ‘Lello&Irmão’ (Lello ve Kardeşi) kitapçısı.
DÜNYANIN EN GÜZEL İSTASYONU
Porto Tren istasyonu’nun en güzel yanı hâlâ istasyon olarak kullanılması. Yani ‘modern bir istasyon yapalım, istasyonu oraya taşıyalım, burası müze olsun veya daha fenası, otel olsun ve bu şekilde orayı kurtaralım’ zihniyetinden arınmak lazım. Ülkemizde çok sık duymaya başladığımız çok saçma bir mantık. Eski işlevinde, kullanımında kaldığı müddetçe güzeldir yapı. Trenler, raylar vs. değişebilir, modern çağa ayak uydurabilir ama bina asla... Müthiş ve etkileyiciydi; Tuktuk (Elektrikli üç tekerlekli taksi) şoförüm semptik kız Ana, “Şimdi seni dünyada görebileceğin en güzel istasyona getirdim” dediği zaman haklı imiş. 20 bin kare seramik 1905-1916 yılları arasında sanatçı Jorge Colaço tarafından yapılıp duvarlara yerleştirilmiş. Portekiz tarihini, taşımacılık tarihini anlatıyor. İyi bir rehber veya kitap ile beraber görülmesi gerekir... Hastasıyım..
BENİM GİBİ YAPIN
BİR KİTAP ALIN
‘Palácio da Bolsa’ (Borsa Sarayı) ve bihassa ‘Arap Odası’ görülmeye değer. 1850’lerde eski bir Manastır’ın külleri üzerine inşa edilmiş. Arap Odası’nın altın varak süsleri görülmesi ve ihtişamının tadılması gerekir. Turist Otobüsleri gelmeden kitapçı ‘Lello&Irmão’ya uğrayın ve üst kata çıkın. Gelenlerin yüzde kaçı kitap alıyor bilmem ama sizde benim gibi yapın. Bir kitap alın. Ben: ‘My Portugal: Recipes and Strories’ (Benim Portekiz’in reçeteler ve tarifler) kitabını aldım. New York’ta çok sevdiğim iki Michelin yıldızlı Aldea Lokantası’nın şefi ve sahibi George Mendez’den..