Atina ikinci adresimiz olur mu?
Bir Yunanistan sevdası tutturduk gidiyoruz. Yazın Yunan Adaları, her mevsim Atina, Selanik… Etrafımızda orada mülk edinenler giderek çoğalmakta. Hem mesafe yakın, hem insanları gönlümüze kafamıza yatkın. “Atina’yı kendime ikinci adres yapar mıyım?” dedim, gittim uzunca kaldım. İşte gözlemlerim…
Birkaç gün tatile gitmek yerine haftalarca o yerde vakit geçirince fikirleriniz farklılaşabiliyor. İlk önce şunu söylemeliyim: Avrupa ve biz diye bir ayırım varsa Yunanistan kesinlikle bize daha yakın. İnsanıyla, kentiyle, sosyal yapısıyla iki toplum yüzyıllar içinde birbirine girmiş. Bizi seviyorlar. Mutlu mesut yaşayan bir dolu Türk gelin var. ‘Türküm’ deyince içten ve sıcak davranıyorlar. Bir yandan da çekiniyorlar. Nasıl çekinmesinler. Her akşam televizyonda bizim politik tutumlarımızla ilgili veya Ege Denizi’nde günlük değişen durumla ilgili haberler yayınlanıyor.
Atina, İstanbul’un yanında küçük. Ne aradığınıza göre değişir ama İstanbul’da olan lüks markaların dev mağazaları ve çeşitlilik orada yok. Kurların sürekli artışından dolayı bize pahalı. Krizden sonra gelen yüksek vergiler yüzünden ithal mallar bizi bırakın onlara pahalı kalıyor. Gümrük Birliği bu durumda işlerine yaramıyor. Alman veya İngiliz bir ürün burada karşınıza daha yüksek fiyatla çıkabiliyor. Ama tabi yaşam maliyeti, ev kiraları, su, pazar fiyatları ve ulaşım Avrupa’nın belli başlı ülkelerinden daha aşağıda…
Her yer turist dolu
Plaka, Akropolis, Syntagma tıka basa turist dolu. Dünyanın dört bir yanından... Akropolis’in eteklerinde harika evlerin olduğu sokakta her kapı önünde fotoğraf çektirmekten kendimi alamadım. Pangrati çok inişli çıkışlı ama merkeze yakın olduğundan oturmak için tercih edilen bir semt. Kifissia, kuzeyde genelde çocuklu ailelerin yaşadığı güzel dükkân ve restoranların olduğu yerleşim bölgesi. En pahalı en şık evler Psychiko ve özellikle Filothei’de. Gazi’de daha çok sanatçı kesim loft’larda oturuyor. Kolonaki’de yaşayan pek kalmamış, şehrin o bölgesine haftanın tek günleri tek, çift günleri çift plakalı araçlar girebiliyor. Otopark sorun. En lüks mağazalar restoran ve barlar burada. Her semtte mutlaka park, az da olsa yeşillik var. Evet, şehir biraz köhne, üstüne kriz de vurmuş ama çok güzel bir köhne...
Atinalılar çok şanslı. Yılın yarısı hava sıcak, o yüzden hep bir tatil havası var. Bu aylarda hafta içi iş çıkışı ve hafta sonu denize koşuyorlar. Nisandan itibaren kıyı şeridindeki plajlar açılıyor. Astir Beach en havalısı. Deli gibi üşüyen ben, arkadaşlarım girerken ancak bir parmağımı suya sokabildim. “Yazın mutlaka geri geliyorsun, lastik sürat botlarıyla çok konforlu olmayan bir şekilde uzun mesafe adalara gitmek için kendini hazırla!” dediler. Deniz beni tutar, ‘Yapabilecek miyim?’ göreceğiz!
Şehrin içi kadar yakın çevresinde de gezilecek görülecek yerler çok. Günübirlik tur alıp Korint Boğazı, Mycenea Antik Şehri’ni, Epidaurus Antik Tiyatrosu’nu ve Nafphlion kasabasını gezdim. Diğer bir gün Arachova Delphi ve Galaxidi’ye gidip geldik.
Arachova Atina’ya en yakın kayak kasabası. Burada altı ay yaz ama kışın üç ay da bal gibi kayak yapıyorlar. Birçok kayak merkezleri var. Harika manzarasını da fotoğraflamaya doyamadık. Galaxidi şirin bir balıkçı kasabası. Başka bir sefer Pire’den başlayan sahil şeridinde art arda Palaio Faliro, Glyfada, Voula, Voulagmeni derken Sounio Burnu’na Poseidon Tapınağı’na kadar uzandık, Lavrio kasabasında taptaze balık yedik.
Akropolis’te mükemmel bir renovasyon devam ediyor. “Ahh!” diyor insan, bizdekileri hatırlayınca… Atina’dan 200 kilometre ötede Delphi’ye Apollon Tapınağı’ndan geriye çok bir şey kalmamışsa da her gün otobüs dolusu turist taşınıyor. Bizim güzelim antik kentlerimizi aklımdan geçiriyorum. Turizm silahlarını adım adım ülkenin her yerinde çok ama çok iyi kullanıyorlar.
Parmak ısırtan lezzetler
Sokak simitçileri Atina’da sanırsınız birer pastane. Küçük camekanların içinde esmeri, beyazı, susamlısı, ay çekirdekli, haşhaşlısı boy boy… Pastahanelerde de durum aynı. Temelde yiyeceklerimiz aynı ama poğaça, baklava, simit ve helvada bizden daha farklı kuruyemiş ve meyve kullanıyorlar. Çeşit çok. Helvanın 10 türünü saymışımdır. Kuru portakallısı, tarçınlısı, bademlisi, yaban mersinlisi… Pastanelerde Veneti, kuruyemişçilerde Capro, kahvecilerde Cafe Berry bence bir numara. Pahalı restoranları çoğunlukla es geçtim, sağlıklı kafelere takıldım.
Mama Tiera, Avocado ve Vegan Nation. Bir yandan da ‘street food’ delisi oldum. En güzel souvlaki Kostas, falafel Falafellas, dondurma Le Greche’de. Kolayca anlaşıldığı üzere bunların hepsi beni benden aldı bir güzel kilo olarak döndü… İlk iki hafta dedim ki “Yok kızım, Atina sana göre değil! Yanılmışsın.” Ama sonra sonra fikrim değişmeye başladı. Neden mi? O yok, bu gereksiz pahalı, şehir o kadar da güzel değil vs... Gelgelelim bizde olmayan belki de en önemli şeye sahipler. Takılmıyorlar, kasmıyorlar, rahatlar. Krizin ortasında bankalar tatil kredisi çıkarmış gidip tatillerini yapabilsinler diyeyim siz anlayın. Mutlu havaları onların arasında size de geçiyor. Gerisi ne mühim! Hayat aslında bundan ibaret değil mi? Bir kere tadını aldım artık duramam çok yakında geri gidiyorum.