Annemin Evi
Gila Benmayor
İnsan bir şehri yaşamadan, görmeden sevebilir mi?
12 yaşında iken Edirne’den ayrılan annemin doğduğu şehre tutkusu öylesine büyüktü ki bana da bulaştı.
Annemin küçüklüğümden beri anlattığı Edirne anıları arasında mahallesi, birkaç yıl önce yenilenip açılan sinagogun köşesindeki evi hep vardı. O evi, müziğin, kahkahaların, birbirlerine sataşmaların hiç eksik olmadığı haylaz ve neşeli üç çocuklu kalabalık bir ailenin mutlu yuvası diye hayal ederdim. Anneannem kendimi bildim bileli piyano çalardı, büyükbabam ise beni operayla tanıştıran ilk kişiydi. Traş olurken bile “la donna e mobile”yi mırıldanırdı. İşte bu mutlu yuva, Edirne’nin en eski ve en tarihi yerleşim merkezi Kaleiçi, Dilaver Bey Mahallesi’ndeki ev şimdi harabe durumda.
1980’li yıllardan sonra ilk kez dört yıl önce Edirne’ye giden annem evini gördüğünde gözyaşlarını tutamamıştı. Çatısı iyice çökmüş, tahtalarındaki o güzelim oymalar yok olmaya yüz tutmuş ev uzun yıllardan beri ailenin mülkiyetinde olmasa da anılarını gittiği her diyarda canlı tutan annemin biricik eviydi.
Hem kitap kurdu, hem mutfak tutkunu hiperaktif anneannemin yazın ortasında avlusunda salça yaptığı, erişte açtığı, serin odunluğuna marul ve karpuz istiflediği, annem ile dayımın herkes uyurken havanda leblebileri un haline getirip birbirlerine üfledikleri o hayat dolu ev bu harabe miydi? Annemin evini ilk gördüğümde ne büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım. Sonra günün birinde bir mucize oldu… Ev eski haline dönüşmedi ama o güzel günleri yaşadığı haliyle pat diye önüme düşüverdi. Edirne’den söz ettiğim yazılardan biri okuyan İTÜ Makine Fakültesi öğretim görevlisi Yardımcı Doçent Dr. Murat Çakan “Edirne’den Suluboyalar” kitabını gönderdi. Annemle birlikte, çocukluğunu Edirne’de geçirmiş olan Murat Çakan’ın kitabının sayfalarını çevirirken annem “işte bizim ev” diye bir çığlık attı. Yıllar boyu hayallerinde taptaze tuttuğu ev Çakan’ın usta suluboya fırça darbeleriyle yeniden hayat bulmuştu.Kitabını yollarken mail adresini iliştirmeyi ihmal etmeyen Çakan’a evi bir fotoğraftan görerek
mi çizdiğini sordum. “Havra Sokağı suluboya resmini 1988 yılında, yani fakülte ikinci sınıfta okurken yapmıştım. O tarihte ev sağlam durumdaydı. Genelde sabah saatlerinde ve akşamüstleri Edirne sokaklarında gezer, elimdeki eskiz defterine kara kalem resimler çiziktirirdim. Bir nevi “carnet de voyage” resimleri yani. Bu resim de öyle çıkmış olmalı” cevabını aldım.
Edirne’nin bunca tarihi evi arasında gönlünün resmetmek için seçtiği birkaç ev arasında anneminki de vardı. Vaktinde annesi Edirne Müzesi arkeologlarından olan Çakan, annem gibi Edirne’den uzak kalınca bu şehri devamlı hatırlayıp özlemiş.
Kitabının önsözünde bakın ne diyor?
“Bence Tanpınar’ın “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinde bahsettiği hal, Edirne gibi tüm revnaklı şehirler için geçerli olan evrensel bir duygu. Şehirlerin, o şehirlerin ahalisinin oluşturduğu yeni zamanların içinde çıkmak ve eski zamanlara kaçmak bir ihtiyaç. Suluboyalarıma, zaman zaman hepimizi sarmalayan ve tedavi eden o ihtiyacın penceresinden bakmanızı isterim”. Çakan’ın dediği gibi, bizleri Edirne’nin eski zamanlarına alıp götüren kitap eski Vali Hasan Duruer tarafından bastırılmış.
Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, annemin evini hissedarlarından satın alıp bir “Yahudi Kültür Merkezi” ne dönüştürmeyi planlıyor. Keşke projesi tez zamanda hayata geçse, annem görebilse. Tarihi evleriyle, bahçeleriyle, bugün işlevsiz duran Makedon Kulesi’yle Edirne’nin en eski dokusu Kaleiçi böyle koruma, yenileme projeleriyle yeniden eski güzel günlerine dönse. Adını Roma’nın ünlü komutanı Hadrian’ın 2. Yüzyılda yaptırmış olduğu kaleden alan Kaleiçi, bu şehrin başka bir tutkunu sevgili dostum Edirne Müzesi Müdürü Hasan Karakaya’ya göre, “şehrin daha çok işlenmesi gereken mücevheridir”. Aslında yine Karakaya’nın dediği gibi sadece yayalara açık olacak şekilde “cittaslow” olmaya namzettir.