Ersin KALKAN / erkalkan@hurriyet.com.tr
Son Güncelleme:
Anadolu’da tarihin başladığı şehir BATMAN
Batman toprağı çok bereketli bir memleket. Kazmayı vurdun mu ya petrol fışkıyor ya da tarih. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki Mezopotamya’nın en gelişmiş antik kentleri Batman sınırlarında. Dicle ve Batman Çayı’nın oluşturduğu vadilerdeki şehirlerin geçmişi, Anadolu’daki ilk yerleşim kabul edilen Çatalhöyük’ten çok daha eski. Tam 12 bin yıl öncesine uzanıyor.
Anadolu’nun en sıcak ve samimi insanları yaşıyor bu ilimizin sınırlarında. Valisinden sokaktaki leblebicisine kadar herkes kentlerinin bin yıllar öncesine dayanan geçmişini insanlığa açmak için çaba sarf ediyor. Batman’a gittik, bu rüyaya sizi de ortak etmek istedik.
Batman’a gitmek dünyanın en eski dinlerine ve kültürlerine yolculuk yapmak gibidir. Partlar’dan Sasanilere, Romalılar’dan Artuklular’a kadar birçok medeniyetin izleri duruyor bu topraklarda. Yezidiler’in tarih boyunca en önemli tapınakları buradaydı. Hazreti İsa’nın dilini konuşan Süryaniler’in de kutsal manastırları bu ilimizin sınırları içinde. İslam felsefesinin derinlik kazanmasına büyük katkısı olan düşünürler de bir zamanlar Batman’da yaşamış. Her taşın altından tarih fışkırıyor. Burada, tarlalardan, çayırlardan sikkeler, heykeller, biblolar, gözyaşı şişeleri çıkıyor durmadan.
Geçen ay İl Kültür Müdürlüğü’nün düzenlediği Turizm Haftası’nı izlemek için Batman’a gittik. Türkiye’nin ve dünyanın saygın üniversitelerinden gelen tarihçi, sosyal ve kültürel antropoloji uzmanları ve felsefecilerin konuşmalar yaptıkları panellerin ayakta izlendiğini gördük. Batman’dan yetişen ve ülkemizdeki modern resmin en önemli ustalarından Ahmet Güneştekin’i Batmanlıların ayakta alkışladığına şahit olduk. Sonra da düşüp yollara gittik eski köylere, kalelere, toprak altından yeniden doğan antik kentlere.
ÜÇ VALİ KENTİN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRDİ
Aslında 1940’a kadar Batman diye bir şehir yoktu. Burada 250 haneden ibaret İluh adında bir köy vardı. Köyün kökleri bir zamanlar Batman Çayı’nın ortasındaki Elekhan’a uzanıyor. Evet, Batman’ın geçmişi çok eskilere dayanmıyor ama Elekhan tarihte önemli bir yere sahip. MÖ 546 yılında kurulan bu ada şehir MÖ 331’de Büyük İskender’in istilasına uğramış. Daha sonra Lesepkoslar, Partlar, Romalılar, Sasaniler ve Bizans İmparatorluğu’nun hakimiyetine girmiş. Bu arada doğudan gelen Artuklular, Moğollar, İlhanlılar, Celaliler, Karakoyunlu ve Akkoyunluların sınırlarına dahil olmuş. 1500 yılında Safeviler’in eline geçmiş. Daha sonraki yıllarda, IV. Murat, Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Paşa’ya Elekhan’ı da içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiş. Bu gelişmeden sonra Elekhan önce Elah, daha sonraki zamanlarda ise İluh olarak anılmaya başlanmış. Cumhuriyet kurulduğunda İluh Köyü, Siirt Vilayeti’nin Elmedin Kazası’na bağlı olarak varlığını sürdürmüş. Elmedin yerleşim birimi 1926-27 yılı ilkbaharında bugünkü Batman Çayı’nın taşması nedeniyle haritadan silinmiş ve İluh köyü Beşiri (Kobin) ilçesine bağlanmış. 1937’de bucak haline getirilen İluh’un kaderi, 1940’ların sonlarında bölgede petrol bulunmasıyla tamamen değişmiş. Bu yerleşim 1957’de ilçe, 16 Mayıs 1990’da il olmuş. Petrol bulunduğu dönemde 4 bin civarında olan nüfus şu anda 400 binlerin üzerine çıkmış.
Batman’ın taşıdığı köklü kültür mirası ve zengin yeraltı kaynakları bölge insanı için büyük bir şans. Ama, bölgede 34 yıldır süren karanlık savaştan en fazla yara alan da bu ilimiz. Bir zamanlar petrolü ve Hasankeyf’i ile anılan şehir, 1990’ların ilk yıllarında Hizbullah adlı çetenin işlediği cinayetlerle anılır oldu. Ardından bitip tükenmek bilmeyen kadın intiharları ortaya çıktı. Fakat Vali Efkan Ala’nın muazzam çabalarıyla kara talihini yenmeye başlayan Batman’a, Ala’dan sonra Haluk İmga ve son Vali Dr. Recep Kızılcık gibi entelektüel valiler tayin edildi. Üç vali de bölgedeki kültürel mirasa büyük önem verdi. Arkeolojik araştırmaları ve yeni projeleri destekledi, tarihi eser kaçakçılığıyla mücadele edip eserlerin bölgede kalmasını sağladı. Bu sayede çok sayıda irili ufaklı ören yeri ortaya çıktı, tarihi eserler bin yıllık uykularından uyandı.
ÇATALHÖYÜK’TEN DAHA ESKİ YERLEŞİM
Batman’daki eserlerin büyük bölümü Hasankeyf ve çevresinde. Biz yolculuğumuza Beşiri’den başlayalım. Ama önce arkeolojik araştırmaların geçmişine ve önemine dair birkaç kelam edelim.
1963 yılından bu yana Prof. Dr. Halet Çambel ile Prof. Dr. Robert J. Braid Wood yönetiminde İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen bir çalışma var. "Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi" adı altında sürdürülen bu çalışmada Batman ve çevresinin dünyanın en önemli kültür hazinelerine sahip olduğu ortaya çıktı. Bu projenin yanı sıra Batman Çayı’nın batısındaki Demirköy Höyüğü’nde Amerika Deleware Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Michael Meir Rosenberg ile Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü’nün 1990’dan bu yana sürdürdüğü kazılardaki bulgulardan, burasının çok eski ve önemli bir yerleşim alanı olduğu anlaşıldı.
Aynı ekip Batman’ın Kozluk İlçesi Kaletepe Köyü sınırlarında, Batman Çayı kenarındaki Hallan Çemi Höyüğü’nde de kazı yaptı. Elde edilen kadın süs eşyaları, taş hayvan figürlü heykel, taş silahların incelenmesi sonucunda bu yörenin yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait yerleşim alanı olduğu ortaya çıktı. Neolitik çağda Hallan Çemi Tepesi ile Çayönü yerleşmeleri arasında yer alan bölgenin tarihteki kronolojik boşluğu dolduran bir öneme sahip olduğu kabul ediliyor. Anadolu’nun en eski yerleşim yeri olarak Çatalhöyük kabul edilse de Çayönü ve Hallan Çemi höyüğündeki buluntularla, en eski yerleşim biriminin Batman-Kozluk sınırlarında yer aldığı teyit edilmiş.
PAGAN İBADETHANESİNE SÜRYANİ MANASTIRI
Beşiri İlçesi, Batman il merkezine 16 kilometre uzaklıkta. İlçeye bağlı Ayrancı Köyü’ndeki Hıristiyanların ilk kiliselerinden Morkiryakos Manastırı, 451 yılında yapılmış. Yapının altında adeta ikinci bir manastır ve şehir mevcut. Dehlizlerle yer altına uzanan bu üç katlı yapı 4. Yüzyılda inşa edildiği için çan kulesi yok. 1940’lı yıllara kadar kullanılmış. Bölgedeki Süryaniler’in göç etmesiyle harabeye dönüşmüş. Arkeologlar yapının altında büyük bir Pagan manastırı bulunduğunu, kilisenin bu mabedin üzerine kurulduğunu öne sürüyor.
Kozluk İlçesi’nin Oyuktaş Köyü bir başka önemli tarihi kalıntıyı barındırıyor: Yeşilyurt mezrasında yüzey araştırmaları sonucu ortaya çıkan Erzen Antik Kenti, tarihte bölgenin en büyük yerleşim alanlarından biri. İnönü ve Marmara üniversitelerinin ortaklaşa çalışmasında, kentin çok geniş bir alana yayıldığı, Ortaçağ’da Diyarbakır ve Hasankeyf’ten daha büyük olduğu anlaşıldı. İki üniversitenin birlikte yapacağı arkeolojik kazıların 30 yılda tamamlanacağı sanılıyor. İl merkezine 60 kilometre mesafedeki Kozluk’a gittiğinizde antik kenti mutlaka görmelisiniz. Kentin bir bölümü ziyaretçiler için açık tutuluyor.
ŞARKILARA KONU OLAN MALABADİ KÖPRÜSÜ
Dünyanın ayakta kalmış en eski köprülerinden Malabadi, Batman Çayı üzerinde. Artuklular döneminden kalma köprü, Timurtaş bin İlgazi bin Artuk tarafından 1147 yılında yaptırılmış. 7 metre eninde ve 150 metre uzunluğunda. Yüksekliği, su seviyesinden kilit taşına değin 19 metre. Dünya tarihinde, köprü mimarisinde önemli yer tutmuş Malabadi Köprüsü, türkülere, destanlara, şiirlere, masallara konu olmuş. Malabadi, dünyanın en büyük taş kemerli köprüsü olarak kabul ediliyor. Silvan tarafında, köprü altında da odalar var. Köprünün ana kemerinde açıklık 40 metre, anahtar yüksekliği 20 metre. Kervan devrinde yapılmış köprüler içinde Malabadi’den daha büyük açıklıkta olanı yok. Köprünün, büyük taştan kemeri Ayasofya’nın kubbesini rahatlıkla içine alabilecek kadar muhteşem.
İnsanlığın ortak kültür mirası
Hasankeyf
Dicle Nehri’nin kıyısındaki Hasankeyf, Batman’a 37 kilometre uzaklıkta. Eski adı Hısn-Kayfa, zamanla değişip Hasankeyf’e dönüşmüş. "Hısn", kale-hisar anlamına geliyor.
Şehrin kimler tarafından kurulduğu kesinlikle bilinmiyor. Sadece ilk çağda "Cefa" adını taşıdığı ve bir Süryani Piskoposluğun merkezi olduğu biliniyor. İnşa edildiği arazideki kayaların kolaylıkla işlenmeye müsait olması yüzünden kasabanın çevresi mağaralarla dolu. Bu mağaralar ilk insanlardan beri kullanılıyor. Hasankeyf, Diyarbakır- Cizre yolu üzerinde, Dicle Nehri’nin doğu kenarında kurulmuş. Diyarbakır ile Dicle’nin aşağı kısımlarında şehir ve kasabalar arasında nakliyat, ilk zamanlardan beri su yolu ile yapılıyordu. Diyarbakır’dan güneye doğru giden anayol, Dicle vadisini takip ediyordu. Bu iki nedenden dolayı Hasankeyf askeri ve ekonomik önemini asırlar boyunca korudu. Diyarbakır’dan kalkan kelekler, yani şişirilmiş tulumdan yapılan sallar, Hasankeyf yol vermedikçe güneye inemezdi. Yukarıdan gelen kervanyolu üzerinde de Hasankeyf aynı rolü oynardı. Bu nedenle Hasankeyf, Diyarbakır-Cizre kara ve su yolları üzerindeki stratejik ve ekonomik görevini asırlar boyunca elden bırakmadı. Roma, Bizans, Artuklar, Abbasiler, Selçuklu ve Osmanlılar devrinde bu kente çok önemli eserler yapıldı. 1301 yılında Moğollar, bu görkemli kenti zaptederek yağmaladı, tahrip etti. Buna rağmen tarih ayakta kalabildi. Fakat kötü talih yüzyıllar sonra Hasankeyf’i yine yakaladı. Moğollar’dan bile kurtulup ayakta kalabilen şehir, Ilısu Barajı’nın kurulmasıyla birlikte suların altında kaybolup gidecek. Hasankeyf’te sayısız eser bulunuyor. Bunların belli başlılarına şöyle üstünkörü bir göz atalım.
Eski Köprü: Artuklu Sultanı Fahreddin Karaaslan tarafından 1140 tarihinden önce yaptırılan köprü, 16. Yüzyıl sonlarında yıkılana kadar birçok onarım geçirmiş. Köprünün güney ayağında burçları simgeleyen 12 büyük kabartma, diğer büyük ayakta ise insan başı kabartmaları yer alıyor.
Rızk Camii: Yapı, kitabesinde yer alan bilgilere göre Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından 1409 yılında yaptırılmış. Heyelan nedeniyle, güneydeki ibadet mekanı yok olan caminin ayakta kalabilmiş kısımları zarif minaresi ve taç kapısı. Her iki mimari unsur da zengin taş oymalarla bezenmiş.
Koç Camii: 15. Yüzyılda yapıldığı kabul edilse de mihrabındaki alçı bezemeler bu tarihlendirmeyle çelişiyor. Daha çok 12. Yüzyıl özelliklerini yansıtıyor.
Sultan Süleyman Camii: Külliye şeklinde yapılan eserin içindeki avlu ve türbeye zamanla eklemeler yapılarak çeşitli işlevlerle hizmet veren bir yapılar topluluğu oluşturulmuş. Bu tarz daha çok Suriye’deki Zengi, Eyyubi ve Memluk mimarlık geleneklerini yansıtmakta. Bugün yapının en etkileyici bölümleri minaresi, taç kapısı ve çeşmesi. Yapının doğusundaki minare Artuklu ve Eyyubi döneminde gelişen mimari tarzın en güzel örneklerinden biri.
Kızlar Camii: Eserin gösterdiği özellikler daha çok bir mezar külliyesi olduğunu çağrıştırıyor. Kuzeydeki giriş ve pencerelerde yer alan bezemeler oldukça kaliteli. Günümüzde yapıda mevcut olan dört odadan biri odunluk olarak kullanılıyor.
Gözetleme Kulesi: "Küçük Saray" diye de anılan yapıya, halk arasında, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Sarayı da deniliyor. Kulenin gerek dış yapısı gerekse bezemeleri çok fazla tahribata uğramış. Kuzeydoğu cephesi ve buradaki pencerenin üstünde yer alan karşılıklı iki aslan kabartması, damla motifleri ve rozetler orjinalliğini koruyan bölümler.
Büyük Saray: Yaklaşık 2350 metrekare alanı kaplayan yapının kitabesi kayıp olduğu için geçmişi hakkında kesin bilgiler yok. Esere dıştan bakınca blok taşlarla örülmüş cepheler dikkati çekiyor. İç plan ise yıkıntılar arasından saptanabildiği kadarıyla daha karmaşık bir kuruluş ve malzemeye sahip. Önünde de düzgün kesme taşla yapılmış kare prizma bir kule kalıntısı yer alıyor.
Ulu Cami: Vadi ve çevreye egemen bir konumda. Tuğla minaresi Selçuklular’ın İran’daki 12. Yüzyıl minarelerini andırıyor. Eyvana bitişik odalar ve avlunun doğu girişindeki revak sonradan eklenmişler.
Batman’a gitmek dünyanın en eski dinlerine ve kültürlerine yolculuk yapmak gibidir. Partlar’dan Sasanilere, Romalılar’dan Artuklular’a kadar birçok medeniyetin izleri duruyor bu topraklarda. Yezidiler’in tarih boyunca en önemli tapınakları buradaydı. Hazreti İsa’nın dilini konuşan Süryaniler’in de kutsal manastırları bu ilimizin sınırları içinde. İslam felsefesinin derinlik kazanmasına büyük katkısı olan düşünürler de bir zamanlar Batman’da yaşamış. Her taşın altından tarih fışkırıyor. Burada, tarlalardan, çayırlardan sikkeler, heykeller, biblolar, gözyaşı şişeleri çıkıyor durmadan.
Geçen ay İl Kültür Müdürlüğü’nün düzenlediği Turizm Haftası’nı izlemek için Batman’a gittik. Türkiye’nin ve dünyanın saygın üniversitelerinden gelen tarihçi, sosyal ve kültürel antropoloji uzmanları ve felsefecilerin konuşmalar yaptıkları panellerin ayakta izlendiğini gördük. Batman’dan yetişen ve ülkemizdeki modern resmin en önemli ustalarından Ahmet Güneştekin’i Batmanlıların ayakta alkışladığına şahit olduk. Sonra da düşüp yollara gittik eski köylere, kalelere, toprak altından yeniden doğan antik kentlere.
ÜÇ VALİ KENTİN ÇEHRESİNİ DEĞİŞTİRDİ
Aslında 1940’a kadar Batman diye bir şehir yoktu. Burada 250 haneden ibaret İluh adında bir köy vardı. Köyün kökleri bir zamanlar Batman Çayı’nın ortasındaki Elekhan’a uzanıyor. Evet, Batman’ın geçmişi çok eskilere dayanmıyor ama Elekhan tarihte önemli bir yere sahip. MÖ 546 yılında kurulan bu ada şehir MÖ 331’de Büyük İskender’in istilasına uğramış. Daha sonra Lesepkoslar, Partlar, Romalılar, Sasaniler ve Bizans İmparatorluğu’nun hakimiyetine girmiş. Bu arada doğudan gelen Artuklular, Moğollar, İlhanlılar, Celaliler, Karakoyunlu ve Akkoyunluların sınırlarına dahil olmuş. 1500 yılında Safeviler’in eline geçmiş. Daha sonraki yıllarda, IV. Murat, Bağdat seferi sırasında kendisine büyük yararlıklar gösteren Turhan oğlu Mahmut Paşa’ya Elekhan’ı da içine alan Batman suyu ile Botan suyu arasında kalan bölgenin tamamını vermiş. Bu gelişmeden sonra Elekhan önce Elah, daha sonraki zamanlarda ise İluh olarak anılmaya başlanmış. Cumhuriyet kurulduğunda İluh Köyü, Siirt Vilayeti’nin Elmedin Kazası’na bağlı olarak varlığını sürdürmüş. Elmedin yerleşim birimi 1926-27 yılı ilkbaharında bugünkü Batman Çayı’nın taşması nedeniyle haritadan silinmiş ve İluh köyü Beşiri (Kobin) ilçesine bağlanmış. 1937’de bucak haline getirilen İluh’un kaderi, 1940’ların sonlarında bölgede petrol bulunmasıyla tamamen değişmiş. Bu yerleşim 1957’de ilçe, 16 Mayıs 1990’da il olmuş. Petrol bulunduğu dönemde 4 bin civarında olan nüfus şu anda 400 binlerin üzerine çıkmış.
Batman’ın taşıdığı köklü kültür mirası ve zengin yeraltı kaynakları bölge insanı için büyük bir şans. Ama, bölgede 34 yıldır süren karanlık savaştan en fazla yara alan da bu ilimiz. Bir zamanlar petrolü ve Hasankeyf’i ile anılan şehir, 1990’ların ilk yıllarında Hizbullah adlı çetenin işlediği cinayetlerle anılır oldu. Ardından bitip tükenmek bilmeyen kadın intiharları ortaya çıktı. Fakat Vali Efkan Ala’nın muazzam çabalarıyla kara talihini yenmeye başlayan Batman’a, Ala’dan sonra Haluk İmga ve son Vali Dr. Recep Kızılcık gibi entelektüel valiler tayin edildi. Üç vali de bölgedeki kültürel mirasa büyük önem verdi. Arkeolojik araştırmaları ve yeni projeleri destekledi, tarihi eser kaçakçılığıyla mücadele edip eserlerin bölgede kalmasını sağladı. Bu sayede çok sayıda irili ufaklı ören yeri ortaya çıktı, tarihi eserler bin yıllık uykularından uyandı.
ÇATALHÖYÜK’TEN DAHA ESKİ YERLEŞİM
Batman’daki eserlerin büyük bölümü Hasankeyf ve çevresinde. Biz yolculuğumuza Beşiri’den başlayalım. Ama önce arkeolojik araştırmaların geçmişine ve önemine dair birkaç kelam edelim.
1963 yılından bu yana Prof. Dr. Halet Çambel ile Prof. Dr. Robert J. Braid Wood yönetiminde İstanbul Üniversitesi Prehistorya Kürsüsü ile Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü tarafından ortaklaşa yürütülen bir çalışma var. "Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Araştırmaları Karma Projesi" adı altında sürdürülen bu çalışmada Batman ve çevresinin dünyanın en önemli kültür hazinelerine sahip olduğu ortaya çıktı. Bu projenin yanı sıra Batman Çayı’nın batısındaki Demirköy Höyüğü’nde Amerika Deleware Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Michael Meir Rosenberg ile Diyarbakır Müzesi Müdürlüğü’nün 1990’dan bu yana sürdürdüğü kazılardaki bulgulardan, burasının çok eski ve önemli bir yerleşim alanı olduğu anlaşıldı.
Aynı ekip Batman’ın Kozluk İlçesi Kaletepe Köyü sınırlarında, Batman Çayı kenarındaki Hallan Çemi Höyüğü’nde de kazı yaptı. Elde edilen kadın süs eşyaları, taş hayvan figürlü heykel, taş silahların incelenmesi sonucunda bu yörenin yaklaşık 12 bin yıl öncesine ait yerleşim alanı olduğu ortaya çıktı. Neolitik çağda Hallan Çemi Tepesi ile Çayönü yerleşmeleri arasında yer alan bölgenin tarihteki kronolojik boşluğu dolduran bir öneme sahip olduğu kabul ediliyor. Anadolu’nun en eski yerleşim yeri olarak Çatalhöyük kabul edilse de Çayönü ve Hallan Çemi höyüğündeki buluntularla, en eski yerleşim biriminin Batman-Kozluk sınırlarında yer aldığı teyit edilmiş.
PAGAN İBADETHANESİNE SÜRYANİ MANASTIRI
Beşiri İlçesi, Batman il merkezine 16 kilometre uzaklıkta. İlçeye bağlı Ayrancı Köyü’ndeki Hıristiyanların ilk kiliselerinden Morkiryakos Manastırı, 451 yılında yapılmış. Yapının altında adeta ikinci bir manastır ve şehir mevcut. Dehlizlerle yer altına uzanan bu üç katlı yapı 4. Yüzyılda inşa edildiği için çan kulesi yok. 1940’lı yıllara kadar kullanılmış. Bölgedeki Süryaniler’in göç etmesiyle harabeye dönüşmüş. Arkeologlar yapının altında büyük bir Pagan manastırı bulunduğunu, kilisenin bu mabedin üzerine kurulduğunu öne sürüyor.
Kozluk İlçesi’nin Oyuktaş Köyü bir başka önemli tarihi kalıntıyı barındırıyor: Yeşilyurt mezrasında yüzey araştırmaları sonucu ortaya çıkan Erzen Antik Kenti, tarihte bölgenin en büyük yerleşim alanlarından biri. İnönü ve Marmara üniversitelerinin ortaklaşa çalışmasında, kentin çok geniş bir alana yayıldığı, Ortaçağ’da Diyarbakır ve Hasankeyf’ten daha büyük olduğu anlaşıldı. İki üniversitenin birlikte yapacağı arkeolojik kazıların 30 yılda tamamlanacağı sanılıyor. İl merkezine 60 kilometre mesafedeki Kozluk’a gittiğinizde antik kenti mutlaka görmelisiniz. Kentin bir bölümü ziyaretçiler için açık tutuluyor.
ŞARKILARA KONU OLAN MALABADİ KÖPRÜSÜ
Dünyanın ayakta kalmış en eski köprülerinden Malabadi, Batman Çayı üzerinde. Artuklular döneminden kalma köprü, Timurtaş bin İlgazi bin Artuk tarafından 1147 yılında yaptırılmış. 7 metre eninde ve 150 metre uzunluğunda. Yüksekliği, su seviyesinden kilit taşına değin 19 metre. Dünya tarihinde, köprü mimarisinde önemli yer tutmuş Malabadi Köprüsü, türkülere, destanlara, şiirlere, masallara konu olmuş. Malabadi, dünyanın en büyük taş kemerli köprüsü olarak kabul ediliyor. Silvan tarafında, köprü altında da odalar var. Köprünün ana kemerinde açıklık 40 metre, anahtar yüksekliği 20 metre. Kervan devrinde yapılmış köprüler içinde Malabadi’den daha büyük açıklıkta olanı yok. Köprünün, büyük taştan kemeri Ayasofya’nın kubbesini rahatlıkla içine alabilecek kadar muhteşem.
İnsanlığın ortak kültür mirası
Hasankeyf
Dicle Nehri’nin kıyısındaki Hasankeyf, Batman’a 37 kilometre uzaklıkta. Eski adı Hısn-Kayfa, zamanla değişip Hasankeyf’e dönüşmüş. "Hısn", kale-hisar anlamına geliyor.
Şehrin kimler tarafından kurulduğu kesinlikle bilinmiyor. Sadece ilk çağda "Cefa" adını taşıdığı ve bir Süryani Piskoposluğun merkezi olduğu biliniyor. İnşa edildiği arazideki kayaların kolaylıkla işlenmeye müsait olması yüzünden kasabanın çevresi mağaralarla dolu. Bu mağaralar ilk insanlardan beri kullanılıyor. Hasankeyf, Diyarbakır- Cizre yolu üzerinde, Dicle Nehri’nin doğu kenarında kurulmuş. Diyarbakır ile Dicle’nin aşağı kısımlarında şehir ve kasabalar arasında nakliyat, ilk zamanlardan beri su yolu ile yapılıyordu. Diyarbakır’dan güneye doğru giden anayol, Dicle vadisini takip ediyordu. Bu iki nedenden dolayı Hasankeyf askeri ve ekonomik önemini asırlar boyunca korudu. Diyarbakır’dan kalkan kelekler, yani şişirilmiş tulumdan yapılan sallar, Hasankeyf yol vermedikçe güneye inemezdi. Yukarıdan gelen kervanyolu üzerinde de Hasankeyf aynı rolü oynardı. Bu nedenle Hasankeyf, Diyarbakır-Cizre kara ve su yolları üzerindeki stratejik ve ekonomik görevini asırlar boyunca elden bırakmadı. Roma, Bizans, Artuklar, Abbasiler, Selçuklu ve Osmanlılar devrinde bu kente çok önemli eserler yapıldı. 1301 yılında Moğollar, bu görkemli kenti zaptederek yağmaladı, tahrip etti. Buna rağmen tarih ayakta kalabildi. Fakat kötü talih yüzyıllar sonra Hasankeyf’i yine yakaladı. Moğollar’dan bile kurtulup ayakta kalabilen şehir, Ilısu Barajı’nın kurulmasıyla birlikte suların altında kaybolup gidecek. Hasankeyf’te sayısız eser bulunuyor. Bunların belli başlılarına şöyle üstünkörü bir göz atalım.
Eski Köprü: Artuklu Sultanı Fahreddin Karaaslan tarafından 1140 tarihinden önce yaptırılan köprü, 16. Yüzyıl sonlarında yıkılana kadar birçok onarım geçirmiş. Köprünün güney ayağında burçları simgeleyen 12 büyük kabartma, diğer büyük ayakta ise insan başı kabartmaları yer alıyor.
Rızk Camii: Yapı, kitabesinde yer alan bilgilere göre Eyyubi Sultanı Süleyman tarafından 1409 yılında yaptırılmış. Heyelan nedeniyle, güneydeki ibadet mekanı yok olan caminin ayakta kalabilmiş kısımları zarif minaresi ve taç kapısı. Her iki mimari unsur da zengin taş oymalarla bezenmiş.
Koç Camii: 15. Yüzyılda yapıldığı kabul edilse de mihrabındaki alçı bezemeler bu tarihlendirmeyle çelişiyor. Daha çok 12. Yüzyıl özelliklerini yansıtıyor.
Sultan Süleyman Camii: Külliye şeklinde yapılan eserin içindeki avlu ve türbeye zamanla eklemeler yapılarak çeşitli işlevlerle hizmet veren bir yapılar topluluğu oluşturulmuş. Bu tarz daha çok Suriye’deki Zengi, Eyyubi ve Memluk mimarlık geleneklerini yansıtmakta. Bugün yapının en etkileyici bölümleri minaresi, taç kapısı ve çeşmesi. Yapının doğusundaki minare Artuklu ve Eyyubi döneminde gelişen mimari tarzın en güzel örneklerinden biri.
Kızlar Camii: Eserin gösterdiği özellikler daha çok bir mezar külliyesi olduğunu çağrıştırıyor. Kuzeydeki giriş ve pencerelerde yer alan bezemeler oldukça kaliteli. Günümüzde yapıda mevcut olan dört odadan biri odunluk olarak kullanılıyor.
Gözetleme Kulesi: "Küçük Saray" diye de anılan yapıya, halk arasında, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın Sarayı da deniliyor. Kulenin gerek dış yapısı gerekse bezemeleri çok fazla tahribata uğramış. Kuzeydoğu cephesi ve buradaki pencerenin üstünde yer alan karşılıklı iki aslan kabartması, damla motifleri ve rozetler orjinalliğini koruyan bölümler.
Büyük Saray: Yaklaşık 2350 metrekare alanı kaplayan yapının kitabesi kayıp olduğu için geçmişi hakkında kesin bilgiler yok. Esere dıştan bakınca blok taşlarla örülmüş cepheler dikkati çekiyor. İç plan ise yıkıntılar arasından saptanabildiği kadarıyla daha karmaşık bir kuruluş ve malzemeye sahip. Önünde de düzgün kesme taşla yapılmış kare prizma bir kule kalıntısı yer alıyor.
Ulu Cami: Vadi ve çevreye egemen bir konumda. Tuğla minaresi Selçuklular’ın İran’daki 12. Yüzyıl minarelerini andırıyor. Eyvana bitişik odalar ve avlunun doğu girişindeki revak sonradan eklenmişler.