5 minareden çok daha fazlası...
‘Bitlis’te beş minare’ diye başlar hikâye. Beş minareyi değil ama pek çok güzelliğini gördü bu gözler. Daha göremediğim ve görmeyi hayal ettiğim pek çok yeri var tabii. Doğu hep beni çağırır, benim yüzüm de hep ona dönüktür. Bitlis’i kaplıcalarından Selçuklu eserlerine, krater gölünden zirvesine yine macera dolu bir turla gezdik...
Bu yaz tamamladığım büyük Doğu turumda detaylıca gezdim Bitlis’i. Hep kış fotoğraflarıyla tanınan ünlü Güroymak Kaplıcaları’nı yazın görebildim. İlçeden sonra, bir hayli bozuk yollardan ve harika dağ manzaralarından yol alıyoruz. Bulduğumuz kaplıcaysa bizim için tam bir şok! Kaplıcanın aklımdaki fotoğrafı, etrafı karla kaplı sıcak suyun içinde mandalar ve o mandaların üstünden taklalar atan çocuklar... Bizim bulduğumuzsa oldukça farklı. Gölde çok sayıda erkek var; suyun tadını çıkarıyorlar. Bir anda karşılarına çıktığım için onlar da şaşkın, ben de... Kafamı kaldırmadan koyveriyorum kahkahayı. “Bu suda mandaların olması gerekmiyor muydu?” Karşılıklı şakalaşmalardan sonra öğreniyoruz ki kadınlarla çocuklar az ötede giriyormuş sıcak suya. O tarafa giderken bir amca peşimize takılıyor. “Kadınların fotoğrafını çekmeyin!” Zaten öyle bir niyetimiz yok. Kadın, çoluk çocuk küçük bir gölette hayatın tadını çıkarıyor. İki adım ötedeki kocaman, sıcak sular kaynayan göl ve orada yüzen kaplumbağalar ilgimi çekiyor.
‘Ne umduk ne bulduk’
O sıcak suda, nasıl pişmeden yüzebildiklerine hayret ediyorum. Ne kadar çoklar! Bir tanesi suya soktuğum ayağımın tadına bakmaya geliyor hatta. Bu arada öğreniyoruz ki bu göl çok derinmiş ve ölenler olmuş... Bunları duyunca yüzmekten vazgeçiyorum. Biz kaplumbağaların, kaynayan suların fotoğraflarını çekerken amca iki dakikada bir bağırıp “Karımın fotoğrafını çekmeyin!” diyor. “Vallahi çekmedikamca. Rahat ol” desek de biz gidene kadar amcaya huzur yok... Ne umduk ne bulduk diyerek diğer hedefimize çeviriyoruz yolumuzu.
Krater gölü festival nedeniyle kalabalıktı. Biz de daha sakin olan dağa tırmanmayı terch ettik.
Günbatımında mistik tur
Şimdiye kadar Tatvan’a dört defa gittim. İlki Tatvan’dan kalkan Güney Ekspresi ile yolculuk etmek içindi. Van Gölü manzarasına karşı uyumuş, sabahın köründe trene yetişmiştim. Daha sonraları defalarca geçtiğim Tatvan’ın anacaddesini ezbere bilirim. Bu sefer bir defa bile görmeye fırsat bulamadığım Ahlat’taki Selçuklu mezarları kapanmadan yetişmeye çalışıyorum. İnsanın vakti bol olmalı. “Bugün olmadı, yarın” diye diye gezmeli ama böyle benim gibi koştura koştura da çok heyecanlı oluyor. Saat 5 gibi Selçuklu Mezarları alanının ana kapısı önündeyiz. Aracımızı park edebileceğiniz bir otoparkı var. Giriş ücretsiz. Arkadaşım nereye gittiğimize hiç bakmaz ve ona hep sürpriz olur. Bu kadar anıt mezarı, mezar taşlarını bir arada görünce hayret ediyor. Ahlat Selçuklu Mezarlığı, ortaçağ dönemine ait, dünyanın en büyük Türk-İslam mezarlığı. Burası tam bir açık hava müzesi. UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ndeki Selçuklu Mezarlığı’na birkaç saat ayırmalısınız. Günbatımına denk gelmesi tamamen bizim şansımız. Ortam muhteşem. Bir taraftan gitmem gereken bir yol, diğer taraftan kopamadığım eşsiz bir mistik alan ve günbatımı... Bir daha ne zaman görürüm, kim bilir! Biz müzesine yetişemedik. Siz zamanınızı iyi ayarlayın.
Güroymak Kaplıcaları’ndaki kaynar suda kaplumbağalar yüzüyordu.
Gölde bisiklet festivali
Sonra birkaç kez kıyısından döndüğüm Nemrut Krater Gölü için yoldayım. Sabah erken saatte hareket ettik ki tüm gün tadına doyalım manzaraların; koştur koştur olmasın... Dünyanın ikinci, Türkiye’nin en büyük krater gölü Bitlis’teki Nemrut. Adını MÖ 2100 yıllarında yaşamış Babil hükümdarı Nemrut’tan almış. Nemrut Gölü, Van Gölü’nün batısında, Bitlis’in Tatvan, Ahlat ve Güroymak ilçeleri arasında. Birkaç farklı yoldan gidiliyor. Biz Tatvan tarafından yola düşerek çok akıllılık etmişiz zira Ahlat tarafındaki yol çok bozuk ve her aracın gitmesine uygun değilmiş. Bir kere de ben bir yere kolay gideyim, değil mi... 2 bin 247 metre rakımdaki göl bölgesi, yaz aylarında bile oldukça serin. Belli bir noktadan sonra Van Gölü’nü izleyerek tırmanıyorsunuz. Ara ara toprak yollara sapıyor, etrafı izliyoruz. Hafta sonu olmasından sebep araç trafiği çok fazla diye düşünürken bilmeden bisiklet festivalinin tam ortasına düşmüşüz, haberimiz yok. Buhar bacaları olan küçük bir mağarayı ziyaret ediyoruz. Volkanik bir bölgedeyiz ve her şey mümkün efendim. Amacımız gölde yüzmek ama o nasıl bir mahşeri kalabalık! Yemeler içmeler, ücretsiz ikramlar... Gölde bu kadar kalabalıkta yüzmenin imkânı olmayınca insansız hava sahası olarak Nemrut’un zirvesine dikiyoruz gözümüzü. Üç Türk, bir Faslı düşüyoruz yola. Gözümüze kestirdiğimiz yerden tırmanışa geçiyoruz.
Dağa tırmanmak zordu
Önce koca koca kayaları aşıyoruz. Sonra dikenli otluk alana denk geliyoruz. Dağda çok yakınmış gibi gözüken yerlere ulaşmanız saatler alabilir. Kolaymış gibi gözüken yerler de çok zorlayabilir. Öyle dik bir yere tırmanıyoruz ki önce yol arkadaşım Çilem vazgeçiyor. Biraz sonra Faslı genç arkadaşımız Faruk dönüyor. Selman ve ben kalıyoruz geriye ve bizim vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok. Belli bir yerden sonra çarşak (ufalanmış kaya parçaları) başlıyor. Oldukça zorlu. Amacımız tepeye ulaşıp Nemrut Krater Gölü’nü çepeçevre yürümekti. Ancak mümkün değil, olsun, çıktığımız zirve de bizi mutlu etmeye yetiyor.Yağmur dindi; pırıl pırıl bir gökyüzü, harika manzara... Öyle yükseklere tırmanmışız ki Van Gölü’nü bile görebiliyorum. Kolay bir etkinlik değil ama doğru yoldan çıkılırsa bu kadar zorlamaz. Buraya gezi düzenleyen trekking gruplarına katılmanız daha iyi olacaktır. Eğer vaktiniz varsa Bitlis şehir merkezini ve Hizan Köyü’nü de ziyaret edin. Şehir bizi ‘Hep iyi insanlara denk gelesin’ yol tabelasıyla uğurluyor. Kocaman bir “İnşallah” diyoruz. Bana kattığın her şey için binlerce kere teşekkürler Bitlis...