14 Şubat’ın Rövanşı
22 Şubat Pazar akşamı Bursa AKM’de Ekolife Dergisi’nin muhteşem organizasyonu ile (kar dolayısı ile 14 Şubat’ta gerçekleştiremediğimiz) Sevgililer Günü kutlamasını yaptık. Sayın Bursa Valisi Oğuz Kağan Köksal Beyefendi’nin de onurlandırdığı geceye ilgi büyüktü. Başta Ekolife Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Onur Kaya olmak üzere, Bursa’nın sivil toplum örgütlerine, bu anlamlı geceye sponsorluk yapan şirketlere, saat 18:00 ile 23:00 arasında sabırla, sevgiyle, neşeyle geceye katılan tüm Bursa’lı sevgililere buradan teşekkür etmek istiyorum.
‘Aile İçi İletişim ve Ailede Sevgiyi Arttırma Yolları’ adlı seminerimle biraz daha renklendirdiğimiz bu gece, geleceğe dair inançlarımı o kadar kuvvetlendirdi ki. Hala sevgililerini önemseyen, onlarla kol kola sevgililer günü kutlamasına gelen çiftleri görünce, ne kadar mutlu olduğumu anlatamam.
Gece boyu asrın çiftleri, yılın çiftleri, günün çiftleri v.b. adlar altında toplam yedi çifte özel ödüller, hediyeler, plaketler verildi. Leyla ve Mecnun aşkını bize yeniden yaşatan bu güzel çiftlere de buradan teşekkür etmek istiyorum.
Bir tanesini basından siz de hatırlarsınız. Tuba ve Yüksel Aydın çifti. Hani şu Esenlerde bir otobüsün durağa dalmasıyla 1 kişinin öldüğü, 9 kişinin yaralandığı elim kazada, yaralanan çift. Kameraman Atilla Aydınlı da o kadar güzel yakalamış ki o anı. Kaza sonrası yerde can pazarı. Yaralılar etrafa saçılmış. Olay yerine gelen ambulans, önce Selma Hanımı almak istiyor. Hayır diyor. Kocam olmadan gitmem. Önce kocamı alın. Kocasına gidiyorlar. Hayır diyor. Eşim olmadan gitmem. Eşim nerede. O kadar duygu yüklü bir atmosfer ki. Ortada fol yok, yumurta yokken bile birbirini pas geçen sözüm ona sevgililere inat, harika bir sevgi. Kaza sonrası ağır yaralı bir hasta bile olsan, tedavi olma önceliğini sevdiğine verecek kadar bir mükemmellik. Canı pahasına sevgiliyi koruyan bir incelik. Sonuçta hepsi gelip bir düşünce güzelliğine dayanıyor. Özellikle de dünyadaki en muhteşem düşünce olan, sevdiği insan tarafından düşünülme güzelliğine.
Yaşamı pas geçiyoruz dostlar. Her şey benim olsun. Her şey benim istediğim gibi olsun. Sevdiğim, eğer ona olan sevgimi devam ettirmemi istiyorsa, benim önceliklerime uysun. Vs. V.s... Öyle kılıflar uyduruyoruz ki, bu bencil düşüncemize. Egomuzu tatmin edelim de, sevgili-mevgili hak getire.
Duygulandım. Duygulandık. Ağladım. Ağladık. O kadar görmeye hasret kaldığımız şeylerdi ki bunlar. Eşinin apse yapmış dişini 15 gün doktora götürmeyen zavallılar tanıyorum. Bir basit ayakkabı almak için, üç ay yalvarttıran ucubeler tanıyorum. Onun istediği çok ama çok basit bir şekeri, çikolatayı, sakızı, ona inat almayanları tanıyorum. Sevdiğini iddia eden, ama yaptığı bütün davranışlarla sevdiğini inkar eden ikiyüzlüler tanıyorum. Bütün bunların üstüne Selma Hanım ve değerli eşi, o kadar çok duygu yüklü mesajlar verdiler ki. Seviyorsan, sevdiğin için yaşama hakkını ikram edeceksin. Hem de bir kazanın, en idare edilemez şok anında. Yaşama hakkını ikram edebilmek... Bilmem ki. Bırakın yaşama hakkını, sevdiği (!) dizi filmi seyretme hakkını bile sevdiğine (!) vermeyen ve üstelik bunun için kavga eden bir sevgililer dünyasında yaşıyoruz. Hani yaşam kazandıklarınla hayatını devam ettirebilme sanatı değil de, verdiklerinle yeni yeni hayatlar başlatabilme sanatıydı. Almaya gelince, sevgimizi öne sürmekte bir beis görmüyoruz. İş almaya gelince, istiyoruz. Hem de son damlasına kadar. Vermezlerse, cevap hazır. Hani beni çok seviyordun. Sevgi sadece ve sadece alış anlarında geçerli. İş vermeye gelince, borsa kapanıyor.
Program dönüşü Bursa Otogarı’ndayım. Akşam Bursa’da ağırlayalım dediler ama ne mümkün. Pazartesi sabah 06:15’de Ankara üzerinden Batman’a seminere gidiyorum. Oradan da Adıyaman’a. İzin isteyip ayrıldık tabi.
Bursa Otogarı’nda ve bu 24 Şubattaki memleketin tüm garlarında, otogarlarında ve havalimanlarında olduğu gibi, duygulu anlar yaşanmaktaydı.
Malum asker sevkıyatı var.
Ağlayanlar. Sarılanlar. Hıçkırıklara boğulanlar.
Sevgilisini, eşini uğurlayanlar. Uğurlamaya kıyamayanlar.
Bayılanlar. Babası tarafından tokatlanarak ayıltılanlar.
Ağıt yakanlar.
Sesinin kısılan son perdesini de tüketip, ağıt yerine için için kendini yakanlar. Umutlarını yakanlar. Ayrılığa dayanamayanlar... Öyle bir atmosfer ki. Yaşamanız lazım. Uğurlama grubundaki duygu yoğunluğu, en büyük asker bizim asker nidaları ile gökler alemine karışıyor. Sanki oralara bir mesaj. Sanki ölüme karşı bir kuvvet bulma yarışı. Sanki sen güçlüsün imajının, beyne ve bilinçaltına kazınışı.
En büyük asker bizim asker. Tabi ya. En büyük asker bizim asker. Yokluklarla geçen bir delikanlılık döneminden sonra, sağ salim asker olabilmeyi başardığı için en büyük asker bizim asker. Vatan sevdası ve yavuklusu... Terazide, vatan borcu ağır bastığı için, en büyük asker bizim asker. Kara sevdanın üstünü, kara sevdadan daha kara bir boya ile çizebildiği, koşa koşa, seve seve, öle öle vatan borcunu ödediği için en büyük asker bizim asker. Cebinde bir Maltepe parası. Yanında çay da lazım hani. Ve cüzdanındaki son parayla çayı bırakıp sigara aldığı için, sevdiğinin özlemini sigaranın dumanıyla içine çektiği için en büyük asker bizim asker. Boynu komutan karşısında bükük, düşman karşısında dik olduğu için, en büyük asker bizim asker. Ve en sonunda, aynı Selma Hanım gibi, seviyorsan, sevdiğin için yaşama hakkını ikram edeceksin sözünü bize, canlarını verip ispat ettikleri için, en büyük asker bizim asker.
Etrafta geziniyorum. Cebimde 3-5 kolonyalı mendil var. Rastladığım bayılan yavuklulara mendil veriyorum. Mendilci çocuk gibi. En azından bir kolonyalı mendil. Daha başka şeyler de vermek isterdim ama, yutkundum. Belki de onların bu tertemiz aşkına uymadı saflık derecem. Dolaştım durdum.
Bindiğim otobüste yanıma genç bir asker adayı oturdu. Tanıştık. Konuştuk. Kartımı verip, adresini bana bildirmesini, kendisine askerliği daha da zevkli ve faydalı bir hale getirecek kişisel gelişim kitapları ve dergi göndereceğimi söyledim. O kadar şaşırdı ki.
İnsanlar sizi umursamıyor dedi. Şu duygulu uğurlamayı bile içine sindiremeyenler var. Ama sizin duyarlılığınız çok güzel dedi. Ne demek dedim. Oraya bizim için gidiyorsunuz. Şaşırdı. Bunu hiç düşünmemiştim dedi.
Evet, doğrusu da bu değil mi zaten. Binlerce, on binlerce, yüz binlerce vatan evladı bizim için sınır boyları nöbetini devralmak üzere yola koyuldu. Acaba kaçımız farkındayız?
Kaçımız, ülkemizin namus borcunun şu sevkıyat aşamasında farkındayız.
Onlar şu anda bu yolculuğa bizim için çıktılar. Ah bir fark edebilsek. Onları, onları yollayan anaları, babaları, telefonun telinden akıp sevdiğine kavuşmak isteyen yavukluları... Ah bir fark edebilsek. Çalan her telefonu, bir şahadet haberi gibi bekleyenleri. Ah bir fark edebilsek. Gelen her mektubu, açmadan kokusuyla okuyanları. Ah bir fark edebilsek. Yollanılan resimlere bakmaya bile kıyamayanları. Ah... Ah... Ah... Bir fark edebilsek.
Not: Acizane yanımda oturan Bursa DHL çalışanı asker adayına, kitap ve yabancı dil tavsiyem oldu. Aklına da yattı. Tabii dedi ya. Tezkere alana kadar, İngilizceyi ilerletmem ve kitap okumam şart... Askerliğin de bir çırpıda gelip geçeceğine ikna oldu. Sevinç içinde ayrıldık. Ne bileyim, sadece bu son cümle için bile çekilir bu yaşamın kahrı. İnsanlar değişiyorlar dostlar. Değişime, ne olur siz de inanın. Değişin ve değiştirin. Olmaz mı?
2. Not: Buradan Milli Savunma Bakanımıza ve Genelkurmay Başkanımıza seslenmek istiyorum. Gençleri askere almadan önce, askerlik nedir, psikolojik olarak nasıl hazırlanılır, askerlik boyunca kişisel gelişim ve aile içi iletişimle ilgili neler yapılabilir, 15 ayda mükemmel bir yabancı dil nasıl öğrenilir, terhis sonrası sendromu nedir, v.b. konularda asker adaylarını aydınlatıcı, bilgilendirici ve bilinçlendirici seminerler düzenlesek? Bilmem, bence çok hoş olur. Davet ederlerse seve seve koşarız. Bu konu ile ilgili ikinci bir yazıyı şu an hazırlamaktayım. Gelişmeleri size bildireceğim. Sağlıcakla Dostlar.