1 liraya TAV olmak
(Sizden duble özür diliyorum: Birincisi, yurtdışında gazeteleri görmediğim için alıntı yapamadım, onun için. İkincisi, yukarıdaki başlık için: Türk basınında yayımlanan abuk sabuk başlıklardan alıntı yapacağım derken galiba ben de hastalık kaptım.) Atatürk Havalimanı’ndan, daha doğrusu işletmecisi TAV’dan bir şikayetim var, onu aktaracaktım…
Atatürk Havalimanı’ndan, daha doğrusu işletmecisi TAV’dan bir şikayetim var, onu aktaracaktım, dedim ama…
Ama sırayla tabii ki, şikayet söz konusu oldu mu, Türk Hava Yolları birinciliği kimseye kaptırmaz! Onu söyleyelim, TAV’a sonra geliriz.
Paris’ten İstanbul’a THY ile uçacağım. 11.30’da kalkacak uçak.
Elim çok dolu, biri benim, biri gazetenin iki bilgisayar var kucağımda, koca bir çanta, bir de el çantası… Metroyu, treni gözüm yemedi, bir taksi istedim saat 9’da. Ne olur ne olmaz değil mi, hava yağmurlu, bir saati bulabilir yol, geç kalmayalım…
8.45’te geldi taksi. Olsun. Bindim. Kısmet bu ya, yollar bomboş, 9’da Orly Havalimanı’ndayız. Uçağa daha iki buçuk saat var.
Bir iki gazete dergi alıp, THY kontuvarının açılmasını bekliyorum. 10’da kaydımı yaptırıyorum. Yer hostesi bana ‘F kapısına gideceksiniz. Biniş saatiniz (unuttum) şu… İyi uçuşlar!” diyor.
Ben de ağır ağır (elimdekiler ağır çünkü) F bölümüne doğru yürüyorum…
Bu noktada bir ‘*’ koyalım, işaret niyetine…
*
F kapısına geldiğimde, kapıda THY’nin bir görevlisi çıktı karşıma:
“Hoş geldiniz! İstanbul’dan beklediğimiz THY uçağı maalesef bir saat gecikmeyle kalktı. Kalkışımızın 12.30’u bulacağını tahmin ediyoruz. Gecikme için şimdiden özür dileriz…”
Hay Allah, yorgunum da, keyfimin kaçtığını görünce, devam etti:
“Koridorun sonundaki kafeteryada bir görevli arkadaşımız sizi bekliyor. Küçük bir açık büfemiz var, kalkış saatine kadar istirahat edebilirsiniz…”
Niye yalan söyleyeyim, üzüntü ve sıkıntım yerini şaşkınlığa ve gizli bir mutluluğa bıraktı:
“Gecikme olmasa daha iyi olurdu elbet ama…” dedim kendi kendime, “Yine de aferin THY’ye. Son derece medeni bir muamele, yolcuya saygı, aferin vallahi yahu!..”
Kafeteryada da bizi güleryüzlü bir THY görevlisi karşıladı. Bir Türk hanım, ayrıca (yabancı misafirlerle de o ilgileniyor) güzel Fransızca ve İngilizce de konuşuyor. Kahvemizi, çayımızı içtik, kruvasanımızı, küçük çikolatalı ekmeklerimizi yedik. Ara ara hostesimiz bize gecikmeyle, beklenen uçakla ilgili bilgiler verdi. Sonra bir ara bize topluca seslendi:
“Önce F kapısı olarak bildirilmişti ama havalimanı idaresi uçağımızı E kapısına aldı. Buyrun ben size yol göstereyim…”
Birisi sordu:
“Yanımızda bir aile vardı, alışverişe gittiler, onlar ‘F’ olarak biliyorlar…”
“Merak etmeyin” dedi hostes hanım, “bir arkadaşımız da tedbir olsun diye F kapısında bekliyor…”
Önümüzde hostesimiz, topluca E kapısına geldik ve…
Ve tamamı Serdar’ın hayal ürünü olan bu ‘pembe fantaziyi’ burada keselim (zaten siz de THY’nin böyle bir şey yapabileceğine ihtimal vermemiştiniz) ve tekrar yukarıdaki ‘*’ noktasına dönerek, 20 mayıs cumartesi günü Paris Orly havalimanında yaşananlara bakalım.
*
Ben de ağır ağır (elimdekiler ağır) F bölümüne doğru yürüyorum… demiştim en son.
Uzun bir koridorun ucunda F kapısına geldim, bir Fransız görevli uçuş kartımı istedi ve “İstanbul’dan gelecek olan Törkiş Eyrlayns uçağı gecikme bildirdi. Ayrıca hangi kapıya verileceği de belli değil, bir yerde oturup bekleyin lütfen…”
20-25 Türk ve Fransız yolcuyla birlikte bir kenarda oturduk.
Bir daha ne gelen ne giden, ne bize Allah için bilgi veren…
Sonunda ilan panolarından birinde ‘E Kapısı’ diye yazdığını gördük (o da ta öte tarafta, söve söve gittik) ve bir buçuk saat kadar gecikmeyle uçağa binebildik. Tabii biz Türk olduğumuz için öyle körükten filan değil, balık istifi doldurulduğumuz ve sıcak ve rutubette, kapıları kapalı otobüste, bakiye yolcular gelecek diye, üst üste, on on beş dakika bekletildikten sonra…
*
Bu arada şunu da söyleyeyim:
Her zamankinin aksine servis berbattı. Isıtılmış yemekler iğrenç, salatanın sosunu aaa koymamışlar mı, ekmek isteyene ekmek kalmadı, şarap isteyene şarap bitti, su istersin beş dakika sonra gelir, kahve gelir şeker soğuduktan sonra… İlk kez THY bu kadar kötüydü, ilk kez…
Paris uçağında keşke mürettebat iki kelime Fransızca bilse, hani ‘su, ekmek, şarap, et mi makarna mı?’ diyecek kadar… demeye dilim varmıyor artık!
*
Şimdi de gelelim iki kelimeyle başlıktaki konumuza.
Atatürk Havalimanında, eskiden bagaj arabaları paralıydı, biliyorsunuz. Ayıp oluyordu. Neyse parayı işini kaldırdılar.
Bu kez baktım, süpermarketlerdeki gibi, zincirlemişler arabaları. Hani zinciri çözmek için 1 lira atacaksınız, sonra arabayı yerine bırakınca, zinciri tekrar takıp bir liranızı geri alacaksınız…
İyi de, beyler…
Yurtdışından gelen herkesin cebince 1 YTL’si olmaz ki, yerli veya yabancı.
Eğer bir görevli var, onu bulacaksın, o sana para bozacak yahut jeton satacak diyorsanız, eski sistemden ne farkı kaldı?
Sonra, hadi benim gibi küfrede küfrede çantanızın dibinden bir 1 YTL bulup bir bagaj arabası aldınız…
Oradaki hamallardan birine sordum:
- Biz buna 1 lira koyduk, eee, nasıl geri alacağız?
- İşiniz bittikten sonra arabayı teslim ettiğinizde…
Yani ben, yorgun argın gelmişim, dua (!) ederekten 1 YTL bulmuş ve bir bagaj arabası almışım, bekleyip valizlerimi yüklemiş ve havalimanının dışına çıkmışım… Şimdi beni bekleyen arabaya valizlerimi koyduktan sonra, koşa koşa geri gelecek ve bagaj arabalarının park edildiği yeri arayıp bulacak ve zinciri yerine sokup, 1 YTL’me geri alacağım öyle mi?
O karambolde…
Eğer bunu, bagaj arabaları sağa sola dağılıyor, toplaması zor oluyor diye yapıyorsanız, daha iyi bir çare bulun, çünkü yolculara büyük saygısızlık!
*
Çocukken saygısız ve soğuk bir telefon şakası yapardık.
Rehberden bir numara bulur ve telefon ederdik:
- Alo! İyi günler efendim, … Beyin / hanımın evim mi?
- Eveeet?
- Tekrar iyi günler efendim, ben Puro-Fay’dan arıyorum. (O yılların en büyük sabun, deterjan üreticisi) Hediyeli bulmacamıza katılmak isterseniz eğer, size küçük bir sualim olacak, ‘Evinizde, mutfağınızda Fay var mı acaba?’
- Var efendim! (Hemen herkesin evinde Fay vardı, mecburiyetten!)
- Şimdi size iki sualim olacak, doğru cevap verirseniz bir de sürprizimiz var.
- …
- Fay kutusu acaba ne renk, söyleyebilir misiniz?
- Yeşil!
- Doğru cevaaap! Peki kaç delikli, onu da biliyor musunuz?
- Üç delikli…
- Bravoo! Doğru bildiniz, şimdi sıra geldi sürprizimize: Şimdi o Fay kutusunu lütfen …’e sokar mısınız!
Karşımızdakinin bir an nefesi kesilir, bir de telefonu kapardık; on dakika sonra tekrar aramak için:
- Alo … Bey/Hanım?
- Efendim!
- Süre doldu efendim, Fay kutusunu artık ..’den çıkarabilirsiniz!
Vu ha ha ha ha… artık saatlerce gülerdik!
*
Beni almaya gelen araç güç bela bir yer bulur ve polisler düdük çalıp ‘Devam et, devam et!” diye işaret ederken… tabii ki bagaj arabasını geri götürecek vaktim olmadı, ortada bıraktım. Alırken tıkaladığım 1 liram da gitti. TAV’a kaldı.
İşte o anda, insan beyni bir muamma, ne alakası varsı, aklıma çocukken yaptığımız bu muzurluk geldi…