Sanatsever hırsızlar sahtekár sanatçılar

Alsaslı genç garson, Ankara’da bir sanat galerisindeki Hoca Ali Rıza, Fikret Mualla gibi ustaların tablolarının değerini bilemeyen ve sadece tezgahtaki çikolataları yemekle yetinen hırsızlardan değildi.

Siyah rugan ayakkabıları, siyah takım elbisesiyle, kimi zaman tek başına, kimi zaman sevgilisiyle birlikte, üstelik güpegündüz girdiği Avrupa müzelerinden, aralarında Brueghel ve Dürer tablolarının da bulunduğu 239 parça eski eser alacak ve hiçbirini satmayacak kadar sanat düşkünüydü.

2002 ocağında, Fransa’nın Mulhouse yakınlarındaki Ron-Ren nehir kanalının kıyısına biriken kalabalık, polis balık adamların sudan çıkarttıklarını hayretle seyrediyordu. Kesilmiş yağlı boya resimler, gümüş ve fildişi heykelcikler, porselen çanaklar, Ortaçağ’dan kalma silahlar ve müzik aletleriydi bunlar. Kanaldan çıkanlarla, iki ay kadar önce İsviçre’nin Richard Wagner Müzesi’nde, paltosunun içine sokuşturduğu küçük bir trompetle yakalanan Alsaslı garson Stephane Breitwieser arasında bir bağlantı kurmak kimsenin aklına gelmedi.

Garson, Avrupa’nın dört bir yanındaki irili ufaklı 50 kadar müzeden toplayarak, annesinin evinde büyük bir özenle sakladığı eserlerin kanalın dibini boyladığını, üstelik eski püskü şeyleri eve doldurduğuna oldum olası içerleyen sanat düşmanı kadının, Montpellier Müzesi’nden çaldığı canım Watteau’su ile Baden-Baden’den yürüttüğü Cranach’ını lime lime ettiğini öğrendiğinde, tepesi atıp konuşmasaydı, bu bağlantı belki hálá kurulmamış olacaktı.

Kaybettiği koleksiyonunun acısından olsa gerek, cezaevinde iki kez intihara kalkışan sanatsever oğul ile, tutuklanma haberini alır almaz delilleri yok etmeye çalışan anne, 7 Ocak 2005’te, üçer yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Eserlerin bir bölümü kanaldan, bir bölümü çöplerden çıkartıldı. Evde yapılan aramada hiçbir şey bulunamadı. Çalındığı itiraf edilen tablolardan 60’ının akıbeti ise bilinmiyor.

BOSTON’DA GECE YARISI ÜNİFORMALI HIRSIZLAR

Aklınıza, II. Dünya Savaşı sırasında işgal ettikleri ülkelerin sanat eserlerine el koyan Nazi subayları gelse de, bu üniformalılar, 1990 yılının 18 Martı’nda, gece yarısını iki saat geçe, Boston’daki Isabella Stewart Gardner Müzesi’nin ziline basanlar. Bostonlu sahte polisleri içeriye alan bekçiler, bir anda kendilerini yüzükoyun yere serilmiş ve kelepçelenmiş buldular. O gece, aralarında Rembrandt, Vermeer, Manet ve Degas tabloları ile 3 bin yıllık bir Çin kasesinin bulunduğu piyasa değeri 300 milyon doların üzerindeki 13 parça eser, gizli kamera kaseti ile birlikte sır olup gitti.

Gardner soygununun soruşturmasını yürüten FBI’ın Boston bürosundan dedektif William (Tom) Cassano ile Atlantik’in diğer yakasındaki efsanevi meslektaşı, tablo hırsızlarının korkulu rüyası, Scotland Yard dedektifi Charles Hill, 2 binden fazla ihbarı değerlendirdiler, hatta Boston’da çok sayıda İrlanda kökenlinin bulunmasından hareketle, IRA’nın bu işe karıştığını, Kolombiya’daki Medellin karteline ya da İtalyan mafyasına uyuşturucu karşılığı verildiğini dahi düşündüler.

Aradan 16 yıl geçti. Ne sahte polisler, ne de çalınanlar bulunabildi. Cassano’nun ne yaptığını bilmiyorum. Hill, 3 yıl kadar önce Scotland Yard’dan ayrıldı, özel bir şirkete güvenlik danışmanlığı yapıyor.

SADECE SAHTELERİ SERGİLEYEN MÜZELER

Polisler sahte de, dünyanın her ülkesinin müze, müzayede ve özel koleksiyonlarından durmaksızın çalınanların hepsi "gerçek" mi sanki? Günümüzde sanat eseri diye satışa sunulan ne varsa, yüzde 15 kadarının sahte olduğu ileri sürülüyor. New York Metropolitan Sanat Müzesi’nin yıllarca müdürlüğünü yapmış Thomas Hoving haklıysa eğer, bu oran yüzde 40.

Uşak Arkeoloji Müzesi’ni gezenlerin "hangisi asıl, hangisi sahte" benzeri kaygılarını yaşamak istemeyenler, Almanya’nın Binz kentindeki ya da Viyana’daki gibi bir sahtecilik müzesine gitmeli. Buralarda Van Gogh’tan Renoir’a, Monet’den Picasso’ya ne varsa, hepsi sahte.

Müzayedelerde astronomik rakamlarla satışa sunulan ve özel koleksiyonlarda bulunduğundan sanatseverlerin tadına varamayacağı ünlü eserlerin, dünyanın dört bir yanındaki sahtekárlar ya da yasal kopyacılar tarafından üretilen benzerlerini, sadece seyretmekle kalmayıp, satın almak, hatta istediğiniz tablonun kopyasını yaptırmak için sipariş bile vermek mümkün.

Milano’nun Bonacossa Sarayı’ndaki "Museo d’Arte e Scienza"nın 18 salonunda sergilenen ve Alman Fizikçi Gottfried Matthaes’in özel koleksiyonuna ait olan antik mobilya, ikon, tablo, fildişi heykel, halı, mücevher ve kitaplar da sahte. Matthaes’in amacı, müzeyi gezenlere, sahte ile gerçeğin birbirinden nasıl ayırt edilebileceğini öğretmek.

ADLİ BİLİMLER SAHTECİLERE KARŞI

Sahte ile gerçeğin ayrımında, suç delillerinin incelenmesinde kullanılan temel yaklaşımların, örneğin mikroskoplar, farklı dalga boylarındaki ışık kaynakları ve kimyasal incelemelerin işe yaradığı defalarca kanıtlandığı halde, müze yönetimleri ve galeri sahiplerinin bilimsel yöntemlerden henüz çok az yararlandığını görmek, beni şaşırtıyor. Eksperlerin değerlendirmesine elbette saygı duymalı, ancak kişisel kanaatlerin, bilimsel verilerle desteklenmesi gerek.

Arkeolojik eser kaçakçılığına benzer şekilde, sahte resim piyasasının da artık organize suç ve terör örgütlerinin kontrolünde olduğuna dair veriler bulunduğundan, Interpol, FBI ve Almanlar’ın BKA’sı gibi güvenlik birimleri, bu tip analizleri yapan, üniversite destekli özel birimler kurdular. Bu çabaların artması, kanıta dayalı, objektif ve etkin bir mücadeleyi beraberinde getireceği gibi, suç örgütlerinin finans kaynaklarının kurutulmasına da yarayacak. Üstelik, bunun için yeni yatırımlara da gerek yok. Suç delillerini inceleyen, büyükçe bir kriminal laboratuvarın olanaklarını kullanmak ve akademisyenleri bu alanda çalışmaya özendirmek yetiyor.

X-IŞINLARI MI, IŞIK MİKROSKOBU MU?

Üzerine yağlıboya resim yapılan pamuk, keten ya da kenevir bezler, tarihin her döneminde pahalı malzemelerdi. Bu nedenle ressamlar, eski tuvalleri, üzerindekileri silip, değiştirip örterek yeniden kullanmışlardır. Aynı uygulama, eski eser izlenimi vermek isteyen sahtekárlar için de geçerlidir. Hatta, ünlü bir ressamın, değerli olmayan bir tablosu üzerine, çok değerli bir eserinin sahtesinin yapıldığına da rastlanır. İşte bu nedenle, katmanların incelenmesi büyük önem taşır. Resimlerin incelenmesinde, mor ya da kızıl ötesi ışık kaynakları sıklıkla kullanılmakla birlikte, alt boya katmanlarının görülmesini sağlayan X-ışınlarının yeri vazgeçilmezdir.

Öte yandan, gerek İsa’nın Torino’daki kefeninin, gerekse Vikinglerin Kristof Kolomb’dan 50 yıl önce Amerika’ya ayak bastığını gösteren Vinland haritasının sahte olduğunu, Beethoven’in kurşunla zehirlendiğini, Napolyon’un ise arsenikle zehirlenmediğini kanıtlayan Chicagolu ünlü kimyacı ve mikroskop uzmanı Dr. Walter Cox McCrone, son nefesine kadar, sanat eserlerinin ve arkeolojik kalıntıların incelenmesinde en güvenilir yöntemin ışık mikroskobu olduğunda ısrar etti. Ona göre ışık mikroskobu, Prusya mavisi, alizarin ve karbon siyahını birbirinden ayıramayan X-ışını difraksiyon analizinden ya da çinko beyazını sarı kurşun oksitten ayıramayan kızıl ötesi absorbsiyon analizinden çok daha üstündü.

Buna karşılık, Boston Güzel Sanatlar Müzesi uzmanlarından Richard Newman, taramalı elektron mikroskobu ile birlikte kullanılan X-ışınlarının metal, seramik, taş ve boya örneklerinin incelenmesinde vazgeçilmezliğini savunmuştur. İtalyan Ulusal Yeni Teknolojiler Kurumu ENEA’nın uzmanlarından Moioli ve Seccaroni, orijinal olduğu iddia edilen bir dizi Caravaggio tablosunun aslında sahte olduğunu bu yöntemle kanıtlamışlardı.

PİGMENT ANALİZİNDEN FIRÇA TEKNİĞİ VERİ TABANINA, BİRAZ TEKNOLOJİ, BİRAZ BİLGİ

Sanat sahtekárları ile mücadelede bazı önemli köşe taşları var. Arizona Üniversitesi’nden Donahue ve arkadaşlarının, yağlıboya resimlerin yaşlarını belirlemede kullandığı hızlandırıcılı radyokarbon tarihlemesi, St. Petersburg’un ünlü Hermitage Müzesi’nden Alexander Kossolapov’un helyum atomlarını kullanarak altın varaklarda yaş tayini, Hamburg Üniversitesi’nden Peter Klein’ın, tahtanın imalatında kullanılan ağacın ne zaman kesildiğini gösterebilmesi, yani dendrokronoloji bilimini uygulaması ve bunu bin yıl geriye götürebilmesi bunlardan bazıları.

Liege Üniversitesi disiplinlerarası arkeometri biriminden Pascale Fraiture, 2002 yılındaki doktora teziyle, dendrokronoloji sayesinde, sadece tahta desteğin imal edildiği ağacın ne zaman kesildiğini değil, hangi ormandan kesildiğini dahi belirleyebilmiş ve sanat tarihçileri tarafından 16. yüzyıl Henri Bles tablosu olarak belgelenen bir resmin, aslında 19. yüzyılda yapılmış bir sahtesi olduğunu kanıtlamıştı.

Pigmentlerin analizi, resmin yaşını gösteren önemli belirteçlerdendir. Örneğin kurşun karbonat antik dönemden beri kullanıldığı halde, tıpkı onun gibi beyaz olan titanyum oksit, çalışmanın 1920’lerden sonra yapıldığını gösterir. Prusya mavisi ve çinko beyazı, 18. yüzyıl; kobalt mavisi ise 19. yüzyıl sonrasında kullanılmıştır. Kadmiyum sarısı, 1830 öncesinde yoktu. Rembrandt’ın 1634’te yaptığı iddia edilen bir otoportresinde kadmiyum sarısı bulununca sahte olduğu kanıtlanmıştı.

Pigment bileşenlerinin niteliği kadar, bunların niceliği, yani "boyanın parmak izi" de önemli ipuçları verir. Örneğin kurşun beyazının, gümüş ve antimon düzeyi yüksekse, Hollanda’da; düşükse İtalya’da imal edildiği anlaşılır. Bu analizlerin resme zarar vereceği sanılmasın. Kanada Winnipeg Üniversitesi Kimya Bölümü araştırıcılarına, kulak temizleme çubuğunun ucundaki pamuğu tabloya dokundurmak yetiyor. Avustralya Curtin Teknoloji Üniversitesi’nden Smith ve arkadaşları ise, tablolara değmiyor bile. Lazer kenetli plazma kütle spektrometre gereci ile sadece yaklaşıyor ve pigmentler bir yana, yağ, vernik, astar ve incelticilerin dahi parmak izini alabiliyorlar.

Bilimsel incelemeler, eserin orijinalliği hakkında bir fikir verirse de, henüz yaratıcısının kim olduğunu saptamaktan uzak. Fırça kullanım tekniğinin sanatçıya özgü "yapısal bir imza" gibi değerlendirileceğini iddia eden Viyana Teknoloji Üniversitesi’nden Sablatnig, Kammerer ve Zolda, geliştirdikleri bilgisayar destekli sınıflama ve tanıma sistemi ile, şimdilik sadece minyatür portrelerin kimin elinden çıktığını bulabiliyorlar. Sanatçıların fırça tutuş teknikleri bilgisayara "öğretildikçe", eserlerin sanatçının kendisinin mi yoksa bir kopyacının elinden mi çıktığı anlaşılabilecek. Bu şekilde oluşturulan veri tabanları yaygınlaştıkça, tıpkı attığımız imzayı tanıyabilen yazılımlara benzer şekilde, fırça izlerini de tanımak mümkün olacak. Ayrıca sanatçı ve öğrencilerinin birlikte yarattığı çalışmaların, hangi bölümünün ustanın elinden çıktığı da böylece aydınlanabilecek.

ÜNLÜ SAHTEKÁRLAR

II. Dünya Savaşı sonlarında, müttefik devletlerin bir sanat komisyonu, Hitler’in komutanlarından Hermann Göring’in koleksiyonunda o güne kadar bilinmeyen bir Jan Vermeer tablosuyla karşılaştı. Yapılan soruşturma sonucunda, resmi Göring’e satanın, Hollandalı ressam Hans van Meegeren olduğu anlaşıldı. Düşmana ulusal kültür hazinelerini satmaktan mahkum edilen Van Meegeren, resmin sahte olduğunu kanıtlama çabasıyla, cezaevindeki hücresinde bir Vermeer tablosu daha yaptı. Onun fırçasından çıkan 14 kadar Vermeer ve Pieter de Hooch tablosunun, ünlü eksperlerden alınmış orijinal belgesi vardı. Özel koleksiyoncuların elinde başka sahtelerinin bulunduğuna inanılıyor.

Elmyr de Hory, 1968’de yakalanıp İspanya’nın İbiza Adası’ndaki bir cezaevine konuncaya kadar geçen 30 yıl içinde, Matisse, Modigliani ve Picasso’larla dolu bine yakın tablo yapmış, çoğunu Avrupa ve Latin Amerika’nın değişik ülkelerinde, ayrıca ABD’de satabilmişti. Elmyr de Hory, Orson Welles’in tamamladığı son filmi "F for Fake" adlı belgesele konu olmuştu.

İngiliz fizikçi John Drewe, 50-60 bin sterlin ödeyerek ressam John Myatt’a yaptırdığı Chagall ve Giacometti’leri, 1 milyona satacak kadar becerikliydi. 96’da tutuklandığında, sahte ekspertiz raporları düzenlemekle kalmayıp, müze arşivlerinden çaldığı kataloglara eklemeler yaptığı da ortaya çıktı. Sahte resimlerin sadece 60’ı bulundu. 140 kadarının ise kimin elinde olduğu bilinmiyor. Bilinmeyen bir başka şey, 2001’de cezaevinden çıkan Drewe’in şimdilerde nerede olduğu. Kim bilir belki yeni bir ressam keşfetmiş, ona yaptırdığı "eser"leri birilerine satıyordur.
Yazarın Tüm Yazıları