Piyasada gerçekten para yok mu?

Son birkaç yıldır Anadolu’da, İstanbul’da görüştüğüm orta ve küçük ölçekli (KOBİ) şirketlerin sahiplerinden hep şu yakınmayı duyuyorum: “Piyasada para dönmüyor.”

Haberin Devamı

Sadece girişimci ya da KOBİ patronlarından değil, bazı bankaların bu alana bakan yöneticilerinden de benzer değerlendirmeler alıyorum. Hepsi de piyasada paranın kalmadığını, kimsenin borcunu ödemeye yanaşmadığını, çek ve senetle işlerin döndüğünü belirtiyorlar. Aslında KOBİ’ler ve girişimciler için bu yakınmalar, işlerin iyi gitmediği, satışların durduğu, tahsilatın yavaşladığı anlamına geliyor. Fakat onlar bu konuya “para kalmadı” yaklaşımıyla bakmayı tercih ediyorlar.

Bir süredir bu konuda sorular alıyorum. O nedenle saptamalarını paylaşmak istiyorum:

-Türkiye’de hatırı sayılır bir şekilde “çek ve senet” ekonomisi var. Şirketler, nakit yerine, yılların alışkanlığı bu enstrümanları tercih ediyorlar./images/100/0x0/55eb2433f018fbb8f8adee2e

Haberin Devamı

-Bankaların çeşitli modern ödeme araçları geliştirmelerine rağmen “hatır senetleri” ciddi şekilde elden ele dolaşıyor.

-Ekonomik büyüme dönemlerinde senet ve çek kullanımı artıyor. Buna bağlı olarak karşılıksız çek ve protesto edilen senet miktarı da yükseliyor. Son rakamlar, Türk iş dünyasının “para yerine” geleneksel yöntemlere başvurduğunu, bu alanda sorunlar yaşadığını da ortaya koyuyor.

-Protestolu senet sayısı 2006 yılında 1.1 milyonu, karşılıksız çek sayısı ise 1 milyon 150’yi geçmiş. İlk 7 aya ait rakamlar, 2007 yılında bu düzeylerin çok aşılacağını ortaya koyuyor. Yani, iş dünyası, kriz yılları olan 2001 ve 2002’den daha fazla sorun yaşıyor. Her ne kadar ekonomik büyümeyle birlikte çek ve senet miktarı arsa bile, “sorunlu vaka” sayısı dikkati çekiyor.

-Madalyonun diğer tarafından ise “para yok” sendromu var. Aslında teknik olarak bakarsak böyle bir sorun yok. Çünkü, piyasada “para var”.

-Geçmişte bu konuda bir araştırma yapmıştım. Oradaki verilere de baktım. Türkiye’de kişi başına piyasadaki para miktarı (emisyon) 1980-2000 yılları arasında 1985 istisnası dışında, 60-90 dolar arasında değişmiş. 20001 yılında 68.4 dolara kadar gerilemiş. O dönem bazı uzmanların şu yönde değerlendirmelerini hatırlıyorum: “1980’den bu yana gelirimiz ikiye katlanmış, ancak kişi başına cebimizdeki para 70 dolardan 67 dolara düşmüş. Giderek cebimizde daha az para taşıyoruz.”

Haberin Devamı

-O dönemde bu değerlendirmeler haklıydı. Ancak, rakamlar son yıllarda epey arttı, cebimizdeki para miktarı kişi başına dikkati çeken oranlarda yükseldi. 2005 yılında 202, 2007 yılının ilk 9 ayında ise 280 dolara ulaştı.

-Her ne kadar son dönemde dolar, YTL karşısında değer kaybediyorsa da, rakamlar piyasada “teknik olarak” paranın bulunduğunu, hatta son yılların en yüksek düzeyinde olduğunu gösteriyor. Sorun, öncelikle bazı sektörlerde, bir bölüm şirkette satışların kötü gitmesinden kaynaklanıyor. İkincisi, şirketlerin iş yapma, ticaret anlayışı ve nakit yönetiminden kaynaklanıyor. Bir de enflasyonlu dönemde kalma alışkanlık.Ödemeyi ne kadar geciktirirsek o kadar iyidir…

Haberin Devamı

Marka sloganları daha yaratıcı olmalı

Televizyonda pek fazla reklam izleme şansım olmuyor, izlemiyorum da… Ancak, belki algıda seçicilik, şirketlerin “sürekli sloganları” bir süredir dikkatimi çekiyor. Bazıları çok yaratıcı, bir bölümü şirketin ya da markanın mesajını açıkça ortaya koyuyor. Ancak, çok sayıda marka ve şirketin bu konuda ciddi sorunu olduğunu düşünüyorum. isimlerin altına koydukları “sürekli sloganlar”, kulağa hoş gelen, marka isminden üretilmiş, çok fazla mesajı olmayan deyişlerden seçiliyor. Oysa, “sürekli slogan”, üstünde marka ya da şirket ismi yazmasa bile, onu ifade edebilmeli, hatırlatmalı ve tüketiciye vaadini belirtebilmeli.
Ünlü guru Philip Kotler’in belirttiği gibi, “Kendini öven, öne çıkaran sloganlar yerine, vaat içerenler seçilmeli. Örneğin, en iyi yerine, en ucuz olmalı”.
Örneğin, bir şirketin adı Fırtına ise, sloganını da “Fırtına gibi esecek” benzeri bir yaklaşımla seçebiliyor. Kelime oyunlarına dayalı yaratıcılıkla, şirket-marka ismini öne çıkaran sloganlar yaratılıyor. Oysa, tüketici, markanın ne vaat ettiğini, mesajını, diğerlerinden farkını görmek istiyor. Yaratıcılık, bu uzun cümleyi birkaç kelimeye dökmekte olmalı.

Haberin Devamı

Aslında, bunun nasıl yapılacağını ortaya koyan, Türkiye ve dünyadan iyi örnekler de var. CNN’in,  “İlk Bilen Siz Olun” mesajı bunlardan biri. Beko’nun “Dünya Markası” sloganı da bir başkası. “Lezzet Uygarlığı”, Eti’ye gerçekten yakışıyor.  Milliyet, “Basında Güven” ile gerçekten okuyucuya vaadini çok iyi ortaya koyuyor. Burada Garanti Emeklilik’in “Mutlu Emeklilik” sloganını da unutmamak gerekiyor.
Ben aslında sizlerin görüşünü de merak ediyorum. Bana görüşlerini yazsanız, hep birlikte Türkiye’nin “en iyi marka-şirket sloganlarını” belirlesek, bu sayfada açıklasak… Çok iyi olurdu. Lütfen yazın…

Türkiye’de kaç gerçek CEO var?

İrili ufaklı çok sayıda şirketin genel müdürü, kartvizitini değiştirip, pozisyon yerine “CEO” (Chief executive officer) yazmaya başladığından sonra bu soruyu çok duyuyorum. Bu konuda da bir miktar abartı var. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında benzer bir değişim yaşanıyor. Ancak, genel müdür ile CEO arasında gerçekten ciddi fark var. Her genel müdür, yetkisi ve konumlandırılması nedeniyle CEO değil, olamaz. Kendisi olmak istese bile patronu izin vermez. Durum böyle olmasına rağmen “CEO rüzgarı” esmeye devam ediyor.

Haberin Devamı

Bunun etkilerini yayın direktörü olduğum Capital ve Ekonomist’in CEO Club’ına gelen yoğun talepten de görüyoruz. Eğer her talebi kabul etseydik, şimdiye kadar 3 bin üyeye ulaşmış olurduk. Şimdi önemli bölümü CEO, bir bölümü genel müdür ve başkan olmak üzere 300 üyesi var.

Peki gerçek CEO sayısı ne kadardır? Bu konuya uzun süredir kafa yoruyor, çeşitli yönetici ve işadamlarıyla tartışıyorum. “50’den fazla CEO yok” diyeni de duydum, “100” rakamına dikkat çekeni de… Daha fazlasını da… Ancak, benim tahminim, 100-150 gerçek CEO olduğu yönünde. Tabii çok güçlü genel müdürler olduğu gerçeğini de unutmayarak bu tahmini yapıyorum.

 

Yazarın Tüm Yazıları