NATO kafa, NATO mermer

Bekir Coşkun’un son kertede isabetli tabiriyle ‘NATO zırvası’ sağolsun, bu sabah, yani pazartesi sabahı, kişisel tarihimde bir ilke imza attım ve sabah 08:15’de, saat maat çalmadan kendi kendime uyandım.

Ben ki es kaza uykuya dalabildim mi yumrukla, tekmeyle, bando-mızıkayla zor uyanırım, bizim jetlerin şovunun ramazan davuluna rahmet okutan gürültüsüyle yataktan zıpladım. Hani Busht, Allah muhafaza Türkiye’ye yerleşmeye filan kalksa, kargalar kahvaltılarını etmeden işe gelmeye muvaffak, ideal bir eleman olup çıkacağım.

Hoş bunu düşünmek bile istemem, bizim amirlerin arzulayacağını da hiiiç zannetmem, ayrı...

Málûmunuz, İstanbul, suyu çekilmiş değirmen gibi. Şehirde, güvenlik güçlerinin müdahalelerine ve ulaşım muhalefetine rağmen imkánsızı başarıp Kadıköy’e varabilen 50 bin kadar ‘marjinal’ protestocu ve NATO zırvasına katılan zatlar haricinde kimse kalmamışa benziyor.

Ki Bushtperestlerin parmakla sayılabilecek adedi göz önünde bulundurulunca, esasta kimin marjinal kaldığını sormak ister deli gönül, o da ayrı...

İlle ki bir yerden bir yere ulaşması gereken İstanbullular kan ağlıyor. Esnaf, sinek avlıyor.

Bunun yanında, yine NATO zırvası sayesinde, adamı canından bezdiren, gıdım gıdım ilerleyen yoğun trafiğin de İstanbul halkı için aslında gayet faideli bir eser olduğunu idrak etmiş bulunmaktayım.

Pazar günü tüm gün boyunca, sadece 10 dakikalığına, gazete, ekmek, kola, vs. almak için evden çıktım. Gümüşsuyu, tam ortasından bölünmüş durumda. Alman Konsolosluğu’nun önünden, Taksim’e ulaşım serbest, Beşiktaş’a iniş yasssah. O sırada koca caddede seyreden sadece iki otomobil vardı ve ne oldu bilin bakalım?: Trafik kazası!

Yolları boş buldu mu coşan şoförleri tutabilene aşkolsun. O yolda, o sürate nasıl ulaştığı, nasıl olup da koca caddede yer yokmuşçasına diğer otomobile bindirebildiği meçhul bir taksi, özel bir otomobile çarptı. Taksinin ön kaportası yamuldu; diğer otomobilin şoförü, en az 30 metre sürüklendikten sonra, darbenin etkisiyle kafasını ön cama çarptığı için arabadan kan revan içinde çıktı.

Hadi pazartesi sabahı itibarıyla, bunca kakofoniden elimizde kalan ne var şöyle bir bakalım:

Emine Erdoğan, Karamanlis ‘kazasından’, yani Yunan liderin yanılıp da kendisini öpmesinden sonra, temkini ele almış ve Bush çiftiyle resim çektirirken, normalde ev sahibi liderlerin eşlerinin konuk liderlere eşlik etmesi gerekirken, protokolü bozup eşinin yanında dikilmiş. ‘Aman namahreme temas etmeyelim; hani bayram değil, seyran değil, alt tarafı NATO zirvesi, elin Bush’u beni neden öpsün?’ modeli bir poz vermiş...

Bu arada Laura Bush’a Atatürk’ün fotoğrafını gösterip onu ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Türkiye’nin lideri’ sözleriyle tanıtmasının üzerine Laura Bush; ‘Çok şık, elindeki şapka tabloyu çok iyi tamamlamış’ demiş.

Acaba Emine Erdoğan, Laura Bush’un sözlerinde bir kinaye, satır aralarında inceden bir alay aramış mıdır? Yani, herhalde Emine Erdoğan’ın evinde de bir ayna filan vardır?

Bu ülkenin siyasi tarihinden pastel rengi kolileri andıran döpiyesleriyle bir Tansu Çiller bile geçmiştir ama o kombin koltuk takımını andıran -lacivert üzerine beyaz biritli ceket, beyaz üzerine lacivert biritli ve korkunç kesimli etek, lacivert üzerine beyaz biritli ayakkabı, tabii ki siyah bandana üzerine takılmış beyaz türban ve manzaraya tüy diken kafam kadar bir pandantif beyaz gül- kıyafetiyle Emine Erdoğan gibi bir rüküşlük abidesi görülmemiştir.

Bu arada Cumhurbaşkanı Sezer’in davetine, smokinsiz katılan ve bu yolla ‘durduğu çizgiyi’ sergileyen Recep Tayyip Erdoğan’ın bu ‘duruş’la ne anlatmaya çalıştığı da merakımıza mucip olan ayrı bir mevzu.

Bir yandan AB’ye girmek için yırtınıyorsun, her türlü tavizi vermeye dünden razısın, Bush’un bir nev’i ‘tak-şak birader’i durumundasın, sonra da kalkıp papyon yerine kıravat takarak, smokin yerine takım elbise giyerek, Sezer’e inat, muhafazakar çizginin mankenliğine soyunuyorsun.

Bu arada, İstanbul’da birçok bölge cehenneme dönmüş, polisle protestocular birbirine girmiştir.

Tüm bunlar ne adına olup bitmiştir?: Dürüstlüğü dünyaca málûm Bush, bol bol vaadde, ‘iyiniyetli’ temennide bulunup, hiçbir konuda söz vermemiştir, şu, bu, o için zaman istemiştir. Her zamanki hem kekeme hem geveze belágatıyla hödö hödö konuşmuş, somut, ele gelir, dişe dokunur hiçbir şey söylememiştir.

Şaşıran sazanlar elini kaldırsın...

Asparagas

Turkish delight

Irak’a asker yollanmadığı sürece maalesef kredi mıredi koklatamayacaklarını, Kıbrıs meselesi, PKK ve Guantanamo’da esir Türkler’le ilgili de şimdilik pek bir şey söyleyemeyeceğini ama Türkiye’nin çok önemli bir müttefik olduğunu ve ayrıca Türk yemeklerine bayıldığını söyleyen George W. Bush, AB’nin Türkiye’ye mutlaka tarih vermesi gerektiğini, bunun için ellerinden geleni yapacaklarını beyan etti. Bush, ‘Peki bu konuda elinizden ne geliyor bari?’ diye sorulmasının üzerine; ‘Ne’bliim man? Bi’şiler buluruz her’alde? Yaw, sizin şu lokumlar süpermiş. Adamı şişmanlatıyor galiba ama yine de OK’dir yani. Çiğnemeden bile yutabilirsin, boğazına takılma ihtimali sıfır, no?’ diye sordu. Bunun üzerine çok sevinen Abdullah Gül, koştura koştura kendisine tekrar lokum tuttu ve Türkiye ile ABD ilişkilerinin bu tatlı, bu şeker seyriyle ilgili ne denli mutlu olduğunu bir kez daha dile getirdi.
Yazarın Tüm Yazıları