Názım’a borcumuzu ne zaman ödeyeceğiz

ŞAİR Turgay Fişekçi’nin yönettiği ’Sözcükler’ Dergisi’nin son sayısında Türk dilinin büyük ustası Názım Hikmet’in daha önce bilinmeyen bir şiiri yayınlandı.

Şairin 15 Ocak’taki 106. doğum yıldönümü öncesinde böyle bir belgenin ortaya çıkması, edebiyat tarihimiz açısından önemli bir gelişme.

Bırakın, hiç hak etmediği ama bu ’gerekçeyle’(!) zindanlarda çürütülüp sonunda deliler gibi sevdiği yurdunu, halkını, yeni evlendiği eşini ve kundaktaki çocuğunu terk edip gurbete gitmesine yol açan haksız ve acımasız ’vatan hainliği’(!) yaftasını bir yana, Türk toplumunun çoğunluğu artık onu gerçek kişiliğiyle tanıyıp seviyor ve bağrına basıyor. İyi de, ölümünden oldukça kısa bir süre önce onunla Moskova’da tanışıp haftalar boyunca geceli gündüzlü arkadaşlık eden -hayatta kalmış- son Türk gazetecisi olarak bana anlattıkları ne zaman dikkate alınacak, gündeme getirilecek?

Doğan Kitap tarafından birkaç gün önce yeni baskısı yapılan ’Tanıdığım Názım Hikmet’ kitabımda da belirttiğim gibi tamamı 66 bin dizelik ’Kurtuluş Savaşı Destanı’nın 46 bin dizesi, şairin ifadesiyle ’saklamaları için’ kimi dostlarına dağıtılmıştı ve ’onlar da korkup bunları yakmıştı’. ’Kopyaları da yoktu’ ve Oktay Akbal’ın yıllar önce Vatan’daki köşesinde yazdığına göre Názım’ın Moskova’da bana anlattıkları ’yaygın bir savdı’... 22 dizelik, daha önce bilinmeyen bir şiirin ortaya çıkması elbette sevindirici bir olaydı da, 46 bin dizenin peşine bugüne kadar kimsenin düşmemiş olması inanılması güç bir vefasızlık ve duyarsızlık örneği değil miydi?

Hepsi mi yakılmıştı bu dizelerin?

Birileri bir yerlerde bunların en azından bir bölümünü saklamış olamaz mıydı?

Ölümüyle ilgili bir de ’son dileği’ vardı şairin: ’Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni!..’

Bu dize çok bilinir de, 1960’ın bir Ağustos akşamındaki Gürcü mezeli ve Rus votkalı soframızda meslektaşım Ömer Sami Coşar ve ’koruyucu meleğim’ dediği Ekber Babayev’le bana ’Öldüğüme yanmam da, nasıl olsa er geç öleceğiz, buralarda gömerler ona yanarım’ demişti ki bu acılı inlemenin tanığı olarak bir tek ben kaldım. Ve o hálá ’oralarda’ yatarken bunca seveninin(!) kılını kıpırdatmamasını üzüntüyle izliyorum.

Doğum ve ölüm yıldönümlerinde Názım üzerinde toplantılar düzenlemek, iri iri sözlerle konuşmak ve şiirlerini okumak güzel de son dileğini ne zaman yerine getirip onu yurdunun toprağına kavuşturacağız?

Kim, ne zaman düşecek binlerce kayıp dizesinin peşine?

Ne zaman ödeyeceğiz milletçe ona olan borcumuzu?..

Orhan KARAVELİ

Yeni Anayasa’ya önemli hatırlatma

BUNDAN 63 yıl önce, ’Teşkilat-ı Esasiye’, ’Anayasa’ olarak Türkçeleştirilmiştir. TBMM’ce onaylanan 4695 Sayılı Yasa’nın 11.1.1945’te Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla ’Teşkilat-ı Esasiye’ o günden sonra ’Anayasa’ olmuştur.

1924’te kabul edilen ’Teşkilat-ı Esasiye’ doğal olarak koyu bir Osmanlıca ile yazılmıştı; çünkü o dönemde daha Harf Devrimi ve Dil Devrimi yapılmamıştı. Buna karşın Atatürk ve arkadaşlarının, Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlıklarla yarışır olması için harcadığı çabaların, yaptıkları devrimlerin yolunu açan, egemenliğin ulusa ait olduğunu vurgulayan ilk temel yasamız ’Teşkilat-ı Esasiye’nin, 11 Ocak 1945’te ’Anayasa’ olması, Türk devrimiyle edindiğimiz dil bilincinin kanıtıdır. Ancak o dönemde de Türkçe’nin yolunu açan harf ve dil devrimlerini karalayarak yadsıyan anlayış, bunu, ’Teşkilat-ı Esasiye kanunu öz Türkçe denilen bir lisana tercüme edildi!’ diyerek küçümsemiştir.

1950’de iktidar olan Demokrat Parti, 1932 Şubat’ıyla 1950 Haziran’ı arasında 18 yıl Türkçe okunan ezanı Arapça’ya çevirerek, Atatürk’ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nu kapatmaya çalışarak, 1952’de ’Anayasa’yı yeniden ’Teşkilat-ı Esasiye’ yaparak ve benzeri eylemleriyle Türk devrimini yaralamış, geriye gidişin yolunu açarak karşı devrim girişimlerini cesaretlendirmiştir.

DP’nin bütün çabalarına karşın, 1945 ile 1952 arasında geçen kısacık sürede bile ’Reisicumhur’ yerine Cumhurbaşkanı, ’intihap’ yerine seçim, ’Divan-ı Muhasebat’ yerine Sayıştay, ’Şûra-yı Devlet’ yerine Danıştay, ’Erkán-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’ yerine Genelkurmay Başkanı, ’hákimiyet’ yerine egemenlik ve bunlar gibi yüzlerce Türkçe sözcük dilimize yerleşmiş olduğundan, DP dilde geriye dönüş eylemini istediği gibi gerçekleştirememiştir. Ancak ’Anayasa’’Teşkilat-ı Esasiye’ yapan anlayışla hız kazanan devrim düşmanlığı, yazık ki 1980’lerde ’Türk İslam sentezi’yle biçimlenerek devletin eğitim-kültür siyasası olmuştur.

Bugün ’Anayasa’yı ’Teşkilat-ı Esasiye’ yapan anlayışın ardıllarını TBMM’de görmekten büyük üzüntü duyuyoruz. Atatürk’ün vasiyetnamesini bile çiğneyen yasanın 25 yıldır Anayasa’dan güç alması, TBMM çatısı altında Atatürk’ün kurduğu Türk Tarih ve Dil Kurumlarını kapatan hukuk ayıbının savunulması, Türkçeleştirme eyleminin ’uydurukça, aşırılık, tasfiyecilik’ olarak nitelenmesi, bir Anayasa değişikliğinin tartışıldığı bugünlerde kaygılarımızı derinleştirmektedir.

’Teşkilat-ı Esasiye’yi ’Anayasa’ yapan bilincin ve dil devrimi ışığının yok olmadığını TBMM’deki bütün milletvekillerine ve kamuoyuna duyurmayı görev biliyor; eskiyen ’Teşkilat-ı Esasiye’ mantığıyla ’çağdaş’ bir ’Anayasa’ yapılamayacağını; yapılırsa bunun ulusu kandırmaktan öte gitmeyeceğini anımsatmak istiyoruz.

Sevgi ÖZEL-Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı

Diyarbakır’da ’imaj’ için 50 gazeteci

DİYARBAKIR’daki sivil toplum örgütlerinin sıkıntısı var. Güneydoğu ile ilgili haberler, özellikle de son bombalama olayıyla ilgili olarak görüntülü haberlerden ve bölgenin ’savaş yeri’ gibi gösterilmesinden... Bu tablodan halkın rencide oluyorlar ve bölgenin imajında da olumsuzluk yaratılmasından şikáyetçiler... "Bir hafta önce olan bombalama olayı hálá ekranlarda yeni olmuş gibi gösteriliyor" diyorlar. Dolayısıyla ekonomi de etkileniyormuş bu haberlerden. "Bölge imajının Türkiye imajı olduğu, bunun düzeltilmesi gerektiği ve haber dilinin daha özenli kullanılmasını" istiyorlar. ’Güneydoğu’nun İmajında Medyanın Rolü’ başlıklı panel bu nedenle yapıldı dün. Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası; Ticaret Borsası, Esnaf Sanatkárlar Odaları Birliği ve Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti gibi sivil toplum örgütleri, İstanbul ve Ankara’dan medya kuruluşlarının temsilcileri ve yazar-çizer takımını Diyarbakır’a davet etti. Oral Çalışlar, Yasemin Çongar, Ragıp Duran, Ali Bayramoğlu, Mete Çubukçu, Gila Benmayor, Cengiz Kahraman, Vahdettin Bahadır, Fuat Kozluklu, Enis Ersoy, Prof. Kenan Mortan, Namık Durukan, Ferai Tınç, Şirin Payzın, Savaş Ay, Amberin Zaman, Nazım Alpman gibi isimlerin de bulunduğu 50’ye yakın gazeteci ile STÖ temsilcileri ’imaj’ konusunda karşılıklı görüş alışverişinde bulundular. Toplantının açılışında Belediye Başkanı Osman Baydemir, bölgenin geri kalmışlığına ilişkin 1927-2003 verilerini aktarırken, buna Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker karşı çıktı ve "Son 5 yılda Güneydoğu’ya 8.5 milyar YTL yatırım yapıldı" dedi. Vali Avni Mutu, "Diyarbakır’ın imajıyla ilgili pozitif ayrımcılık" yapılsın" diye konuştu. Diyarbakır’da iyi şeyler oluyor galiba...
Yazarın Tüm Yazıları