Mukadderat

Bende bir düztabanlık olsa gerek... Bir kerecik olsun memlekete uça-ese, hadisesiz gitmek ve memleketten gittiğim gibi mutlu mesut dönmek mümkün olmayacak mı ey kahpe felek?

Çeşme Belediyesi’nin beldeyi tanıtmak için düzenlediği bir geziyi bahane etmişiz... (Hani olduk bittik her yaz Çeşme’ye gitmiyoruz, Çeşme’yi hiiiç tanımıyoruz ya, bilgimiz görgümüz artsın diye şöyle bir Ege’ye uzanalım dedik!)

Gitmişken yıllık iznin bir bölümünü kullanmak adına ‘amirlere’ yalvar yakar olmuşuz; hatta bir kısmına şantaj yapmış, bir kısmını tehdit etmişiz...

İzni kopartmışız; nicedir unutmuş olduğumuz türden bir saadet hissiyle galeyana gelmişiz...

Yola çıkarken uçağı kaçırmanın direğinden dönmemi, daha iki hafta önce cüzdan kaybetmiş biri olarak, giderayak bir kez daha cüzdan kaptırmak suretiyle gerzeklik ve sarsaklık konusunda kendimi aşmamı filan boşverin...

Onlardan bahsetmiyorum...

Geçen sene güya yıldönümü kutlamasına, doğumgünü partisine ve düğüne gidiyorduk?

Taziyeye gitmiştik...

Bu sene güya coşmaya gidiyorduk?

Mateme gittik...

Çeşme’de bulunduğum hafta boyunca, bizim küçük çemberimizde dönen entim muhabbetlerin, gülücüklü sohbetlerin haricinde, Ahmet Piriştina’dan başka bir şey konuşulduğuna şahit olmadım.

Gözünüzün değdiği her köşeden, şehrin gelmiş geçmiş en sevilen Başkan’ı gülümsüyor.

Kader, sanki en sinsi ağlarını, İzmir’in zeytin ve zakkum dalları arasında örüyor.

Ahmet Piriştina’nın kayınvalidesi, ablamlarla aynı sitede, hemen yan evde oturuyor.

Kötü haberin geldiği günün sabahında, erken saatlerde annemle laflamışlar. Bir yandan verandada taze fasülye ayıklarken, bir yandan da Cuma günkü düğünden, ailece ne kadar mutlu ve heyecanlı olduklarından bahsediyormuş; annem anlatıyor...

Sık rastlanır bir hál değil. Bütün şehir, hakikaten tüm bir şehir yas tutuyor.

Hemen herkesin Ahmet Piriştina’ya dair bir güzel anısı var; anlat anlat bitmiyor.

Herkesin yüzünde buruk, hüzünlü bir tebessüm... Durmaksızın Ahmet Piriştina’nın nasıl kalender, nasıl candan, nasıl zarif, nasıl çalışkan bir insan, nasıl esaslı, adam gibi bir adam olduğundan dem vuruluyor.

İzmir’in çehresinin beş yıl içinde nasıl değiştiğini bilenler bilir.

Konak Meydanı ve yemyeşil kıyı şeridi ve palmiyeler ve spor alanları ve kültür merkezleri...

Benim çocukluğum, balkondan, Körfez’de zıplayan yunus balıklarını izlemekle geçmiştir.

Sonra o mavi Körfez, korkunç bir süratle leş kokulu bir bataklığa dönüştü. Birkaç yıl öncesine kadar, eğer yolda uyumuşsam, Körfez’in kokusundan uyanır, memlekete geldiğimi anlardım.

Şimdilerde Körfez’de, yunus değilse de çipuralar fink atıyor.

Sırf bu bile, Ahmet Piriştina’nın işinin hakkını vermiş ve bunca sevilmeyi, rahmet dualarıyla uğurlanmayı hak etmiş bir insan olduğunu kanıtlamaya yetiyor.

Canım İzmir, yine bir yaza ağlayarak giriyor.

İyiler hep mi erken gider? Neden hep iyiler erken gider?

Adaletin bu mudur be kader?

Not: Gelir gelmez muhabbete böyle bet bir tondan girmek istemezdi gönül ama n’eylersiniz ki ahvalimiz budur... Ayrıca korkarım rutine ve normale avdet etmem biraz zaman alacağı için bu Çeşme muhabbeti birkaç gün sürecek. Yarın itibarıyla da yediklerimizden, içtiklerimizden, gördüklerimizden dem vurmamız farz; şimdiden duyurulur...

Asparagas

Reha artık araftan bildirsin diyorum

Kurşunlandıktan sonra, hastanede, acil serviste gözünü açtığında karşısında Reha Muhtar’ı gören ve ‘Eyvah, cehenneme geldim,’ diye düşündüğünü söyleyen; daha sonra Reha Muhtar’ın ‘Nasılsın birtanem?’ diye sorup yüzünü okşamasıyla hayatta olduğunu anlayan, ‘yaşadığını hisseden’ Ahmet Çakar, Reha Muhtar’ın bundan böyle araftan bildirmesinin iyi bir fikir olabileceğini belirtti: ‘Biz bugüne dek Reha’nın ulvi tarafını görmemişiz. Ben diyordum zaten, bu adamda ille ki dünyevi olmayan, adı konulamaz bir şey var. O günden beri, haftada en az iki gece, uzun bir köprünün ucunda Reha’yı görüyorum, elini uzatıp gülümseyerek beni okşuyor. Gerçi eşim Reha’nın belirdiği ışıklı álemin TV ekranı, o köprünün de Akademi Türkiye’de finalistlerin geçtiği bir stüdyo mahali olduğunu söylüyor ama işin doğrusunu ben biliyorum. Göreceksiniz, Reha yakında araftan bildirecek. O ‘her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan’ lafı nafile türememiş yani. Her şeyin hikmetine şimdi erdim ama ah, kimselere anlatamıyorum.’
Yazarın Tüm Yazıları