Küçük oyuncu

Hayatımın muhtelif depresif dönemlerinden en ağırı ‘91’e tekabül eder.

19 yaşımdaydım ve muhtemelen salak bir Hollywood filminden miras bir ‘bilgiye’ hürmeten insanın 9’la biten yaşlarında hayat muhasebesi yapması gerektiğine inanıyordum.

Fenaydım ve salaktım ve muhasebeden pek çakmadığım için içinden ölmeden geçebileceğim türden bir intihar edebilmek adına ‘şık’ bir yöntem arıyordum.

Ne zaman böyle dellensem aynı şeyi yapardım. Denize kaçardım... Fenerbahçe’ye uzar, maviye bakardım. Yine öyle yaptım.

Fener’deki marinada ayaklarımı suya uzatıp ‘derin derin’ düşünmekteydim ki ruhumun bir köşesi Demet geldi. ‘Bu akşam tiyatroya bilet aldım’ dedi.

‘Sensin tiyatro’ diyecektim, sustum.

Akşam, Şehir Tiyatroları’ndan ‘Ödüller Kimin?’i izledik, efsunlandık. Niyeyse içime bir garip eföri yayıldı; yaşadığım için Allah’ıma şükranlarımı sundum.

Geçtiğimiz hafta, biraz tiyatroyu özlediğimden, biraz da vaktiyle hayatımı kurtardığı için Hümeyra’nın hatırına, Ben Anadolu’ya gittik. (Ki vaktiyle tek başına tüm rolleri canlandıran Yıldız Kenter’den izlediğim oyun, bendenizi ilk depresyon uykuma yatırmıştır.)

Hümeyra, her zamanki gibi şahaneydi.

Keza, Şebnem Sönmez, Oya Palay, Özlem Türkad ve Nur Saçbürek de öyleydi...

Harikuladeydiler... Her şeye rağmen, toprak gibiydiler...

Seyirciye rağmen...

Ses sisteminin on dakikada bir çökmesine rağmen...

Her cümlenin son kelimesini yankı yankı tekrar eden, durmadan vızıldayan çocuğunu çayıra salmış ebeveynlere rağmen...

Zırıldayan cep telefonlarına rağmen...

Her şeye rağmen...

Hani abartıyor olabilirim ama sanki o an, o gece, bir hayat kurtarıyor olabileceklerinin bilincindeydiler.

Doktorların ve oyuncuların bir nebze kibirli olmasını anlamak gerekir belki de... Kimse böylesi klişelere benim kadar gülüyor olmasın ama doğruya doğru: Çünkü öyleler, yani yarı tanrı kudretindeler...

Geçtiğimiz hafta, aynı gün içinde Mahfi Ayral (96) ve Ronald Reagan öldüler.

Cumhuriyetin ilanını görmüş -her dem çocuk- Mahfi Ayral, Türk tiyatrosunun en yetkin oyuncularından biriydi ve neredeyse son nefesine kadar zıpkın gibiydi; sahnedeydi...

Ronald Reagan da hayatına B sınıf bir aktör olarak başlamış, sonra artizliğin boyutlarını abartıp işi ABD Başkanlığı’na kadar vardırmıştı. Soğuk Savaş’ın bitişine imza atmış, sonra da İran’a silah sattığı için dünya kamuoyundan pişkin bir özür dilemişti. Ömrünün son senelerini alzheimer olduğu için şuursuz geçirdi.

Allah rahmet eylesin; Mahfi Ayral’ın ruhu şad, mekánı cennet olsun.

Müteveffa Reagan’a gelince; ne diyelim, onu da Tanrı’sı nasıl biliyorsa öyle yapsın, nasıl bir uyku müstehaksa, öyle uyusun...

Asparagas

Androidinin kadını

Robot oyuncakların sergilendiği bir tanıtımda ‘Robot erkek yapsalar da kullansak, gel deyince gelsin, sıkılınca gitsin. İstediğim şeyleri alsın, istediğimi giysin, yani ben ne istiyorsam, nasıl istiyorsam, onu yapsın, öyle davransın’ şeklinde açıklama yapan Nefise Karatay, Lee Majors’a çıkma teklif etmeye karar verdiğini açıkladı: ‘Ben hatırlamıyorum, tevellütüm tutmuyor, bir Makbule ablam var, o söyledi... Bu Lee Majors’ın başından geçenler, eskilerde televizyonda, Altı Milyon Dolarlık Adam isminde bir programda anlatılıyormuş. Bu Lee Majors, pek namlı bir android miymiş neymiş... Makbule Ablam; ‘Şimdilerde yaşı biraz geçkince olabilir ama yine de android bu, belli de olmaz. Senin aradığın adam odur. Git onu bul, androidinin kadını ol. Minik minik, ikişer milyon dolarlık bebeleriniz olur’ dedi. Önümüzdeki hafta Los Angeles’a uçuyorum şekerim. Düğüne beklerim.’
Yazarın Tüm Yazıları