Krizdeki demokrasi ve yöneticileri

İKİ lider yana yana kürsülerde basın toplantısına başlıyorlar.

Fransa Devlet Başkanı Sarkozy toplantıyı açarken yanındaki lider, İtalya Başbakanı Berlusconi, kulağına eğilerek bir şey söylüyor.

Ekranlarda izliyoruz.

Berlusconi, "Sana kadınını ben verdim" diye fısıldıyor, Fransa first lady’si Carla Bruni’yi kastederek. Bruni İtalyan, onu kast ediyor.

Sarkozy önce duraklıyor. Şaşırdığı yüzündeki ifadeden anlaşılıyor. Sonra başını öne eğip yarı çapkın, yarı mahcup gülüyor. Ama bu soğuk espriye katılarak Berlusconi’ye dönüyor, "İstersen bunu söylemeyeyim" diyor, öteki de "aa yok yok" yapıyor.

Salı günü meydana gelen bu olay günlerdir konuşuluyor. Palazzo Chigi’den yapılan açıklamada Berlusconi’nin aslında "Ben de Sorbon’da okudum" dediği, "Sorbonna"nın "donna" (kadın) şeklinde anlaşıldığı ileri sürülse de, İtalya’da olay, siyasi polemik konusu olmaya devam ediyor. İtalyan kadın milletvekilleri Berlusconi’yi kadınları aşağıladığı gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne şikayet etme kararı alıyorlar.

Berlusconi’nin ilk gafı değil. Yoksulluktan şikayet eden bir kadına, "evlen de kurtul" demesi, Danimarka Başbakanı Andres Fogh Rasmussen için "o kadar yakışıklı ki karımla tanıştırmalıyım" sözleri, Obama’yı, "genç, yakışıklı ve iyi bronzlaşmış" diye tarif etmesi gibi ırkçı ve kadınları aşağılayıcı üslubu terk etmiyor Berlusconi. Ama seçimlerin galibi hep o. Sarkozy ve Berlusconi, yeni bir toplumsal gerçeğin ifadesi iki lider.

***

NICOLAS Sarkozy
nasıl cumhurbaşkanı oldu? Fransız tarihçi ve sosyolog Emanuel Todd’un "Apres La Democratie" (Demokrasiden Sonra) adlı kitabını okuyorum. Bu soruyu o da kendine soruyor ve yanıtını veriyor. Yanıt sadece Fransa ile sınırlı değil. Bu yaygın bir "tuhaflık".

"Nicolas Sarkozy, nasıl Cumhuriyet’in başkanı oldu? Hararetli, agresif, kendine aşık, Amerika’nın Bush’çu zenginlerine hayran, diplomaside olduğu gibi ekonomide de yetersiz olan bu adam nasıl seçildi? İktidara geldiğinde hiçbir kural, hiçbir gelenek, hiçbir değer, bu yöneticinin davranışlarını sınırlayamıyordu."

Sarkozy
’nin seçilmesiyle ülkede "Sarkozy moment"i diye tanımladığı yeni bir dönemin başladığını söylüyor Todd. Bu dönemle birlikte siyasi uzlaşmalar dağılıyor, ideolojik gelenek yok oluyor, adetler kayboluyor.

"Fransa Devlet Başkanı’nı, en acımasız biçimde eleştirmek gerekli bir egzersiz olabilir ama yetmez. Bu durumu ciddiye almalıyız çünkü bu Fransız toplumunun psikolojik, ideolojik ve ekonomik bir kriz içinde olduğunun göstergesidir" diyor Todd. "Eğer Fransız halkının yüzde 53’ü Sarkozy gibi, tutarsız bir düşünce sistemine sahip, entelektüel olarak vasat, agresif, para düşkünü, duygusal açıdan dengesiz bir insana oy veriyorsa o zaman o toplum sağlıklı bir toplum değildir."

Todd
bu yorumu yaptıktan sonra devam ediyor, "Sadece deli bir toplum, deli bir başkana normalmiş gibi davranabilir? Bu Başkan, Fransa’nın hasta olduğunun kanıtıdır."

***


BİR toplum hasta olabilir. Kalitesiz eğitim, serbest rekabetin yıkıcı etkisi karşısında yoksullaşan orta sınıf, üst sınıfın yolsuzluğu ve boş vermişliği bir toplumun hastalanmasına yol açar. Toplumsal doku bozulur.

Todd, buna "demokrasinin krizi" diyor.

Ben Sarkozy’nin ve Fransa’nın yalnız olmadığını düşünüyorum. Muhafazakar ama temayüllere meydan okuyan, kendi tarzı ile damgasını vuran Berlusconi, Putin ve Erdoğan da demokrasi krizi toplumlarının liderleri. Bu toplumların en belirgin ortak paydası aydın düşmanlığı.

Todd, "Sağlıklı bir demokrasi, seçkinlerinden vazgeçemez. Demokrasiyi popülizmden ayıran budur. Bir toplumun seçkinlere olan ihtiyacının halk tarafından kabul edilmesi" diyor.

Bu tek taraflı bir mesele değil. Seçkinlerin de halkın güvenini kazanması gerekir.

Aydın düşmanlığının yol açtığı sonuçları, bugün yaşanan demokrasi krizinde, vasatlığın ve popülizmin yüceltilmesinde izliyoruz.
Yazarın Tüm Yazıları