Koca adamları kıvırtırken görmek

KÜLTÜR farkı dedikleri bu mu acaba?

Bizde söz namustur derler. Ya oralarda?

Sonra, bizde kıvırtmak da ayıptır.

Bin bir dereden su getirene iyi gözle bakılmaz.

İnsanın yüzüne başka, arkasından başka konuşanı pek saymazlar.

Başkası adına utanmak diye bir şey de vardır bizde.

Başkasının hatasından, kendisini gülünç duruma düşürmesinden hicap duyulur örneğin.

İşte ben de Cuma günü o konuşmayı duyduğumda öyle oldum. Onun adına hicap duydum.

Koskoca Fransa’nın cumhurbaşkanı, Lüksemburg’dan bu yana her toplantıda Türkiye’nin tam üyeliği için dil dökerken, bugün bin bir dereden su getiriyor.

Türkiye’ye verilen sözlerden dönmek için Kıbrıs bahanesiyle kıvırtıyor.

Tabii olayın iç yüzü başka. Avrupa Birliği gibi büyük bir projenin, üyelerin iç politikasına tabi kılınması, Avrupa’nın yaşadığı krizin sonucu.

17 Aralık’ta Türkiye’den ek protokolün imzalanması istendi. Bunun Kıbrıs’ın tanınması anlamına gelmediği de açık bir biçimde söylendi.

Oysa şimdi, yani son anda Fransa Cumhurbaşkanı Chirac fikir değiştirmiş, Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili açıklamasının değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.

Tabii ki kimse Türkiye’yi zorla Rum Yönetimi’ni tanımaya mecbur edemez. Başta, pazarlığın en verimli biçimde devamı için Türkiye’nin masada tutulması gerektiğini bilen Rumlar böyle bir dayatmaya karşı.

Bu tartışmalar, Türkiye’nin üyeliği konusundaki spekülasyon hedefi bulandırıyor.

***

AVRUPA
Birliği projesine ve Türkiye’nin de onun içinde yer alması gerektiğine inanıyorum.

Fakat, 3 Ekim’de müzakereler başlayacak ve her adımda yeni bir bahane ile süreç doğal akışına giremeyecekse bunun işin başında konuşulmasından yanayım.

Bizim ne istediğimiz açık. Diğer adaylardan farklı olmayan bir müzakere süreci ve tam üyelik. Türkiye ayrıcalık istemiyor. Ayrımcılık da.

Ne pozitifi ne de negatifini.

Avrupa Birliği’nin ne istediği ise gitgide belirsizleşiyor.

Müzakerelere bir ay kala, zaten 17 Aralık’ta iyice sulandırılan tam üyelik hedefi, neredeyse ulaşılması imkansız bir seçenek haline getirilmek isteniyor.

Bu böyle devam edebilir mi?

***

BRÜKSEL
hedef konusunda, Türkiye’ye tek ve net bir yanıt vermeli.

Bu yanıt şimdi verilemiyor olabilir. 3 Ekim’e kadar zaman yetmeyebilir. Sıkıştırmaya gerek yok.

Müzakereler başlamaz.

Gerçi baş müzakerecimiz, 17 Aralık’tan sonra Türkiye’nin havasının suyunun değerinin arttığını, çok para etmeye başladığını söyledi ama Avrupa’ya yeniden düşünme zamanı vermek ilişkileri kopartmak anlamını taşımıyor.

Ankara anlaşması, iki taraf da bozmak istemedikçe Türkiye Avrupa ilişkilerinin hukuki zeminini oluşturuyor.

Biraz dinlendirebiliriz. Tam üyelik hedefi netleşene kadar kendi işimize bakarız.

Çünkü, nereye gittiği belli olmayan bir süreç, Türkiye’nin değişim iradesini de olumsuz etkiliyor.

Belirsiz bir hedef için yapıldığını öne sürerek, değişim rüzgarının önünü tıkamaya çalışanlar, gerici yüzlerini Avrupa karşıtlığı maskesi ardına gizliyorlar.

***

AVRUPA
Türkiye’ye vereceği yanıtı arıyor. Bu yanıtın 3 Ekim’e, son gece pazarlıklarına bırakılması da büyük olasılık. Başbakan Tayyip Erdoğan daha birkaç hafta önce Fransız Cumhurbaşkanı Chirac’ın verdiği sözde durmadığını ima etmiş ve üzüldüğünü söylemişti. Demek bu sözler etkili olmadı. Koca adamların kıvırtması gerçekten de insanı üzüyor. Ama üzülmekten başka neler yapabileceğimizi de konuşmak gerekiyor.
Yazarın Tüm Yazıları