Kapı deliği

Allah’ım, işe gelmek ne saadetmiş...

Kendimi, sömestr tatilini Madam Rottermeier kılıklı bir uzak akrabasının sıkıcı mı sıkıcı evinde geçirdikten sonra okula döndüğüne sevinen çocuklar gibi hissediyorum.

Gazete binası dediğiniz ne kadar sosyal bir ortammış böyle...

Masadan masaya bağıraşanlar, afacan stajyerleri toplantı odasına çağıran haykırışlar, hiç susmayan telefon zilleri, dedikodu faslı için toplaşanlar, her Allah’ın günü görmekten gına getirdiğini zannettiğin ama beş buçuk günde özleyiverdiğin simalar...

Hastalık molaları, tatil gitmelerine benzemiyor málûm.

Eskiden şöyle kalıcı hasar bırakmayan ateşli bir hastalığa yakalansam da hem okulu kırsam, hem de çevrenin aşırı ilgisine mazhar olsam şeklinde hayaller kurardım ben de her çocuk gibi...

Yetişkinlik dönemlerinde hastalık dediğiniz, pek öyle çocukluk sefalarına benzemiyor gelin görün ki...

Cumartesi, Pazar, Pazartesi, Salı, Çarşamba...

Eh, bugünün yarısını da sayarsanız, tamıtamına beşbuçuk gündür televizyonun karşısında lahana bebek modeli beziyorum.

Kemiklerim ve başım sızladığı için inim inim inleyerek ve hastalandığım için işe gitmediğime uyanan annemi zırt fırt açtığı telefonlarda, ‘vallahi de billahi de domuz gibi’ olduğuma ve ilaçlarımı aldığıma dair ikna etmeye çalışarak...

Günlük gazeteleri okuyup, haberleri izleyip, dışarıda bir yerlerde hayatın aktığını bilip, ona hiçbir şekilde dahlolamayarak...

Sanırım bu hayatımın en süratli yazısı olacak, dolayısıyla biraz da çalakalem; kusuruma bakmayın.

Birincisi, Kelebek, neredeyse bir tek benim yazımı bekliyor; dolayısıyla kuyruğuma pervane takılmış gibi hissediyorum.

İkincisi de parasetamol yüklemesinden dolayı günün onküsur saatini uykuda, geri kalalını ve özellikle de geceleri TV kanallarının en abuk programlarının yayınlandığı alákasız saatlerini, ölü balık gözleriyle ekran karşısında geçirmiş birinin, temposu şaşmış ve fena hálde ahmaklaşmış belágatıdır bu önünüzdeki.

Affınıza sığınıyorum.

Yaklaşık bir haftadır günlerim, gecelerim birbirine karışmış vaziyette...

Gözümü her açtığımda, ekranda bir başka ‘sayı’ görüp, parasetamolün ağırlıyla değilse de depresyon uykularına dalıyorum.

Uyu, uyan ve ekranda bir sayı: Osetya’daki can kaybı: 393 ama 600’ün üzerinde olması bekleniyor.

Çin’de sel feláketi: Şimdilik 161...

Kastamonu, Küre’de STGA Tünel İnşaatı’nda kazada ölü sayısı: 19...

Endonezya’nın başkenti Cakarta’da Avustralya Büyükelçiliği yakınında meydana gelen patlama: 8 kişi...

Ölüm dediğiniz şeyi, ne kadar kolay sayıyoruz...

Bir evin içinde dört dönüp, bir yandan kendisine çorba pişirmeye çalışan, bir yandan akan burnunu silen, bir yandan ağrıdan inleyen ve küfür üstüne küfür eden, arada bir sızdığında da uykusunda sayıklayan bir kadın...

Bir taraftan da yoğun utanç mesaisi veriyor.

Zira her hasta insan kadar mızmızlanmak geliyor içimden ama insan bu ‘sayı’lara baktığında, háline şükretmeye utanıyor.

Bu arada bildiğiniz gibi, ha bugün ha yarın, zina suç olacak Allah’ın (!) izniyle... Ama bakın vallaha şikayete bağlı olacak. Yanisi kadınlarla erkekler kanun önünde eşit olacak! Kadınlarımızın hakkı korunacak!!!

Başımız göğe erecek.

Bu arada Savaş Ay, ‘Anlat Savaş Abi’ne’ röportaj disiziyle memleketi mi kurtarıyor yoksa TeleVole mantığını gazete sayfalarına mı taşıyor?

Dannn! Azzz sonra...

Her şey bir yana, TV kanallarında yeni yayın dönemi başladı. Yaşasın yani: Yeni diziler, gırla... Yetmiyorsa, yakında sadece anonim şahsiyetler değil, ünlülerimiz de bol kameraları yarışmalardan birinde toplaşıyor.

‘Ne elektrik, ne su’ bir çiftlikte bir araya gelip, bir yandan inek sağıp, bir yandan kaymak yapıp, bir yandan da Büyük Birader’in Çiftliği’ni filan terennüm edecekler herhalde.

Beyni bulamaca dönmüş muharrire, uykuyla uykusuzluk arasındaki o yerden bildiriyor:

Şu yazıyı izninizle yollayayım, kafayı biraz toparlayayım, yarın daha mákûl muhabbetlerde buluşuruz inşaallah.
Yazarın Tüm Yazıları