İran krizinde Türkiye’nin rolü

SOĞUK savaş sonrası, İran’ın dünya sistemine geri dönmesi ihtimali Türkiye’de, bazılarını en çok kaygılandıran olasılıktı. Onlar, Irak savaşı öncesinde Türkiye’nin Bush ve neocon’culara tam destek verilmesi gerektiğini, eğer İran’da politika değişikliği olursa ABD’nin İran’ı Türkiye’ye tercih edebileceğini savunanlardı.

İran- ABD ilişkileri düzelirse Türkiye’nin bölgesel güç olma hayalleri suya düşerdi.

Bu endişeler o zaman da yersizdi, şimdi de öyle.

İran’ın nükleer silah sahibi olmamasından daha büyük bir çıkarı olabilir mi Türkiye’nin?

Nitekim, son zamanlarda Türkiye İran ile ilişkilerini gözden geçirdi ve sorunlara rağmen diplomatik kanaların çalışmasına özen gösterildi.

İran, Türkiye’nin Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapmasını eleştirse de bu gelişmeden etkilendiği açık.

Suriye’nin İsrail ile ilişkilerinin düzelmesi İran’ı bölgede yalnızlaştıracak.

Türkiye kanalının açık tutulması; her şeye rağmen İran için önemli.

Bush Yönetimi de nükleer krizi tırmandırarak çözme seçeneğini geriye iterek yeni bir adıma hazırlanıyor.

Amerikan Dışişleri’nin etkili isimlerinden William Burns, Avrupa Birliği Dış Politika Sorumlusu Javier Solana başkanlığındaki uluslararası heyete ilk kez katılacak.

Washington, Tahran uranyum zenginleştirilmesine son vermeden hiçbir doğrudan temasın gerçekleşmeyeceğini söylemiş olmasına rağmen geri adım atıyor.

Üstelik İsrail’e de İran’a tek taraflı saldırma planı yapmaması konusunda güçlü sinyaller gönderiyor.

Hem de, geri adım atmayı İran kamuoyuna diplomatik bir zafer gibi sunacağı bazı kolaylıklar sağlamaya da hazırlanılıyor Tahran’a.

* * *

BU gelişmeleri "yumuşama" olarak yorumlamak mümkün mü? Ya da ne oldu da Washington değişti?

Her şeyden önce yumuşamadan söz etmek için henüz çok erken. Kimse İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin devam etmesine göz yumacak değil. Körfez ülkeleri dahil bölgeye ciddi korku dalgaları yayan nükleer silah sahibi olma hayalleri de hiçbir zaman anlayış görmeyecek.

Ama gelişmeleri değerlendirirken ABD’nin, Irak’ta olduğu gibi İran’a karşı da tek başına harekete geçmesi artık mümkün değil.

Eğer diplomatik yolar tükenirse o zaman geniş bir ittifak ile, güvenlik konseyi kararları dahil (ABD’nin Rusya ve Çin’i de yanına almasıyla) İran kıskaca alınabilir. Askeri müdahale ortak bir karar haline gelebilir.

Tabii ki bu girişimlerin tek amacı askeri müdahaleye olanak sağlamak değil. Eğer diplomatik çabalar başarılı olursa ne álá. Bu herkes için çok daha parlak sonuçlar verir.

Dolayısıyla, diplomatik yolun sonuna kadar denenecek olması, ABD Dışişleri Bakanı Rice ve diğer yetkililerin sürekli tekrarladıkları gibi "askeri seçeneği masadan katiyen kaldırmaz."

* * *

PETROL
paylaşımının, enerji yolları denetiminin en önemli kavşak noktalarından birindeyiz. Dünyanın yeniden biçimlenmesinden en çok etkilenen ülkeler arasında Türkiye. İran Dışişleri Bakanı Muttaki’nin, Bush Yönetimi’nin etkili güvenlik danışmanı Hadley’den bir gün sonra Türkiye’ye gelmesi, bu ziyaretin de ABD-İran doğrudan görüşmelerinin hemen öncesine rastlaması Türkiye’ye bu süreçte rol biçildiğini gösteriyor. Bu rol, diplomatik sürecin başarıya ulaşmasını sağlarsa Türkiye’nin yararına olacak. Ama askeri seçenekten başka yol kalmazsa ne olacak?

Türkiye yine rol oynayacak. İşte biz bu rollerin dayanacağı dış politikanın iç siyasi çalkantılarını yaşıyoruz bugün.

ÇETİN ÖZEK’E BORÇLUYUZ

ÇETİN Özek’i kaybettik. Dış Haberler Müdürümüz Ayşe Özek Karasu’nun babasıydı ama biz gazeteciler için çok önemli bir hukuksal yorumun da babasıydı. Çetin Özek ilk kez basın özgürlüğünü bir hak olarak yorumladı. Haber alma özgürlüğünün, bireyin bilgiye ulaşma hakkının bir parçası olduğunu söyledi, bu yüzden haberi vermeyi de gazetecinin sadece sorumluluğu değil hakkı olarak yorumladı. Biz, bu hakka yönelik her türlü baskının insan hakları ihlali olduğunu onun yorumuyla öğrendik. Allah rahmet eylesin.
Yazarın Tüm Yazıları