Huyun mu var, derdin var

Kendisinden icazet alabileceğimi zannetmediğim için ismini saklı tutacağım, aynı yerde çalışma şerefine nail olabildiğimiz, varlığı karşısında hayretle karışık saygı duymanın sonunun gelmediği şahane bir hanımefendinin sözlerini bir kenara not etmeye başladım.

İleride Aforizmalar şeklinde derleyip kitap yapmayı, onun zekasından kendime nema kapısı çıkarmayı planlıyorum.

Benim dilimin pek ölçüsü olmadığı için, yazı yazarken kendisine fikir danışıyorum.

Zira bildiğiniz üzre, yurdum eşeklerine semer vurmakta bir sakınca yoktur ama eşek dediğinizde nedense pek alınırlar.

Alıngan eşekler diyarı buralar...

Neyse işte, o saygıdeğer hanımefendiye gidip sordum: ‘Bilmem kime mitoman dememin bir mahzuru var mıdır?’

‘E, evet yani’ dedi; ‘Ama istersen mit tutkunu de, herhalde itiraz eden çıkmaz.’

Gülüştük... Sonra tabii oradan tuttuk, geyiğin belini kırdık.

Küçük İskender, Rimbaud’ya Akıl Notları’nda (*) şöyle diyor: ‘Kelimelerini koru Rimbaud! Onları kimseye emanet etme! Sen kelimelerini doldurabiliyorsan, bu iyi! Bırak çalsınlar! Kelimelerin senin olduğu apaçık ortadadır zaten.

Bir örnek vermek istiyorum sana: Yüz kelimesinin anatomik versiyonundan hareket edelim. Eskiden yüz’e, biliyorsun, surat denirdi. Yüz ile surat aynı değildir Rimbaud. İki kelimeye de aynı sıfat ekini takalım ve sonuca bakalım: Yüz-süz ile Surat-sız! Gördüğün gibi bambaşka bir yere geldik bir anda. Madem Türkçe yazıyorsun, madem Türkçe’nin enginliğine açıldın, kelimelerini koru Rimbaud! Kelimeleri araştır! Aklına geldiği gibi kullanma onları! Kökenine in! (...)’

Koridorda, ayak üstü, yukarıda sözü geçen hanımefendiyle konuşurken, bu mevzudan da dem vurduk.

Ne dese beğenirsiniz?:

‘O tamam da, bir de huy meselesi var; ona ne demeli? Huy’u sıfata devşirdiğinde eklediğin ek, olumlu da olsa olumsuz da olsa, anlam olumsuz oluyor.’

Huylu da huysuz da huyu kuruyası bir anlam içeriyor.

Ki, ‘huyum kurusun’ nasıl bir tabirdir, mazeret beyanı mıdır, bir temenni midir, takdirinize kalmış; nereye çektiğinize bakıyor.

Onu bunu bilmem de huy, güzel kelime, orası kesin...

huy. is. Far. 1) İnsanın yaratılış ve ruh özelliklerinin bütünü, mizaç, tabiat: ‘Can çıktıktan sonra da huy adamı kolay kolay terk etmiyor.’ -R. Nuri Güntekin. 2) İç güdü durumunu almış alışkanlık.

Huy var, huy var değil mi? İyi huy var, kötü huy var; hakkı yeniyor yani güzelim kelimenin; üzülüyoruz...

Böyle huyuna kurban olacak, insan gibi insanların sayısı bol, ‘Huyunu seveyim’ en olumlu anlamıyla yaygın bir tabir olsun istiyoruz.

İstiyoruz, olsun...

(*) Alkım Yay.

Bazıları daha eşittir

İzmir Amerikan Lisesi’nde okurken sicilim ‘biraz’ kabarıktı.

Öyle, üst üste derse geç kaldın türü şeylerden dolayı da değil, mevzuatta adı ‘attitude problem’ şeklinde geçen ‘davranış sorunlarından’ kaynaklanan beş disiplin cezası, bilmem kaç Onur Kurulu cezası, küçük tefek ‘suçlarda’ verilen ‘white slip-beyaz káğıt’lardan saymadım-sayamadım adet...

Bir keresinde, Disiplin Kurulu’nda yüzüme ‘tutanak’ okunurken, elimde olmadan kıkırdadığımı hatırlıyorum: ‘652 numaralı Ebru Çapa, din dersi sınavı çıkışında, bir elinde bir elma, bir elinde bir elma, ukaláca kaykılarak; ‘Yani tebrik ederim İbrahim Bey, bizi iyi şişten geçirdiniz’ demiştir.’

‘Ne diyeceksin?’ diye sormuşlardı; ‘Rejim yapıyordum’ demiştim.

Sonuç: İki günlük uzaklaştırma...

Okulun kep giyme töreninde, öğrenciler tarafından seçilen iki öğrencinin, biri Türkçe, biri İngilizce olmak üzere konuşma yapması adeti vardı, hálá da vardır sanırım.

Bunun için, karnenizdeki davranış notunuzun kırık olmaması gerekiyordu. Sırf Türkçe konuşmayı yapma sevdasına, nasıl olduysa, lisenin son senesinde hiç ceza almamayı becerebilmiştim.

Ve Öğrenci Birliği’nden arkadaşların ‘içeriden’ verdiği bilgilere göre, bizim dönem tarafından Türkçe konuşmayı yapmak üzere seçilmiştim...

Ne oldu dersiniz? ‘Sakıncalı’ bir öğrenci olduğum için konuşmayı yaptırmadılar...

Dert değil... Sonunda o konuşmayı, gayet sevdiğimiz bir başka arkadaşımız yaptı, çok da güzel bir konuşmaydı.

Bana o günden ve o kıssadan geriye, yedi yıl boyunca demokrasinin öneminin belletildiği bir okulda bile, demokrasinin ‘o kadar da demokratik’ bir şey olamayabileceği bilgisi ve hissesi kaldı.

Filistin Lideri, Nobel Barış Ödülü sahibi Yaser Arafat’ın ölümünün açıklanmasını beklemeye tenezzül etmeyen George W. Bush, ‘Ruhu şad olsun’ deyivermiş.

Dünya kendi çiftliği ya, der efendim... Neden demesin?

İngilizlerin Daily Mirror’ı soruyor: ‘59.054.087 kişi bu kadar aptal olabilir mi?’

Olabilir... Neticede hayat Hatice ile güzeldir ama neticede son sözü söylemek, iktidar meselesidir.

Cuma günü, Hürriyet’in birinci sayfasında, Tolga Tanış’ın yaptığı haberde, Bush’u seçenlerin profili veriliyordu:

ABD’nin Tanrı tarafından özel olarak korunduğuna inanan, ABD’nin elinde bulundurduğu gücü, halkın dini inancının gücüne dayandıran, Evrim Teorisi yerine Yaratılış Teorisi’ne inanan, Dünya’nın sonunun İsa ve Hıristiyanlık karşıtları arasında yapılan Armageddon Savaşı ile olacağına inanan 59 küsur milyon insan...

Ve bu kafayla dünyanın idare edileceği dört artı yıl...

Bu kadar aptal olabilirler mi gerçekten?

Okuldayken ne zaman ‘Ama bu adil değil!’ şeklinde galeyana gelsek, aynı cevabı alırdık: ‘Life is not fair Ebru!’

Yanisi; hayat adil değil...

Biz isterseniz onlara aptal demeyelim, ayıptır; zarafet yine bizde kalsın...

Kibar kibar söyleyelim... ‘Hayat maalesef o kadar da adil değil’ diyelim.
Yazarın Tüm Yazıları