Her şeyde bir hayır vardır; vardır da nasıl, niçin ve nece vardır?

Geçtiğimiz aylarda álemde (Ulan ona ansiklopedi diliyle yeryüzü mü deseydik?) başka bir dile çevrilmesi en zor kelime belirlendi.

Meraklısı olanlar ya da şöyle söyleyelim; UMURSAYANLAR anımsayacaktır...

Bin (Sayıyla: 1000) dilbilim uzmanının seçtiği en zor kelime, Güneydoğu Kongo’da konuşulan Tshiluba dilindeki ‘iluga’ kelimesi...

İluga: ‘Herhangi bir kötü muameleyi ilk seferinde affetmeye hazır, ikincisinde hoşgörü gösteren ama üçüncüsünde asla affetmeyen kişi’ demek...

Hayat gelir-geçer, gel-geç hükümranları iplemediğine ve kendi dilinde aktığına ve hayatta her ‘cemaatin’ ve her modanın kendi dilinde, kendine dair bir ‘çevirisi’ olduğuna göre mevzuyu kendi hayatımıza ‘devşirmemiz’ de mümkün:

Meselá Fethullah Gülen kadar hassas ve aporttaki göz pınarları her daim dolmaya namzet kanalımız Samanyolu TV’deki belgesellerde çıngıraklı yılanlar Allah’ın izniyle tıslıyor, karıncayiyenler Rab’bın emriyle karınca yiyor ve Yağmur Ormanları’na yağmur değil, rahmet yağıyor.

Öyle yani, belgeselin anlatıcısı, ‘doğanın dengesini’ ve o ‘dengeli gidişatı’ bu şekilde anlatıyor.

Ve herkesin kendince bir imanı vardır ya hani; ben de kendi imanımca zannetmiyorum Allah’ın böyle bir geyik lisanını tercih ettiğini...

Benim böyle bir kanaatim var.

E, bu konuda n’apıcaz?

Varoşlara mı sorucazzz yoksa AB’ne mi???

Şu Samanyolu’ndaki belgeselleri filan, merakı olan ve teçhizatı yeten çekiyor.

Çeken çekiyor...

Siz onu nasıl anlatırsanız anlatın.

Yapıp yapacağınız şudur: Geçiştirmeye kalkarsanız, ancak ve ancak ‘çevirirsiniz...’

İster beğenin, ister beğenmeyin...

‘Sen sus, gözlerin konuşsun’ iyi bir klişedir ve tamam, belki de hayatın tam da göbek deliği, yüreğidir ama o iki gözün ‘nasıl’ konuştuğunu bir üçüncü kişiye ancak tarif edebilirsiniz.

‘Niçin’ öyle konuştuklarını da keza.

Yanisi: Bilim de felsefe de aktarılmak için lisana gerek duyar.

‘Nasıl?’ bilimin sorusudur; ‘Niçin?’ felsefenin...

Hayat, dilde var olur...

Fakat her şey bir yana, kullandığınız dil nece olursa olsun, o lisanın ‘ille ki bence’si yani toplumdan ziyade ‘cemaatçe’si kuruluyorsa, evrimden hayır beklemeyin...

Çünkü hayat artık bu hayat; yanisi hurafeden öte bir şey... Dünya ortak bir lisanda dile gelmektedir.

Belki Allah, tatil slaytları yerine belgesel yayınlıyor:

N’APICAZ?..

İnsan, başka dilleri ve genel itibarıyla kendi mahallesinden ötesini belki de bu yüzden sever ya da tam da bu sebepten soğur: Hayat, hangi dili hangi dile kimin yetkin ya da yavşak dilinden çeviridiğinize çok bağlıdır.

Meselá Duty Free’lerinde bile İngilizce konuşmayı reddeden Fransızların Türkiye’yi AB’ye istememesi, normalden ötedir...

Frankofon bir ‘norm’dur... Fransızlar, epeydir tam da bu yüzden bir alay konusudur.

Fransızlar da şu ya da bu şekilde, Dünya dilinde konuşmayı öğrenecektir.

Bize gelince... Hayat da Türkçe kadar ironik, değil mi:

Meselá ‘Hayır’ kelimesi, Türkçe adına, iyi bir örnektir:

Buyrun Türkçe’de ‘Hayır’ kelimesini ya da hayırınızı ya da hayrınızı münasip yerinden yakınız:

hayır, -yrı (1) is. Ar. hayr İyilik, karşılık beklenmeden yapılan yardım. (2) s. İyi, hayırlı, yararlı, faydalı...

hayır (2): zf. (ha’yır) Ar. hayr. ‘Yok, öyle değil, olamaz’ anlamında onamama, inkár kelimesi.

Hayat, affetmez: İluga...

Ya da siz isterseniz en batıl tonundan; ‘Allah’ın hakkı üçtür deyin..’

Doğa(l)dır...

Kendini ciddiye alan son söz - ki son söz dediğiniz zaten öyle bir şey değil midir?- tabii tabii, odur yani, öyledirrrrr: Ben de bu kadar -dir’li -dır’lı bir ‘metin’ yazdım ya, ‘Allah bilir’ siz de bunu ağır ciddiye alırsınız ya, ben de iki satır gülerim... Allah da cümlemizi güldürsün...
Yazarın Tüm Yazıları