Evrile evrile ne hále geldik

‘Sızıyı gideren su. Suyun sızladığını kimseler bilmez.’ (*) Perşembe gününün Radikal’i, Cell dergisinde yer alan bir araştırmanın haberini veriyordu.

Habere göre insan beyninin gelişmiş yapısı, tesadüfi bir evrimleşmenin sonucu değilmiş, üzerinde -ne demekse- çok çalışılmış.

ABD’nin Chicago Üniversitesi ve Howard Hughes Tıp Enstitüsü’nde araştırmalarını yürüten Prof. Bruce Lahn, insan beyninin türler içinde eşsiz olan sıradışı hızlı bir evrimleşmeyle geliştiğini, bu yüzden insanların beyni olan imtiyazlı hayvanlar olduğunu söylüyormuş.

Sayın Prof. Lahn; ‘Basitçe söylemek gerekirse, evrim insanı yaratabilmek için epey uğraştı’ diyormuş.

Güzel konuşmuş da bunun ne halta yaradığını söylemeyi unutmuş.

O imtiyazlı beyniyle dünyanın bir ucundan nokta atışı yapabilen nükleer silahlar falan icat etmeye mi?

Günlerdir Güney Asya’daki feláketi izliyoruz. Ağlamaktan helák olmuş bir hálde... Artık ölüleri değil, canlı kalanları sayıyorlar.

Yüz binlerce insan; kayıp canlar, istatistiklere hizmet eden birer rakamdan ibaret sadece.

Dünya háli işte...

Vicdansız olmakla itham edildikten sonra, yollayacağı yardım miktarını 15 milyon dolardan 35 milyon dolara çıkaran Bush’un ve yukarıda sözü geçen araştırmayı yapan Prof. Lahn’ın memleketi ABD’nin Irak’ta telef ettiği çocukların sayısı, daha az değil bu arada; buna ne demeli?

‘Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz

siz gidin artık

düşman dağıldı dedikleri bir anda

anlaşılıyor

baştan beri bütün yenik düşenlerle

aynı kışlaktaymışız

incecik yas dumanı herkese ulaşıyor

sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda

tek başınayız.’ (*)

Sizden entelektüel olmasın, pek karizmatik bir dostumun hayatta iki konuda böbürlendiğini bilirim.

Birincisi Freud’la aynı burçtan olduğu için...

İkincisi, köpek dişleri olmadığı için...

Zira efendim, -Allah da onu güldürsün- evrimin gidişatı gereği ileride insanların köpek dişlerine ihtiyacı olmayacakmış. Onun zaten köpek dişleri olmadığına göre, demek ki evrimsel açıdan biz ilkel mahlûklara birkaç nesil fark atmış!

Böyle de aşmış bir abimizmiş yani! Sormayın, yakışıklı olduğu kadar komik bir beyefendidir kendisi!

Bu lafı ettikten birkaç yıl sonra kalkıp da onca acılı bir prosedür olmasına rağmen saç ektirdiğinde sormuştum:

‘Ama evrimin gidişatı gereği ileride kıla tüye de ihtiyacımız olmayacak. Baksana bütün uzay filmlerindeki uzaylılar kel. Niye duruma müdahale ediyorsun hayatım?’

Ne cevap verdiğini hatırlamıyorum. Hadisenin kendisi yeterince komikti zaten. Ne kadar güldüğüm kalmış aklımda sadece.

Evrile kıvrıla düşe kalka aldığımız yol ne acayip. Einstein’ın dediği gibi: Üçüncü Dünya Savaşı ne şekilde gerçekleşecek meçhul ama dördüncüsü taş ve sopalarla olacak, orası kesin...

‘Diyorum hepimizin gizli bir adı olsa gerek

belki çocuk ve ihtiyar, belki kadın ve erkek

hepimiz, herbirimiz gizli bir isimle adaşız

yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lázımdı

hayatımıza kendi adımızla başlardık

bilmediğimiz bu isim, hesaptaki bu açık

belki dilimi çözer, aşkımı başlatırım

aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine

adımı aşkın üstüne kendim yazarım.’ (*)

İmtiyazlı hayvanlarız vesselám... Ne mutlu bize...

(*) Bir Yusuf Masalı / İsmet Özel (Şûle Yay.)


Bakkal amca, bakkal amca helva yapsana

Gırgırına bir bahse tutuşalım mı?.. Hani ‘içinden bir sayı tut’ modeli iddialardan.

Siz gidip başka birine bir soru soracaksınız, ben onun vereceği cevabı önceden bileceğim.

Memlekette şöhret kazanmış ve olmuş addedilen bir şarkıcı ya da oyuncuyu bir kenarda kıstırıp, yanına yanaşıp, ileride gerçekleştirmek istediği bir hayali olup olmadığını sorun.

Cevap: ‘Kariyerimi noktalamadan önce, mutlaka bir müzikalde rol almak istiyorum’ olacaktır. Olmazsa gelin benden hesap sorun.

Nedir bu müzikal denen şeyin kerameti biri de bana anlatırsa çok sevineceğim.

Feriştahını vaktiyle yapmışlar işte; hoş, nostaljik bir durum olarak tarihe gömsek, konuyu kapatsak olmuyor mu?

Mucizeler Komedisi’ni izleyip taze daralmış birinin hezeyanlarını okumaktasınız, baştan uyarmak isterim.

Bu ülkenin tartışmasız en iyi aktörlerinden biri. Hani memlekette kimse Şener Şen’e benim kadar hasta olmasın. Kalkıp telefon rehberini okusa, huşu içinde izlerim.

Yapımcı Mustafa Oğuz’u ziyadesiyle sever ve kendisine saygı duyarım.

Yönetmen Işıl Kasapoğlu için bir şey söylemeye gerek var mıdır? Kendisi, tiyatro söz konusuysa, sözün bittiği yerdir.

Beyhan Murphy, bildiğim kadarıyla gayet başarılı bir koreograftır; değil midir?

Şevket Çoruh ve Güven Kıraç deseniz, taş gibi oyuncular, önlerinde ceketimin düğmelerini saygıyla iliklerim.

Özlem Tekin’i -ki hakikaten şahane oynuyor; oyunun en iyi taraflarından biri- çok severim.

Pamela deseniz, ha keza...

Mirkelam da pek sevdiğim bir şarkıcıdır. Oyunculuğunu bilemeyeceğim.

Yani, yağ var, şeker var, un var. Peki helva nerede?

Mucizeler Komedisi’ni Kurtcebe Turgul yazmış ki kendisini de uzaktan uzağa takdir ve hayranlıkla izliyoruz.

Şarkı sözleri, müzikle de iştigál eden yazar Tuna Kiremitçi’ye ait.

Ve fakat, Allah’ım bir hikáye bu kadar mı didaktik, bu kadar mı sıkıcı olur ve bu kadar mı esnetir.

Gülmek şöyle dursun, üstümüzü başımızı yırtıyorduk.

Üstelik bir koca senelik emek söz konusu...

Nasıl oluyor da bir türlü olamıyor şu müzikal denen nane bu memlekette?

Ve madem olmuyor, olamıyor; bu ısrar niye?..

Vicdan azapta

Doğan Hızlan, Susan Sontag’ın ardından yazdığı yazıya ‘Çağın vicdanı öldü’ başlığını attı. Böylesi büyük bir kaybı özetlemek için daha doğru bir cümle düşünemiyorum.

Geçtiğimiz hafta 71 yaşında hayatını kaybeden eleştirmen, yazar, fotoğraf sanatçısı, yönetmen, insan hakları savunucusu, aktivist ve birçok şeyin yanı sıra başlı başına bir ahlák ve vicdan abidesi olan Susan Sontag, beyaz ırkı, insanoğlunun kanserli tümörü olarak tanımlıyordu.

Ağır bir tabirdi belki. Fakat bir yandan da haksız mıydı? Haksız olduğu iddia edilebilir mi? Hem Sontag gibi dili ve kalemi kılıçtan keskin birine zaten başka türlüsü yakışır mıydı?

Kıvırtmadan, sakınmadan, cesur bir dille, karşı olunması gereken ne varsa, bir heykel gibi karşısında durdu ömrü boyunca.

Çok erken öldü. Kanserden...

Belki de artık, amansızca eleştirdiği Bush’un Amerika’sına bakmaya tahammül edemediğinden. Yani ‘beyaz adam’ illetinden.

Abarttım mı? Saçma bir hezeyan mı?

Olabilir. Bir yakınımı kaybetmiş gibi hissediyorum. Mazur görün.

Çok sağlam bir ablamızdı. Artık yeni bir Susan Sontag makalesi okuyamayacağız. Ve eminim Bush bu konuda çok mutludur.

Hakikaten üzgünüm.
Yazarın Tüm Yazıları