Elveda Yazısı

Mesela yani.

Haberin Devamı

Yoksa sanmayın gazeteden ayrılıyorum ya da kafam karıştı, hayatıma son vermeye falan karar verdim.
Yazdıklarımı okuyunca “haa” diyeceksiniz, çok cuk oturmasa da içimden bu başlığı koymak geldi.
Hani hepimize bazen olur ya, bazen hayatın içindeki rolümüz kendimize ağır gelir ya da kaybolmak isteriz kimselere söylemeden sessizce...
Ama olmaz işte, gidemeyiz, sebepleri herkese göre değişir.
Ha gidebilen yok mu, var, o da ne yapar, tası tarağı toplar, birikimini sırtlanır, güneylerde bir yerde hayatının kalanını keyfince yaşar.
Kaç gündür aklıma takıldı bu bazen gitmek isteme hallerimiz.
Bana da uzun zamandır gelmişti zaten hey heyler. Hadi dedim git. Sonra bırak gitmeyi, demiş olmayı, düşünmüş olmayı bile becerebildiğim için vay çektim kendime, bu benim adıma büyük ilerleme.
Sonra başladım düşünmeye nereye giderim diye.
Tabi onları yazmadan, şunu yazmadan geçmeyeyim de. Benim için gitmek demek “yeni başlangıç” demek.
Yani öyle malınızı mülkünüzü satıp cebinize paraları koyup başka bir diyarda keyif hayatı değil.
Çıplak gideceksiniz, çıplak. Sadece sizi bir kaç ay sokakta yatmaktan, aç kalmaktan kurtaracak bir parayla, o kadar.
Ben önce İngiltere’ye gittim.
Orada okumuşluğum var, dillerini iyi konuşuyorum, şehri de avucumun içi gibi biliyorum.
Bir daire kiraladım hemen, daire dediysem otuz metrekarelik bir şey. İçi dökülüyor ama olsun, ben şimdi giderim eskicilere, toplarım bir şeyler, mumlar falan da alırım, orayı yaşanacak hale getiririm.
Ve yaptım, güzel de oldu. Aman yıllarca büyük evlerde yaşadım, burası daha ruhumu yansıttı hepsine göre, nedense? Şimdi iş bulmak lazım...
Çık sokağa, bak bütün dükkânlarda asılı kâğıtlara. Bir şey çıkar elbet, hiç de utanma, seni tanıyan yok Ayşe buralarda.
Tezgâhtarlık kapamadım ama hayalimin işini kaptım. Zaten uçakta yol boyu bunu hayal edip durmuştum; bir pub’da barmaid olmak.
Haftalık 125 pound, bahşişleri de eklersen gelir haftalığı 200’e. Ayda yapar 800 pound, senin paranla çarp. Babalar gibi para.
Üç ay çalıştım böyle, bir sürü arkadaş da edindim kendime.
Ve sonra bir mucize; Harrods’tan çorap alırken reyonda çalışan Türk kadınla tanıştım, “ah” dedim, “keşke ben de burada tezgahtar olsam.”
“Kolay” dedi. “Personelden sorumlu İngiliz Henry benim sevgilim.”
Ve artık Harrods’ın fragrance (pardon, parfüm bölümü) benden soruluyor, öbür hedefim moda bölümüne, markalara geçmek, ha aylık iki bin pound alıyorum artık.
Durun bitmedi, geçtim de moda bölümüne. Böyle hoş, karizmatik bir Türk dikkatlerini çekti, yahu tabi çekmez mi, İstanbul’dan geldim ayol ben, kadın ne ister bilirim.
Şimdi artık tüm marka kıyafetleri satıyorum, galiba yakında müdür olacağım.
Bu arada sürekli alışverişe gelen bir adam var, İngiliz. Yine alışveriş yaptı ama sanırım hep kızına alıyor hep genç tasarımlar.
Ve bana bir paket geldi sabah. Açtım içinde deri eldivenler; Chanel.
“Not: bu eldivenlerin rengi için seni çok uğraştırdım bu kırmızılar sana. Jack.”
Baksanıza ya, daha beş altı aydır buradayım ama yeni başlangıç işte bu. Ha bu arada daha büyük ev bakıyorum, artık nazar değer diye maaşımın kaç para olduğunu yazmayacağım.
Ve Jack. Kim bilir bu yeni hayat bana neler gösterecek.
Kaptırdım kendimi, herhalde gazetedeki yerimi de tüm sayfa benim sandım.
Nasıl toparlayacağım şimdi?
Çünkü Paris’e gittim ikincisinde.
Yine tuttum bir ev. Aynı detayların hepsi. Acayip yemek yaparım, ben hiç yazmadım yemek maceralarımı da bir ara yazarım.
Eh burada ne yapacağım, elbette bir lokantada garsonluk. Aslında keşke beni şöyle mini etekli, kapıda gelenleri karşılayan, rezervasyonlara bakan kadınlardan yapsalar, neyse onu da olacağım inşallah.
Zaten Paris’teki esas amacım yaptığım resimleri birilerine gösterebilmek, ay sergi açmak, buralarda ünlü bir ressam olmak.
Yer kısa kusuruma bakmayın ama yazdıklarımın hepsini Paris’te de oldum, ha adı Jean Claude bu arada.
New York ya. Oraya gitmem mi? Tabi gittim. Yer yok sayfada yazamıyorum işte ama sonunda istediğimi yaptım, en azından ucundan yaptım.
Aptal ve ucuz bir korku filminde dokuz dakikalık bir rolüm var. Ama yönetmenin çevresi geniş, beni birileriyle tanıştıracak, ha adı John.
Hayat güzel her şeye rağmen, ayağımıza çok diken batıyor, çok kez sendeliyoruz, neler neler geçirmedik ki, hepimizin hayatı yazmaya kalkınca bir roman belki ama düşünün ya her haltın üstesinden bir şekilde geliyoruz, istediğimiz gibi yaşamak arada azıcık bencillik yapmak, yapmaya çalışmak da hakkımız değil mi?
Elveda ben kaçtım Roma’ya.
Ayşe’nin notu:
Daha nerelere gittim, nerelere. Dubai’de saraya kadar girdim, o kadar söyleyeyim. Bu yazıyı okuyunca bir müzik açın, bir bardak da şarap alın. Ya da küvete girin sıcak sıcak.
Ya da evde çocuklarla, karınızla, kocanızla boğuşurken bir hayal edin... Sevgilinizden ayrılmışken, işsizken, belki borç batağı içinde yüzerken, çaresizken, bunalımdayken nereye giderdiniz?
Yaşayın bunu, iyi gelecek size, çok eminim.

Yazarın Tüm Yazıları