Doğal manzara

Bugün işe geliyorum; bilin bakalım ne gördüm?

Gençten bir erkek: Üzerinde sweat-shirt, altında jean...

Sivil mi sivil...

Ve omzunda bacağım kadar bir KALAŞNİKOF!!!

Eminönü’nde, bir banka şubesi önünde, öööyle dikiliyor.

Taksiye sağa çekmesini söyleyip indim, çocuğun yanına gittim ve sordum: ‘Pardon, siz ne yapıyorsunuz?’

Az ilerideki minibüsün plakasını gösterdi: ‘Neye benziyor?’

‘Valla’ dedim, ‘Ford’a benziyor.’

Askermiş efendim...

‘Nasıl yani?’, ‘E öyle yani’ muhabbeti büyüdü, bir nev’i tartışmaya döndü.

‘Sen kimsin?’

‘Ben sivilim; sen kimsin?’

‘Ben askerim. Kimlik göster.’

‘Benim kolumda Kalaşnikof asılı değil ama hadi göstereyim. E, şimdi de sen göster?’

Pek şaşırdılar. En çok da benim şaşırmama şaşırdılar.

Gazeteci oluduğumu öğrenince; ‘Hasta mısın nesin kadın?’ muhabbeti; ‘Erkek olsaydın askerliğini yapmış olurdun. Bak bir sürü erkek gelip geçiyor, kimse bir şey soruyor mu?’ya döndü.

Hakikaten, bu memleketin, sokağın ortasında üzerinde üniforma filan olmayan, kolunda makineli tüfek asılı birini görünce yadırgayan tek acayibi ben olabilir miyim?

Hadi ‘kadın aklım’ ermiyor diyelim. E, peki álemin yegáne kadını ben miyim?

Yok efendim... Hakikaten bir Allah’ın kulu da kafayı çevirip bakmıyor.

Daha doğrusu mal gibi bakıyor, pısıyor, gözleri faltaşı olmuş bir şekilde adımlarını hızlandırarak ortamdan uzuyor.

Ben ‘Bu nasıl bir şeydir?’ diye soruyorum.

Çocuk öööyle sırıtarak durduğu yerde yaylanıyor ve ha bire ‘Askerim ben’ diyor.

‘Neye benziyor arabası’ndaki genç de indi, bankanın içinden birileri çıktı, bizim kalabalığın kıvamı kamera gördü mü toplaşan yurdum insanı öbeğine vardı.

‘Bekleme kardeşim, kamera yok’ dedim elleri cebinde dikilen ve tartışmayı izleyen bir elemana; ‘Ben de askerim’ dedi.

Allah Allaaah... Askerseniz, askersiniz... Nereden bileceğim?.. Belki değilsiniz?..

Belki kafayı kırmış, ortalığı şöyle bir taramaya karar vermiş bir delisiniz? Peki ne öneriyormuşum?!?

Meselá üniforma giymenizi? Yok giymediyseniz, öyle dünyanın en doğal şeyiymiş gibi kolunuzda makineli tüfekle insanların ortasında dikilmemenizi?..

Nah-a benim kimliğim; hesabını sorana kadar çıkarıp sizin de bir kimlik göstermenizi?..

Az önce ‘Hasta mısın nesin kadın?’ diye soran zarif beyefendi, konu ilerledikçe bir de; ‘Çocuklarla tartışmayın, aranızda zihniyet farkı var’ demez mi!!!

Zihniyet ne be? Benim artık ezberim dağıldı. Zihniyeti mi kalmış?

Zihniyet dediğiniz nanenin, Zihni Sinir’in kafasındaki huniden farkı kalmadı.

Süper bir abimizdi

Sağlıklıyken depresyonun birinden çıkıp diğerine girmeyi huy edinmiş bir arkadaşımız kanser olmuştu.

Ve çok şükür ki hastalığı atlattıktan sonra, kanserin hayatında başına gelen en iyi şey olduğunu, nihayet bilmem kaç yaşında hayatın kıymetini öğrendiğini söylemişti.

Garip ama gerçekti...

Şimdi, politik açıdan doğru bir şey söylemiyor olabilirim ama ne yapalım...

Demem o ki insanların yaşadığı trajedilerden, o trajediyi kimin yaşadığına çok bağlı olarak toplum açısından son kertede faideli sonuçlar çıkabilir...

Yani keşke sağlıklı bir insan olsaydı ama Sakıp Sabancı’nın akraba evliliği yaptığı için dünyaya spastik olarak gelmiş bir evladının olması, ülkede spastikler için donanımlı merkezler açılmasına, konuyla ilgili fazladan bir şeyler yapılmasına vesile olmuştur meselá...

Dedeman’ların evladını bir ‘kaza kurşunu’ sonucunda kaybetmesi, memlekette bireysel silahlanmaya karşı girişimlerde bulunulmasına önayak olmuştur.

Superman, yani bizim Süpermen, yani Christopher Reeve, bildiğiniz gibi geçtiğimiz hafta 52 yaşında hayatını kaybetti.

Tarihin gelmiş geçmiş en enteresan ‘kahraman’larından biriydi.

1995 yılında attan düşerek geçirdiği kazada felç olmuş, makineden bağımsız nefes alabilmek için bile ameliyat üzerine ameliyat olmak zorunda kalmıştı.

Buna rağmen, ‘Benim gibi süper bir adama bu yapılır mı lan kahpe felek?’ şeklinde isyan etmemiş, hayata küsmemiş, bilakis daha bir asılmıştı.

Yani düşünsenize; dünyanın Crypton’dan kopup gelmiş, öyle Örümcek Adam gibi filan sonradan olma, mutant, şu, bu olmayan, ‘doğuştan süper’ bir kahraman olarak tanıdığı bir adam, makineye bağlı olmadan birkaç kelime fazla kurabilmek adına insanüstü bir gayret sarfetmek zorunda kalıyor.

Onun bu durumu yüzünden, onun da gayretleri sayesinde, kök hücresi araştırmaları hız kazanıyor.

Christopher Reeve, felçli háliyle, bir Alfred Hitchcock klasiği olan Arka Pencere’nin yeni bir versiyonunu çekmeyi becerdi.

Pek çok kişi için esas hayatının son yıllarında gerçek bir kahramandı, bir umut ve azim abidesiydi.

Bugüne dek, Sean Connery’sinden Roger Moore’una bir sürü James Bond gördü sinema tarihi; hatta son Bond’un kim olacağına dair seçim daha taze nihayete ermiş bulunuyor.

Batman deseniz, ha keza: Michael Keoton, Val Kilmer, vs...

Fakat gelin görün ki yapım şirketleri, yeni bir uyarlamada Süpermen’i canlandırması için hiçbir aktörü ikna edemiyor.

Millet enayi mi, böyle bir efsanenin cesedini çiğneyen insan olarak anılmayı kabul etsin?

Süpermen öldü. Uçarken de, paralizeyken de süper bir performans sergiledi.

Süper bir abimizdi.

Cesedi yakılıp külleri gökyüzüne doğru savrulacakmış.

Belli mi olur, babaların babası ‘Baba’sı Marlon Brando’yla Crypton’da buluşurlar.
Yazarın Tüm Yazıları