Bu takıları Ömer Uluç çizdi ama Ayşe’nin ruhunu anlatıyorlar

Kimi insanın kadri bilinmez.

Kimininki bilinir.

Kimi insan olması gereken yerdedir.

Kimi değil.

Ayşe, kadri bilindiği halde olması gerektiği yerde olmayanlardan.

Ayşe, yani Ayşe Ünaydın, ya da kamuoyunun onu tanıdığı adla söyleyecek olursak, ‘Ayşe Takı.’

İstanbul-New York arasına gerdiği hayatını takıya takan güzel kadın... Derdini takılar aracılığıyla anlatan yorgun sanatçı.

Bilen bilir: Sanatçı lafını kolay kullanan biri değilimdir.

Gümüş dökmekle, boncuk dizmekle, hadde çekmekle sanatçı olunmaz.

Yontmak, yoğurmak yetmez.

Yetenekli, zevkli, becerikli olmak başka şeydir, sanatçı olmak başka.

Sanatçı dediğinin derdi vardır. Anlatmadan duramadığı bir derdi. Nitekim içlerinden biri ‘Yazmasam çıldıracaktım’ dememiş miydi?

Kalem bir araçtır. Fırça bir araç. Nota başka bir araç. Cetvel, kamera, ses, gövde de öyle...

Lafı olan, bu araçlardan birine sarılır ve ölünceye dek usanmadan onu anlatır.

Girizgáhı bu kadar uzun tutmamın nedenine gelince... Ayşe’nin ‘ötekilerden’ farkını vurgulamak istemem. Ötekilerden, yani meslek hanelerinde takı tasarımcısı yazan boncuk dizicilerden.


İlk sergisini hangi yılda açmıştı? 86 mıydı 87 mi? Unuttum. Aynı lisede okuduğumuz için tanışıyorduk. Benden bir sınıf küçüktü. Sonra birden ortadan kayboldu. Diplomat babasının tayini çıkmış, o da ailesi ile birlikte Belçika’ya gitmişti. Sonraları İstanbul’a yerleştiğini, Güzel Sanatların Endüstri Tasarımı bölümünü kazandığını duydum. Bitirme tezi olarak Hitit Medeniyetinde Takı Kullanımı gibi bir konu seçtiğini ve Urart Sanat Galerisi’ne Mehmet Kabaş’ın yanına çırak girip, usta çıktığını biliyordum.

Ve Artisan Sanat Galerisi’nde açtığı o ilk sergide Ayşe’ye mim koydum.

Yaptığı takılar o güne kadar gördüklerime benzemiyordu. Tek tek güzeldiler ama yan yana gelince güzel olmanın ötesindeydiler. Hikayeleri vardı. Onu anlatıyorlardı. O sesi duyanlar, duyabilenler için değerli nesneler olmaktan çıkıp, yaşamaya başlıyorlardı.

Sergiler sergileri izledi.

ORTAKÖY VE NİŞANTAŞI ÜZERİNDEN NEW YORK

Yılın yarısını New York’ta geçiriyor, diğer yarısında İstanbul’da yaşıyordu.

Ortaköy’ün Ortaköy olduğu yıllarda üç katlı sefertası evlerden birini alıp yeniledi ve ilk katında diğer takı tasarımcısı arkadaşlarının takılarının sergilendiği, ikinci katında uygulamalı dersler verilen, her ay bir sanat etkinliğine ev sahipliği yapan Ayşe Takı Galerisi’ni açtı.

Ortaköy pazar yerine dönünce de Nişantaşı’na taşındı.

Zar zor kurduğu bu ikinci mekan yedi yıl sonra satılıp oradan da çıkmak zorunda kalınca canına tak etti ve dönmemek üzere New York’a gitti.

Ama döndü.

Şimdi gene Şakayık Sokak’ta. Şakayık sokağın, adı ‘Palas’ olduğu halde palas olmayan tek apartmanının bodrum katında.

Geçen gün son sergisi ‘Ömer Uluç’tan Esinlenmeler’in açılış kokteyline gittim.

Her sergisinin davetiyesi özeldir; fotoğrafını kendi çeker. Ve her sergisine o sergiyi tamamladığını düşündüğü bir müzik eşlik eder. Bu kimi zaman ilham kaynağı bir leitmotivdir, kimi zaman hissettiklerini aktardığı müzisyen bir dostun bestelediği bir parça.

ÖMER ÇİZDİ AMA AYŞE’Yİ ANLATIYORLAR

İçerisi kalabalıktı... Tanıdıklar, yabancılar...

Kulak kabartıp ne çaldığını duymaya çalışırken bir yandan küpelere, bileziklere, kolyelere bakıyor, Ömer’in cinlerinin izini arıyorum.

Bir zamanlar Ömer’den, Komet’ten, ismi lazım değil bir sürü sanatçı dosttan takı tasarlamalarını istemiş; büyük bir iyi niyetle evet cevabı aldığım halde tek bir çizim edinememiş biri olarak neler yaptığını merak ediyordum. Ressamlarla çalışmak kolay iş değildir. Ya uygulanması mümkün olmayan çizimler yapar ya kıskanç kumrular gibi resimlerini başka biriyle paylaşmaktan kaçınırlar.

Ayşe bu zorluğun nasıl üstesinden geldi?

Sorumun cevabını takıları görür görmez aldım.

Evet, her takı Ömer’in resmine gönderme yapıyor: Tıpkı onun resimleri gibi. Neşeli, fırlama, kışkırtıcı... yeni, bildik, farklı.

Gene de Ömer’in çizdiği takılar değil bunlar. Bunlar kendilerine özgü. Ayşe’nin ruhunu, dilini derdini anlatıyor onun imzasını taşıyorlar.

Ertesi gün galeri kapandıktan sonra buluşmak üzere sözleştik.

Ayşe bir şişe Veuve Cliqueot soğutmuş, arka odadaki uzun masaya iki kristal flüt, havyar ve peynir koymuş.

Bu güne kadar yaptığı işleri iyi kötü biliyorum da ortadan kaybolduğu o beş yıl içerisinde yaptıklarından bihaberim.

BİRİKEN GÖZYAŞLARI TAKIYA DÖNÜŞÜRSE

New York’ta yirmi küsur yıl yaşadığı evinden ayrılmak zorunda kalmak onu üzmüş. Gene de 2001 yılında peş peşe açtığı iki sergiyi o kedere borçlu olduğunu söylüyor. Evin arka bahçesinde serpilirken bahçe demirlerinin ortasında büyüyen, dolayısıyla gövdelerinin içinden iki demir çubuk geçen ağaçlara bakıp tasarladığı ‘Sonsuza Doğru Sergisi’ ve hikáyesini bodrumda yapay ışıkta büyüyen avokado ağacından alan ‘Işığa Doğru.’ İlki içinde tek bir heykelin yer aldığı takı, ikincisi ise birkaç takının da olduğu heykel sergisi.

Bir de ne New York’ta ne de burada sergileme fırsatı bulamadığı ve anlattığında burnumu sızlatan bir üçüncü. Adı bile çarpıcı: ‘Gözyaşını Biriktirmek.’

Günlerden bir gün hayli kara, hayli puslu bir gün kulağına bir müzik çalınmış. New Age olsa gerek. Bir su damlası şıp şıp, belirli aralarla damlıyormuş. Bir damla iki üç derken Ayşe’nin aklına ‘Gözyaşını Biriktirmek’adını verdiği takılar yapma fikri düşmüş. Hemen çarşıya gidilmiş, hemen her yerde kolayca bulunabilen çember kolye, anahtarlık, halka küpelerden edinmiş. Sonra atölyeye girip gümüş damlalar yapmış. Çocuklar yararına satılacak damlalar. Ne kadar yardım etmek isteniyorsa, o kadar damlanın alınıp halkaların ucuna takılacağı damlalar. Biriktirilen damlalar, biriktirilen gözyaşları...

Şişelerde saklanmayacak, deva olup takılacak gözyaşları...

Biliyorum ki günü geldiğinde onları da sergileyecek. Ama orada, ama burada. Ve o gözyaşlarını biriktiren herkes, onlara dokunduğunda Ayşe’ninkileri hissedecek.

Veuve Cliqueot bitti. Saat dokuz. Eve dönüp yazıyı yetiştirmem gerek.

Son kez takılara bakarken aklıma fiyatlarını sormak geldi.

Öyle rakamlar söyledi ki ağzım açık kaldı.

Ayşe bu; imalat hesabı yaparken, gramını, madenini, taşını hesaplamış.

Kendini hiç hesaba katmamış!
Yazarın Tüm Yazıları