Bira bu müziğin altındadır

Diyarbakır’da genç bir arkadaş; neden genellikle karamsar bir üslûpla yazdığımı, hep asabi tondan çaldığımı, gerçek hayatımda çok mu mutsuz olduğumu sordu.

Aaa, vallahi hep öyle yazmadığımı, sık sık iyi şeylerden de bahsetmeye çalıştığımı söyledim. Sonra da tabii şöyle bir düşününce, memlekette hep iyi şeylerden bahsetmenin pek de kolay olmadığını anlatmaya gayret ettim.

Yani hakkım teslim edilsin isterim.

Zira zerafet timsali bir insan olduğum için; ‘A benim güzel olduğu kadar sazan kardeşim’ diye lafa girip kasvet kusarak devam etmedim.

Meselá:Terörist olduğu iddia edilen 12 yaşındaki bir çocuğun bacak kadar bedenine, güvenlik güçleri tarafından pek şaibeli bir ‘çatışma’ sırasında 13 kurşun saydırılabildiği...

Bunun yanında taso oynadığı arkadaşıyla kavga eden yedi yaşında bir çocuğun, evden kapıp geldiği bıçakla, o küstüğü arkadaşını öldürebildiği...

13 ve 15 yaşlarında iki kardeşin, toplarını kesti diye yaşlı bir kadının evine girerek onu delik deşik edebildiği...

Kerli ferli ve nüfuzlu adamlar tarafından toplu tecavüzlere uğrayan çocukların haberlerinin kanıksanma raddesine geldiği... Küçücük kız çocuklarının ‘güya namus’ bokuna aileleri tarafından katledildiği...

Bir ülkede, paçan sıkıyorsa, miden ve vicdanın elveriyorsa, otur da haftanın dört günü çiçek-böcek edebiyatı sen döktür!

Demedim...

* * *

Ama meselá gazetecinin öncül görevinin her hadiseye, her habere sorgulayan, her şeyin daha iyi olabileceğini ihtimal dahilinde bulunduran bir gözle bakmak olduğunu, bunun adının da kaba tabirle ‘eleştirel bakış’ olduğunu düşündüğümü...

Bakın işte, bunları söyledim. (Ve yani soru tam olarak buysa ve bunu duymak rahatlatacaksa, bir yanı her daim huzursuz, tabiatıyla huysuz huysuz kaşınan bir uyuz olduğumu da itiraf ederim.)

Şimdiyse, o arkadaşa hep de bet muhabbeti çevirmediğimi hatırlatıp günahımı almış olduğunu kanıtlarcasına, kendinden ve hayattan hoşnut birinin duyacağı türden bir iftiharla şöyle bir cümle kurmak isterim:

Ulan bugün çok mutluyum be!

Dikkatli okurun gözünden kaçmamıştır ama yine de: A-a söylemiş miydim? Salı günü 15 Efes Pilsen Blues Festival’nin Diyarbakır ayağını izlemek üzere Diyarbakır’a gittim...

İçim gayet rahat, zira yalanım yok, Festival’de emeği geçen arkadaşlara da (Efes Pilsen, Pozitif, Me-Se Halkla İlişkiler... ) söyledim: Esas derdim, oradaki kardeşimi görmekti.

Benim gibi müzik ve bira oburu biri için arada izlenim yazısı yazma niyetiyle, bolca bira tüketilen üç adet blues konseri izlemek de -iyi bahane deyip geçmeyeyim- kaymaklı kadayıf, çikolatalı baklava tadında bir şeydi.

(Hatırlayanlar, hatırlamayanlara hatırlatsın. Ya da siz yorulmayın, ben hatırlatayım: Hani hangi akla hizmetse, şu hayatta beni abla yerine koyup, yani bunu tahayyül sınırları dahilinde bulundurup, yönderlik programına almışlardı ve Dicle Üniversitesi öğrencilerinden bir genç kızın ablalığına atamışlardı ya...O kardeşim işte; Eylem...)

Eylem’i ayrı, Diyarbakır’ı ayrı, blues müziğini ayrı, birayı ayrı severim.

* * *

İmdiii, ben festivalin genç, zeki, dinamik ve mevzunun içinden müzik ile içki de geçtiği için az biraz ahláksızını, en önemlisi de dinleyiciyi ayağına beklemek yerine ayağına üşenmeyip izleyicinin ayağına gidenini, iyi organize olup, diyar diyar dolananını severim.

Uzun lafın kısası: Efes Pilsen Blues Festival’ı pek severim. Hatta onu yirim ben, yirim! (!!!)

Neyse işte, Diyarbakır’da ‘Philadelphia’ lákaplı Jerry Ricks’i, Little Charlie & Nightcats’i ve Mighty Sam Mc Clain’i izledik geldik. Bugünlük, tüm performansların harikuláde olduğunu söylemekle yetinelim:

Aynı tayfa dün, yani Perşembe akşamı, İstanbul’da, Lütfi Kırdar Rumeli Salonu’nda sahne aldı. Bizim izlediğimiz müzisyenlerin yanı sıra, Jerry Ricks ile birlikte çalmak üzere sahnede Cahit Berkay da vardı.

Konserler bu akşam ve Cumartesi akşamı da (19:30) aynı yerde tekrarlanacak. İstanbul’da olanlara, kaçırmamalarını hararetle tavsiye ederim.

Not: Mevzunun devamı, konser performansları ve festival programının geri kalanı, yarına, Cumartesi ekinde. Hadi selámetle...
Yazarın Tüm Yazıları