Bilinçakışı

Ajda Pekkan’ın dediği gibi: ‘Her güzel şey çabuk biter...’ Nitekim bitti... İstanbul Caz Festivali yani...

Son olarak, Aşkın Arsunan’ın İstanbul Superband eşliğinde, John Scofield ve Sezen Aksu’yu misafir ettiği konseri izledik.

Güzeldi... Çok güzeldi...

John Scofield, konserin sürpriz ismiydi. Akşam, Arsunan’dan önce, Cemal Reşit Rey’de verdiği konseri kaçırmıştık. Dolayısıyla, şahsımız adına şahane bir sürprizdi.

Bilenler bilir: Scofield, muhteşemdir.

Adamın gitara geçiyorken uğramış gibi bir háli var. Fred Astaire’in dans edişi gibi gitar çalar. İzleyende çok kolaymış gibi, sanki kendisi de yapabilirmiş gibi bir his uyandırıyor. Sıkıyorsa o gitarı öyle çal ve sıkıyorsa attır o figürleri...

Aşkın Arsunan’a gelince, Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya sorduğuna benzer bir soru sorası geliyor insanın: ‘Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?’

Peki ‘Sen tevazunun bestesini yapabilir misin Aşkın?’ Öyle coşkun, buna rağmen öyle sakin ve dingin...

Sezen Aksu’ya soracak sorumuz yok. Kendisine sorulacak soruları tüketmiş bulunuyoruz. İnsan bir yerde kıtipiyoz aklıyla habire akıl yürütmeye çalışmaya bir son vermeli. Sevilesi bir şeyi, sek, sevmeli... Öyle, aşk gibi, iman gibi...

Konser çıkışı İstiklál Caddesi’nde yürüyorum. Biz Türkler yürümeyi bilmeyiz ve kadın şoför gördü mü sıkıştırmadan duramayan kamyon şoförü gibi, birbirimizin üzerine üzerine gideriz ya...

Bir yandan basketbol oynadığım senelerden kalma bir alışkanlıkla ‘rakip aşarcasına’ ilerliyor, bir yandan da kafamın içinde dönen plakta, şarkıdan şarkıya geçiyorum.

Malia’nın ‘Yellow Daffodils’inden, Sezen’in ‘Aşkları da Vururlar’ına... Lounge Lizards’ın ‘No Pain for Cakes’inden, Prince’in ‘Thieves in the Temple’ına...

Ahmet Güntan’ın İlk Kan’ı -ki içinde yer alan Ormanların Gümbürtüsü hayatımın şiiridir- başlıbaşına bir şiir olan şu girizgáhla başlar:

‘Gençken, güzelken, karnımız aşağıya dümdüz inerken, sevinçler, üzüntüler, varoluşumuz ve gece yatağımızda düşündüğümüz şeyler sonsuza kadar sürecek zannederken, müzik çalarken, müzik hiç susmazken, plağın bir yüzü bittiğinde öbür yüzünü çevirmeye koşarak giderken, gece eve dönüp, ‘Gece ve Müzik’ programının son şarkısını dinleyebilmek için farları söndürüp arabanın içinde, park yerinde beklerken... genç, güzel ve karnı aşağıya dümdüz inenler için yazdığım, arabayı kilitleyip eve girerken hatırlamalarını istediğim şiirler.’

Ve Billy Joel ‘Summer, Highland Falls’ adlı şarkısında hayat için; ‘It’s either sadness or euphoria’ der... Yani ya mutsuzluktur ya da nedensiz sevinç...

Sonradan fark ediyorum. Öyle bir tempo tutturmuşum ki koşaradım yürümek denemez, nedensiz bir sevinçle sanki olmayan bir plağın öbür yüzünü çevirmeye koşuyorum.

Festival bitti... Fakat olsun varsın... Seneye yine olacak. Hem caz festivali bitti ama yaz henüz bitmedi. Müzikse, hiç bitmez... Önümüzdeki günlerde Rock’n’Coke başlayacak. Ondan önce Pink konseri var. Bu arada Hisar...

Müziksiz hayat, çekilmez...

Asparagas

Kadınları kurtaran adam

Silivri’nin Yoğurt Festivali organizasyonları çerçevesinde düzenlenen Silivristar yarışmasında jüri üyesi olan, yarışmacıların çoğunun erkek olduğunu görünce ‘Her yerde olduğu gibi burada da erkekler çoğunlukta. Bayan yarışmacılar nerede?’ diye soran, bu duyarlı sorusundan dolayı kendisine kadın kolları başkanlığı teklif edilen, bunun üzerine ‘Ben erkeğim, neden bir kadın seçmiyorsunuz?’ diye sorunca da, ‘Nasıl olsa yaşlandınız artık, bizden bir farkınız kalmadı’ yanıtını alan Cüneyt Arkın, uzun uzun düşündükten sonra bu teklifi kabul etmeye karar verdi: ‘Düşündüm ki Güldal Akşit’in Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı olduğu bir ülkede, ben haydi haydi kadın kolları başkanı olurum. Ben ki Dünyayı Kurtaran Adam’ım, kadınlar için göle maya bile çalarım.’
Yazarın Tüm Yazıları