Belaya davetiye

TÜRKİYE ile İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) arasında geçen ay tuhaf bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmanın onaylanmasını öngören yasa tasarısı da nedense çok hızlı bir şekilde TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edildi.

Anlaşma henüz TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmedi. Ama hükümetin acelesinden anlaşılıyor ki yakında o da yapılacak.

Peki neyi tuhaf buluyoruz ve neden rahatsızlık duyuyoruz. Anlatalım:

Önce anlaşmayı imzalayan "taraf"lar dikkati çekiyor:

İmzacılardan biri Türkiye Dışişleri Bakanı. Bu normal.

Diğeri, İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri. O da normal.

Üçüncü bir imza daha var... Ali Sarıkaya adında bir Türk vatandaşı. Sıfatı, "İslam Konferansı Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu Başkanı" imiş.

Bir anlaşma ancak birbirini "muhatap" alanlar arasında yapılır. Türk hükümetinin muhatabı İslam Konferansı’dır. Peki ama Diyalog ve İşbirliği Gençlik Forumu’nun statüsü nedir ki onların imza attığı bir uluslararası anlaşmada imzası bulunsun!

Araştırdık. Kısaca DİGF diyeceğimiz bu örgüt, merkezi İstanbul’da bulunan "uluslararası" nitelikte bir "dernek"miş. Dernek olduğu için de İstanbul Valiliği’ne tescil edilmiş olması lazım. Ama bu yapılmış mı belli değil.

Şimdi söyleyin bakalım, bir dernek başkanının "uluslararası bir anlaşmayı" imzalaması normal mi?

Anlaşmaya göre bu "Gençlik Forumu", "İKÖ" üyesi ülkeler gençliğinin daha geniş bir işbirliği için diyalog kurmasına ve İslam Konferansı Örgütü’nün amaçlarını gerçekleştirmeye çalışacakmış. DİGF’nin gelirini de İKÖ üyesi devletler sağlayacakmış.

Biliyorsunuz "uluslararası" nitelikte başka dernekler de var. Ama bu onlardan farklı.

Bu derneğin başkanının, genel sekreterinin, başkan yardımcılarının ve uzmanlarının diplomatik dokunulmazlıkları ve ayrıcalıkları olacak. Hem de "Diplomatik İlişkiler Hakkında 18 Nisan 1961 tarihli Viyana Sözleşmesi"nin bildiğimiz diplomatlara, örneğin büyükelçilik yahut başkonsolosluk mensuplarına sağladığından daha genişi bu derneğe tanınmış.

Ne gibi, diyorsanız örnek verelim:

Viyana Sözleşmesi hiçbir ülkedeki yabancı devlet -veya uluslararası örgüt- temsilciliğinin "Herhangi bir sınırlamaya veya herhangi bir kontrol, düzenleme ve moratoryuma tabi tutulmaksızın,

a) Elinde her çeşit para bulundurmasına,

b) Fonları serbestçe getirip çıkarmasına"
izin verdiğini söylemiyor. Ama bu sözleşme DİGF’ye bu hakkı tanıyor.

Üstelik Anayasamız dahil, kendi yasalarımızın da hiçe sayılmasına izin vererek bu hakkı veriyor. Çünkü anlaşmanın bir maddesi aynen, "Yukarıda belirtilen imtiyazları kullanırken Forum (yani DİGF) Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin tavsiyelerine uyacak ve bunları kendi amaçlarına gerçekleşmesine uygun oldukları ölçüde dikkate alacaktır" diyor.

İslam Konferansı Örgütü bilindiği gibi "İslami temeller" üzerinde işbirliği öngörmektedir. Amacı tüm İslam ülkelerinde aynı anlayışı (daha doğrusu İslami rejimi) egemen kılmaktır.

Şimdi söyleyin, DİGF denen bu örgüte yılda 1 milyar dolar göndermek, çok zengin İslam ülkeleri için sorun olur mu?

Bu kadar para, bu devletin denetimi dışında ve bu ülkede harcanabilirse, Türkiye’nin altını birkaç yılda üstüne getirmek sizce zor mudur?
Yazarın Tüm Yazıları