Basın özgürlüğü ve bedel

TÜRKİYE bugün bölgede ciddi arabuluculuk rollerine soyunuyor ve başarıyla sürdürüyor ama demokratikleşme sorunları devam ettikçe bu roller Türkiye’yi bölgesel bir güç haline dönüştürmeye yeter mi?

Demokratikleşme sorunları devam ediyor. Basın özürlüğü konusunda ileri adımlar atılacağına durum gittikçe ciddileşiyor.

Basın Enstitüsü Derneği’nin düzenlediği "301 sonrası basın özgürlüğü, merkez ve yerel medya buluşuyor" konulu toplantı için Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Kuzey Ege’nin yerel medya ve sivil toplum temsilcileri, merkez medyadan köşe yazarları, muhabirler ve tanınmış hukukçularla Bozcaada’da bir araya geldik.

Düşünce özgürlüğünün, ifade özgürlüğünü de kapsadığını bilimsel çalışmaları ve mücadeleleriyle kabul ettiren iki ünlü hukukçumuz Çetin Özek ve Bülent Tanör’ü sevgiyle anarak başladığımız toplantıda, bugün basın özgürlüğünün ciddi baskılarla karşı karşıya olduğu ortaya çıktı.

İşin kötüsü bu baskılar, andıçlarla sarsıldığımız dönemlerdeki gibi, yani şeffaf olmayan kanallardan gelen uyarılar, tehditlerle devam ediyor. Tek sorun yasalar değil. Hele 301 hiç değil. 301 değişti artık özgürüz denebilir mi? 301 değiştikten sonra bile 132 kişi hakkında dava açılmış. 32 kişi tutuklu.

Avukat Turgut Kazan, Avukat Yücel Döşemeci ve Çanakkale Barosundan Avukat Erdal Gezen’den dinlediğimiz örnekler basın özgürlüğünden rahatsız olan zihniyet var oldukça, basını susturmak ve gerçekleri örtbas etmek için yasal gerekçeler ve maddeler bulmanın hiç zor olmadığını açıkça ortaya koyuyor.

***

KUZEY
Ege rüzgarının taşıdığı kekik kokuları arasında özgürlüğün vazgeçilmezliği içine siniyor insanın. Güvenliğimizi koruma gerekçesiyle bile olsa her yakın takip sinir bozucu, demek 50’lerin, 60’ların, 70’lerin ve 80’lerin uygulamaları hiç değişmeden sürüyor. Kopenhag yerellere uğramamış.

Biz özgürlüklere İstanbul, Ankara gibi büyük kentlerden baktığımızda Türkiye’deki durumu tam olarak anlayamıyoruz. Bugün Diyarbakır Çermik’te, Konya’da, Adıyaman’da, Elazığ’da ya yerel yetkilileri kızdırdıkları için ya da rüşvet çarkının üzerine gittikleri için gazetecilerin mahkemelerde süründüğünü, 70 yaşında bile olsa bir gazetecinin Adalet Bakanlığı’na yazdığı bir mektup yüzünden hapis yattığını öğrenince, bugün özgürlüğün nasıl lafta kaldığı daha iyi anlaşılıyor.

Çanakkale’de gazetecilik yapan meslektaşlarımızı, dinlediğimizde yerel medyanın ölüm kalım savaşı verdiği bir dönemden geçtiği çıkıyor ortaya. Her zaman iktidarların yandaş medya türettiklerini ama bu dönemde, iktidara doğrudan destek vermeyen gazete ve televizyon kanallarının tamamen devre dışı bırakıldığını anlatıyorlar. Bu durum iktidara ters düşmekten çekinen iş çevrelerini ilan geliriyle ayakta durmaya çalışan yerel medyadan uzaklaştırıyor.

Küçük yerlerde, yolsuzlukların üzerine gitmek, yerel yöneticileri eleştirmek imkansız hale gelmiş durumda.

İktidar ya da muhalefet fark etmiyor, bu durumdan herkes memnun, dikensiz bir gül bahçesi yaratılıyor Türkiye’de yerelden, yerel basından başlayarak.

En küçük yerel gazete olan Bozcaada’nın ilk gazetesi Adaposta’nın sahibi ve sorumlu yazı müdürü, editörü Lisa Lay ile İstanbul’un en eski yerel gazetesi Apoyevmatini’nin sahibi, editörü Mihail Vasiliadis de gazetelerini yaşatmanın ne kadar zor hale geldiğini anlatıyorlar.

Oysa bugün Avrupa Birliği ile müzakere eden bir ülke olduğumuzu söylüyorsak eğer, Avrupa’da yerel medyayı güçlendirmek için özel politikalar uygulandığını, çünkü demokrasinin yerelden başladığını da bilmemiz gerekiyor.

***

TELEVİZYON
yayıncılığı da ciddi engellemelerle karşı karşıya. Gazetede yer alabilen bazı haberler televizyonlar için yasak. Televizyon kanalları sürekli gözaltında. Haber programları sırasında bile, konulara müdahale ediliyor. Üstelik bu müdahalenin kaynağı çoğu kez belli de olmuyor.

Pekiyi neden ses çıkmıyor? Bedeli çok ağır da ondan. Ama ifade özgülüğüne sahip çıkmamanın bedeli çok daha ağır.
Yazarın Tüm Yazıları