Hamilelik dönemi, anne ve bebek için olduğu kadar baba için de yeni sorumluluklar ve duygusal bağ kurma fırsatları sunan bir süreçtir. Bugün, sizlerle hamilelik sürecinde babanın rolü ve sorumluluklarından bahsetmek istiyorum. Hamilelikte babanın en temel görevlerinden biri, fiziksel ve duygusal destek sağlamaktır. Hamilelik dönemi anne adayı için hem bedensel hem de ruhsal değişimlerin yaşandığı bir süreçtir ve baba adayı, bu dönemde eşinin yanında olarak duygusal açıdan güçlü bir destek sunabilir. Hamilelik hormonları nedeniyle anne adayının duygusal dalgalanmalar yaşaması oldukça doğaldır. Baba olarak bu duruma anlayışla yaklaşmak, sakin ve destekleyici bir tutum sergilemek büyük önem taşır. Annenin kendini güvende hissetmesi, bebeğin sağlıklı gelişimini de olumlu yönde etkiler. Baba adaylarının hamilelik döneminde alacağı en önemli rollerden biri de aktif katılımdır. Hamilelik boyunca yapılan doktor kontrolleri, ultrason randevuları ve doğum hazırlıkları gibi süreçlerde baba adayının da yer alması, bu deneyimi ortak bir sürece dönüştürür. Ultrason görüntüleri aracılığıyla bebekle ilk kez karşılaşmak, babaların duygusal bağını güçlendirmesine katkıda bulunur. Aynı zamanda, doğuma hazırlık sürecinde alınan eğitimlere katılmak, nefes tekniklerini ve rahatlatıcı egzersizleri birlikte öğrenmek, babanın doğumda nasıl yardımcı olabileceğini anlamasına ve kendini sürece dahil hissetmesine yardımcı olur.
BİLGİ SAHİBİ OLMAK ÖNEMLİ
Fiziksel destek de hamilelik sürecinde babanın rolünün bir parçasıdır. Anne adayının enerjisi düştüğünde özellikle son aylarda günlük işlerini yaparken yardıma ihtiyaç duyabilir. Alışverişe çıkmak, ev işlerine destek olmak ya da sadece birlikte yürüyüşe çıkmak, anne adayının daha rahat bir hamilelik geçirmesine katkı sağlar. Babaların bu dönemde eşlerine yardımcı olmaları, annenin kendini daha değerli ve huzurlu hissetmesine de katkıda bulunur.
Ayrıca babaların bilgi sahibi olması bu süreçte önemlidir. Hamilelik süreci, anne kadar baba için de yeni bilgiler edinme ve öğrenme fırsatıdır. Hamilelik ve doğum hakkında bilgi sahibi olan babalar hem süreci daha iyi anlamakta hem de annelerine daha doğru destek sunmakta daha başarılı olabilirler. Kitap okumak, güvenilir sağlık sitelerinden araştırma yapmak ya da doktor randevularında soru sormak, babanın bilgi dağarcığını genişleterek süreçte kendini daha etkin hissetmesini sağlar. Sağlık okuryazarlığı bu süreçte yalnızca anneye değil, babaya da yardımcı olur.
DUYGUSAL BAĞ HAMİLELİKTE BAŞLAR
Hamilelikte baba adayının bir diğer önemli sorumluluğu da geleceği planlamak ve aile hayatına hazırlanmaktır. Bir bebeğin dünyaya gelişi, aile hayatında pek çok değişikliğe yol açar ve bu değişikliklerin çoğu planlama ve ön hazırlık gerektirir. Bebeğin odasının hazırlanması, gerekli malzemelerin temin edilmesi, doğum sonrası süreçlerin planlanması gibi konularda baba, organizasyonun içinde yer alarak sürece katkıda bulunabilir. Maddi ve manevi anlamda bu hazırlık süreci, babanın aile içindeki sorumluluk duygusunu güçlendirir. Son olarak, baba ile bebeğin arasındaki duygusal bağı geliştirmek hamilelik döneminde başlar. Babalar, annenin karnına dokunarak bebekle iletişim kurabilir, onun hareketlerini hissedebilir ve doğum öncesinde bu bağın temellerini atabilir. Bebeklerin, anne karnındayken dış dünyadaki sesleri algıladıkları bilinmektedir. Baba adaylarının, bebeğe yumuşak bir sesle hitap etmeleri, sevgi dolu sözlerle bağ kurmaları bu özel bağı güçlendirir. Sevgili okurlar, hamilelik dönemi yalnızca anne için değil, baba için de heyecan verici, sorumluluk gerektiren ve yeni bir dünyaya kapı açan bir süreçtir. Baba adaylarının bu yolculuğa aktif bir şekilde katılmaları, eşlerine destek olmaları ve gelecekteki rollerine hazırlanarak sağlıklı bir aile yapısı kurmaları, bebekleriyle daha güçlü bir bağ kurmalarını sağlar. Unutmayın, ebeveynlik yolculuğu doğumdan önce başlar.
Riskli gebelik olarak adlandırılan bu durumda, anne ve bebeğin sağlığını korumak için doktorun rolü büyük önem taşır. Riskli gebelikte doktorun rehberliğine duyulan ihtiyaç, diğer gebeliklere kıyasla çok daha fazladır ve doktor önerilerine sıkı sıkıya bağlı kalmak hem anne hem de bebek için hayati bir gerekliliktir. Bugün, riskli gebelikte doktorun rolünün neden bu kadar önemli olduğunu ve doktor önerilerine uyulmasının önemini ele alacağız. Riskli gebelik, anne adayının veya bebeğin sağlık durumuna bağlı olarak gebelik sürecinin daha fazla izlenmesi gereken durumları ifade eder. Bu durum, genellikle kronik hastalıklar (diyabet, hipertansiyon gibi), yaş faktörü, çoğul gebelik veya önceki gebeliklerde yaşanan komplikasyonlar gibi nedenlerle ortaya çıkabilir. Riskli gebeliklerde doktor, yalnızca bebeğin gelişimini değil, annenin genel sağlık durumunu da sürekli olarak takip eder ve gerekirse müdahalelerde bulunur. Doktorunuzun rehberliğinde yapılan bu detaylı izlem, olası riskleri en aza indirgemek ve sağlıklı bir gebelik süreci sağlamak açısından kritiktir.
DÜZENLİ DOKTOR KONTROLU SON DERECE ÖNEMLİ
Doktorun en önemli rollerinden biri, düzenli kontrol ve testlerin yapılmasını sağlamak ve bu süreçleri yönetmektir. Riskli gebeliklerde yapılması gereken ek testler ve izlemeler vardır. Bu testler, bebeğin ve annenin sağlığı hakkında ayrıntılı bilgi sunar ve olası sorunların erken teşhis edilmesine olanak tanır. Ultrason muayeneleri, kan testleri ve diğer özel taramalar sayesinde doktor, gebelik sürecini titizlikle izler ve her adımda gerekli önlemleri alır. Bu nedenle, düzenli doktor ziyaretlerini aksatmamak, hem sizin hem de bebeğinizin sağlığı için büyük bir öneme sahiptir. Riskli gebelik sürecinde doktorun bir diğer önemli rolü de tedavi ve yaşam tarzı önerilerinde bulunmaktır. Bazı durumlarda, anne adayının beslenme düzeninde veya yaşam tarzında değişiklikler yapılması gerekebilir. Örneğin, diyabet hastası bir anne adayı, gebelik boyunca kan şekerini kontrol altında tutmak için doktorun önerdiği özel bir beslenme düzenine uymak zorundadır. Aynı şekilde, tansiyon sorunu olan anne adaylarının tuz tüketimine dikkat etmesi ve düzenli kan basıncı ölçümleri yapması gerekir. Doktorun bu tür önerilerine uyulmadığında, hem annenin hem de bebeğin sağlığı riske girebilir. Bu yüzden, doktorun talimatlarına uymak ve gerektiğinde destek almak hayati önem taşır.
İNTERNETTEN EDİNDİĞİNİZ HER BİLGİYE GÜVENMEYİN
Riskli gebeliklerde doktorun bir diğer temel görevi, olası komplikasyonları yönetmek ve acil durumlar için hazırlıklı olmaktır. Riskli gebelikler, doğum öncesinde veya doğum sırasında beklenmedik komplikasyonlara neden olabilir. Doktorunuz, bu tür komplikasyonları önceden öngörebilecek bilgi ve deneyime sahiptir. Bu nedenle, doktorun talimatlarını dikkate almak ve herhangi bir sorun hissettiğinizde hemen doktorunuza başvurmak oldukça önemlidir. Doktorunuz, doğuma hazırlık sürecinde de gerekli olan tüm adımları önceden planlar ve olası bir acil duruma karşı tüm hazırlıkları yapar. Böylece, siz ve bebeğiniz için güvenli bir doğum süreci sağlanır. Riskli gebelikte doktorun önerilerini dikkate almamanın bir diğer olumsuz etkisi de, yanlış bilgilere maruz kalma riskidir. Günümüzde internet ve sosyal medyada, gebelikle ilgili birçok farklı bilgi ve tavsiye dolaşıyor. Ancak bu bilgilerin birçoğu kişisel deneyimlere dayanıyor ve bilimsel bir temele sahip değil. Özellikle riskli gebelik gibi hassas durumlarda, doğru bilgiye ulaşmak çok daha önemlidir. İnternetten veya çevrenizden edindiğiniz her bilginin doğruluğuna güvenmeyin; her zaman doktorunuzun rehberliğinde hareket edin. Doktorunuz, size en doğru bilgiyi verecek ve gereksiz endişelerden uzak durmanıza yardımcı olacaktır.
Son olarak, doktorunuza duyduğunuz güven, riskli gebelik sürecinde rahatlamanızı sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Hamilelik sürecinde her anne adayının zaman zaman endişe yaşaması doğaldır. Ancak riskli gebeliklerde bu endişe daha da yoğun olabilir. Doktorunuz, sizi doğru bilgilerle ve güven verici bir şekilde yönlendirerek bu endişelerinizi azaltır. Onun rehberliğinde, riskli gebelik sürecini daha sağlıklı ve güvenli bir şekilde geçirebilirsiniz. Sevgili okurlar, riskli gebelik sürecinde doktorunuzun rehberliğine güvenmek ve önerilerine uymak, sizin ve bebeğinizin sağlığını korumak için atılacak en doğru adımdır. Bu süreçte yalnızca doktorunuzun bilgi ve deneyimine güvenerek, sağlıklı bir hamilelik yolculuğu geçirmenizi diliyorum. Unutmayın, her anne ve bebeği özel ilgi hak eder; doktorunuz bu özel ilginin en büyük destekçisidir.
Artık kendi yağ hücrelerimiz ile genital estetik ve genital dolgu yapılabiliyor. Otolog rejeneratif terapilerde kullanılan nano teknolojik bir yöntem mevcut. Bu yöntemden genital estetik, medikal estetik, ortopedi, saçlı deri ve yara iyileşmesinde faydalanılıyor. Jinekolojide genital estetik alanında kullanıldığında ameliyathane ortamı gerektirmeyen, konforlu ve güvenli uygulamalar ile radikal sonuçlar elde edilebilmekte. Jinekoloji alanında rejeneratif (iyileştirici, gençleştiri) terapiler adı altında intimate rejuvenasyon, menopoz genitoürine (vajinal kuruluk, dyspareunia, vajinal kaşıntı, dizüri, postkoital kanama) sendromu, liken skleroz ve plano, vajina posterior cerrahi skarı, vajina mukoza atrofisi, vajina gevşekliği ve vulva perineal radyodermit tedavilerinde klinik ortamda kalıcı ve yüz güldürücü sonuçları alınabiliyor. Bu yöntemde kişinin kendi yağ hücreleri toplanıyor. Yağ hücrelerini parçalamadan, aynı boyutta ve güveli bölgeden sonrasında ekstra bıçaklama işlemi gerektirmeyen nano teknoloji ile en genç ve en kaliteli yağ hücreleri canlı toplanıyor. Sonra santrifüj edilerek özel kanüllerle genital bölgeye uygulanıyor. Uygulamada kolaylıkları, etkililikleri, standardizasyonları ve en önemlisi güçlü bilimsel çalışmalarla desteklenmiş olması ile başarılı sonuçlar alınabiliyor. Sonuç olarak kendi yağ hücrelerimizin santrifüj edilerek yine kendimize transfer edilmesi bir tür rejeneratif tedavidir.
Sonbaharın getirdiği soğuk havalar, artan nem oranı ve değişken hava koşulları, hamilelik sürecinde daha fazla dikkat edilmesi gereken konular arasında yer alıyor. Bu yazımda sonbaharda hamilelik sürecini daha rahat geçirmenizi sağlayacak bazı öneriler sunmak istiyorum.
BAĞIŞIKLIĞINIZI GÜÇLÜ TUTUN
İlk olarak, bağışıklık sisteminizi güçlü tutmanın önemine değinmek istiyorum. Sonbaharda soğuk algınlığı, grip ve diğer solunum yolu enfeksiyonları daha yaygın hale gelir. Anne adaylarının, bağışıklık sistemlerini desteklemek için sağlıklı ve dengeli bir beslenme düzenine özen göstermesi gerekir. Özellikle C vitamini bakımından zengin portakal, mandalina gibi narenciye meyveleri, bağışıklık sistemini güçlendirmeye yardımcı olabilir. Aynı zamanda, çinko ve D vitamini gibi bağışıklık destekleyici takviyeler de doktor önerisiyle alınabilir. Unutmayın, sağlıklı bir bağışıklık sistemi hem sizin hem de bebeğinizin sağlığını korur.
KIYAFETLERİNİZİ DİKKATLİ SEÇİN
Giyim seçimleri de bu dönemde önemlidir, özellikle başkentimiz aynı zamanda soğuğun başkenti olan Ankara’mızda! Havanın bir sıcak bir soğuk olması, hamileleri olumsuz etkileyebilir. Sonbahar aylarında katmanlı giyinmek, gün içindeki sıcaklık değişimlerine kolayca adapte olmanızı sağlar. Pamuklu, nefes alabilen kıyafetleri tercih etmek cildinizin rahat etmesine ve vücut sıcaklığınızın dengelenmesine yardımcı olur. Ayrıca, ani sıcaklık değişimlerinden korunmak için mutlaka bir hırka ya da ince bir ceket yanınızda bulundurmanızı tavsiye ederim.
BOL BOL SU İÇMEYİ UNUTMAYIN
Bol su içmeyi ihmal etmeyin, ben şahsen ihmal etmiyorum. Mevsim geçişlerinde çoğu kişi su tüketimini azaltır, ancak hamilelik sürecinde su tüketimi çok önemlidir. Yeterince su içmek, vücudunuzun hidrasyon seviyesini koruyarak cilt sağlığınızı destekler ve bebeğin amniyotik sıvısının dengede kalmasını sağlar. Gün boyunca su tüketimini arttırmaya özen gösterin, ancak akşam saatlerinde aşırı su içmekten kaçının ki uykunuz bölünmesin.
Bu konuyu bu hafta Gazi Üniversitesi’nden İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Tarkan Karakan ile konuştum... Kardiyovasküler hastalıklar, yani kalp ve damar hastalıkları, dünyada en çok ölüme sebep olan rahatsızlıklardan biri. Yaşlandıkça bu hastalıkların görülme oranı da artıyor. Peki bu hastalıklar neden oluşuyor? Genelde yüksek tansiyon, kolesterol, diyabet ve obezite gibi çeşitli rahatsızlıklar bunların sebepleri arasında. Sağlıklı beslenme ve spor yapmanın bu hastalık risklerini azalttığı herkesçe biliniyor. Ancak son araştırmalar, başka bir önemli faktöre de dikkat çekiyor; bağırsaklarımızda yaşayan bakteriler, yani bağırsak mikrobiyomu. Bağırsaklarımızdaki bakteriler sadece sindirim sistemimiz için değil, genel sağlığımız ve hatta ruh halimiz için bile çok önemli. Yeni yapılan bir araştırma ise bu bakterilerin sağlıklı yaşlanmada kilit rol oynadığını öne sürüyor. Ancak bu kardiyovasküler hastalık riskine nasıl etki ediyor? İşte bilim insanları bu konuyu mercek altına aldı.
YAŞLANDIKÇA MİKROBİYOMLAR DA DEĞİŞİYOR
Şangay Jiao Tong Üniversitesi’nden araştırmacılar, yaşa bağlı mikrobiyom değişikliklerinin kalp hastalığı riski üzerindeki etkisini araştırdı. Araştırma kapsamında yaşları 40 ila 93 arasında değişen 19 binden fazla kişi incelendi. Katılımcılar, metabolik olarak sağlıklı ve sağlıksız gruplar halinde sınıflandırıldı. Örneğin, obezite ve yüksek kan şekeri olanlar ayrı gruplara ayrıldı. 10 yılı aşkın bir süre bu gruplar izlendi ve sonuçlar gerçekten ilginç. Obezite ile ilgili sorunlar yaşayanların kalp hastalığına yakalanma riski yüzde 75 daha yüksekken, kan şekeri yüksek olanların riski yüzde 117 artmış. Dahası, bu kişilerin bağırsak mikropları incelendiğinde, yaşlandıkça mikrobiyomlarının da değiştiği gözlenmiş. Yaşı büyük olanlar arasında, bağırsak mikrobiyomu “genç” kalan kişilerin kalp hastalığına yakalanma riskinin daha düşük olduğu tespit edilmiş. Araştırmanın belki de en ilginç kısmı şu; bağırsak mikrobiyomunuzun yaşı, kronolojik yaşınızdan bağımsız olarak sağlığınızı etkileyebiliyor. Yani yaşınız ilerlese bile, bağırsaklarınızın genç kalması sağlığınızı olumlu yönde etkileyebilir.
NASIL GENÇ TUTABİLİR VEYA GENÇLEŞTİREBİLİRİZ
Peki mikrobiyotamızı nasıl genç tutabilir veya gençleştirebiliriz? Bunu yapmanın değişik yolları olabilir. Birincisi mikrobiyotaya iyi gelen besinleri tüketmek, zarar verenlerden kaçınmak. Lifli gıdalar, prebiyotik ve probiyotik içeren besinler, yoğurt tüketilebilir. Ama işlenmiş besinlerden ve antibiyotiklerden mümkün olduğunca uzak durmak gerek. Gayta nakli uygun bir seçenek olabilir mi? Araştırmalar henüz insanlarda bu konuda yeterli veri olmadığını hatta inflamasyonu artırarak daha kötü sonuçlara neden olma riski olduğundan şu an için önermiyorlar. Tabii bu konuda daha fazla araştırmaya ihtiyaç var. Ancak bu çalışmalar, sağlıklı yaşlanma için mikrobiyomumuzun ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Kim bilir, belki de gelecekte sağlıklı yaşlanmanın sırrı, bağırsaklarımızda saklıdır...
Kolajen nedir?
Vücudumuzda bol miktarda bulunan bir protein çeşididir. Tip 1, Tip 2 ve Tip 3 olarak bulunur. Vücuttaki kolajenin yüzde 90’ı Tip 1 ve Tip 3’tür. Kemik, kas, kıkırdak, deri, tendon, kan damarları ve sindirim sistemi gibi vücudumuzun birçok yerinde bulunur. Dokunun yapıştırıcısı gibi görev görür. Ölü cilt hücrelerini yenileyerek, cildimizin elastikiyeti artırır ve gergin kalmasını sağlar. Vücudun bir arada kalmasına yardımcı olan bir yapıştırıcı olarak eklem ve tendonları birbirine bağlar. 30-35 yaşlarından sonra vücuttaki kolajen üretimi yılda yaklaşık yüzde 1 oranında azalmaktadır. İçsel destek ile yaptığı değişimler bilimsel olarak kanıtlanmıştır.
Kolajen desteğini ne kadar süre almak ve ne kadar kullanmak gerekiyor?
Yapılan klinik çalışmalarda hidrolize peptit formunda kolajen takviyesinin yılda 3 kür kullanılması önerilmekte, 1 kür 30 günlük olmaktadır. Yani yılda 3 ay arka arkaya kullanılması önerilmektedir. 50 yaş sonrası ise 6 ayda bir olmak üzere 3 ay kullanılması önerilmektedir. Tavsiyemiz akşam yatmadan önce tok karnına kullanılmasıdır.
Kolajen ne için önemlidir?
Özellikle bu aylarda grip, soğuk algınlığı ve çeşitli enfeksiyonlarla karşı karşıya kalma riskimiz artıyor. Ancak endişelenmeyin, bağışıklık sisteminizi güçlü tutarak hastalıklardan korunmanız mümkün. Gelin, kış aylarında bağışıklık sistemimizi nasıl destekleyebileceğimize birlikte bakalım.
DÜZENLİ EGZERSİZİN ÖNEMİ
İlk olarak, dengeli ve düzenli beslenmenin önemine değinmek istiyorum. Vücudumuzun hastalıklara karşı koyabilmesi için vitamin ve minerallerle donatılması şart. C vitamini, bağışıklık sistemimizin en iyi dostlarından biridir. Portakal, limon, kivi gibi meyvelerle günlük C vitamini ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. Bunun yanında, D vitamini de özellikle kış aylarında eksikliği hissedilen bir vitamindir.
Güneş ışığı en iyi kaynağıdır ama kışın güneşi bulmak zor olduğundan, doktor tavsiyesiyle D vitamini takviyesi alabilirsiniz. Ankara’nın sert ve bulutlu kışları malum, o yüzden güneşten fazla faydalanmak pek mümkün olmuyor. Bu gibi durumlarda özellikle D vitamini eksikliğine karşı dikkatli olmak gerekiyor. Bir diğer önemli nokta ise düzenli egzersizdir. Soğuk havalarda dışarı çıkmak pek cazip gelmese de, evde bile yapabileceğiniz basit egzersizlerle hem bedeninizi hem de bağışıklık sisteminizi canlı tutabilirsiniz. Özellikle Ankara’da, kış aylarında dış mekân aktivitelerine ara vermek zor olabilir ama evde yapabileceğiniz yürüyüşler ya da yoga gibi hafif egzersizlerle vücudunuzu aktif tutmanız mümkün. Egzersiz sadece fiziksel sağlığımız için değil, ruh sağlığımız için de çok önemli. Unutmayın, zinde bir beden zinde bir ruhla mümkündür. Uyku da bağışıklık sistemini destekleyen en kritik faktörlerden biri. Yeterli ve kaliteli bir uyku, vücudumuzun kendini yenilemesine fırsat verir. Uykusuzluk, bağışıklık sistemini zayıflatarak hastalıklara karşı savunmasız bırakır. Bu yüzden, uyku düzeninize dikkat etmenizi öneriyorum. Özellikle soğuk kış gecelerinde sıcak bir ortamda uyumak, bedenimizin dinlenmesi için oldukça faydalıdır. Gece en az 7-8 saat uyumaya özen gösterin çünkü kaliteli bir uyku sadece sizi değil, bağışıklık sisteminizi de iyileştirir.
ZİHNİNİZİ DİNLENDİRİN
Gebelik hipertansiyonu, gebelik dönemlerinde anne adayının kan basıncının artmasıyla ortaya çıkar. Ancak burada önemli olan hipertansiyonun türüdür. Genellikle sık idrara çıkma, bacaklarda şişme ve yorgunluk gibi belirtilere sahiptir. Kontrollerde her zaman tansiyona da bakıldığı için yakalamak çok zor değildir. Gebelikte kan basıncının 140/90 mmHg civarına çıkması ile bu tanı konulabilir. Ne zaman çıktığına bağlı olarak da türü belirlenir. Ancak türü ne olursa olsun anne ve bebek için zararlı bir tablo çiziyor.
SIK SIK TAKİP ETMEK GEREKİR
Şiddetli vakalarda bilinç kaybı, nöbet geçirme gibi durumlar söz konusu olabiliyor. Ayrıca erken doğumlarla da karşılaşmak mümkün. Eğer gebeliğin 20. haftasında başlamış, doğumdan sonra da son bulan bir hipertansiyonsa buna ‘gestasyonel hipertansiyon’ deniyor. Anne adayı önceden hipertansiyon tanısı aldıysa veya bilinmese dahi 20. haftadan önce başlayıp doğumla son bulmadıysa kronik hipertansiyon diyebiliriz. Bu ikisi de tehlikeli durumlara sebep vermesinin yanında kan basıncının 160/110 mmHg olmasıyla birlikte preeklampsi denen zehirlenme ortaya çıkabiliyor. Bu da baş ağrısı, nefes darlığı, baş dönmesi, idrarda protein kaçağı gibi durumlarla belirlenebiliyor. Anne ve bebek için oldukça tehlikeli olan bu durumu sık sık takip etmek gerekir.
YAŞAM TARZI DEĞİŞİKLİKLERİ ÖNERİLİR
Bu durumun ortaya çıkmasında bazı faktörler de mevcut. Öncelikle ailede hipertansiyon varlığı, böbrek hastalıkları, gebeliğe kilolu başlamış olmak, çoğul gebelik, öncesinde çok fazla doğum yapmış olmak bu duruma zemin hazırlayabiliyor. Tedavisi kesin olmamakla beraber yaşam tarzı değişiklikleri daha çok önerilir. İlaç kullanma konusu gebelikte tartışmalı olmakla beraber gerekli vakalarda tercih edilebilir. Bununla beraber hareketli bir yaşam tarzı, işlenmiş gıdalardan uzak durmak, düzenli egzersizler ile kilo kontrolü sağlamak genellikle ilk başvurulan yöntem.