Ama İstanbul’da bu da olabilir

Arabanla çıkarsın yola, sinir zaten tepende. Köprüde tıkanır kalırsın çalışma yüzünden.

Haberin Devamı

Kontağı kapatırsın, başlarsın kara kara beklemeye...
Tam o sırada camı açarsın biraz nefes alayım diye, her arabada klima yok elbette.
Tam kafanı biraz camdan çıkarmışsındır ki bir ses duyulur: Bııız bııız diye birden bir tanesi burnuna konar, bir tanesi kafana.
Ay aman, ne oluyor demene kalmaz bıııız bıııız sesleri sarar her yeri.
Ve bir anons gelir arkadan: “Lütfen araçlarınızın camlarını kapatın, sakın dışarıya çıkmayın, paniğe de gerek yok, sadece arı kovanları taşıyan bir TIR devrildi, durum bundan ibaret...”
Töbe töbe, burası İstanbul işte...

Taşı toprağı altın İstanbul

Valla öyle, billa öyle! Dün Beyazıt civarında biraz gezindim. Aslında gezinmek derken, bir randevum vardı Beyazıt’ta. Trafiğin hali evlere şenlik olduğundan geç kalırım korkusuyla bir hayli erken vardım Beyazıt’a.
Galata köprüsünden geçerken baktım milletin keyfi yerinde. Sağlı sollu dizilmişler, ellerinde olta yanlarında birer kova.
“Dur” dedim Ahmet Bey’e, ineceğim köprüde...
İndim, içime deniz balık kokusunu çektim.
Baktım kovalar dolu, istavritler suların içinde fink atmakta. Bir adam da olta-kova satmakta.
Gittim, aldım. Bizim Ahmet Bey şaşırdı. “Gel” dedim. Babam az biraz öğretmişti. Sen anlarsın bu işten. Azıcık yardım et.
Bir kova istavrit tuttuk. Oradakilerle sohbet ettik. Nasıl iyi geldi. Valla taşın, toprağın altın dedim. Hem zevki inanılmaz, hem adamı doyurur hem de satar evine üç-beş kuruş götürürsün.
Yüzümde rahatlama, elimde olta, sakatlanmamdan kalan sıyrıklar...
Üstüm başım balık koka koka gittim toplantıya. Toplantı salonu biraz balık koktu ama bana ne!
Valla iyi ki kendime ayırdım bu zamanı.

Haberin Devamı

Taşı toprağı altın ülkem

Kaldığımız yerden devam. İstanbul dedik, taşı toprağı altın dedik, ülkemize haksızlık ettik...
Her yeri altın benim ülkemin deyip, başka illere kayıyoruz. Bakalım daha neler olabilir diye şöyle bir bakıyoruz...
Bakmaya devam ettikçe tadı kalmıyor. Dere tepe düz gittikçe insanın canı iyice yanıyor...
Yusuf ve altı çocuk...
Minicik yürekler...
Yolumuz Şanlıurfa’ya düşüyor...
Bir minibüs veya otobüs...
Minnacık bir oğlan çocuğu, anasıyla bir yerden bir yere gidiyor.
Yolun bir yerinde ne oluyor? Yok, trafik kazası değil bu sefer şuursuz beyinlerin...
Maganda tabir edilen bir topluluğun aşağılıkça kavga etmeleri sırasında, silahlarından çıkan kahpe kurşun Yusuf’un beynine isabet ediyor.
İnsanın isyan edesi geliyor.
Yusuf inşallah kurtulur diye dua ederken, bu sefer Samsun’a doğru yol alıyoruz.
Kahretsin!
Orada durum daha da vahim...
Yağmur yağıyor, TOKİ konutlarını sel basıyor. Altısı yavru, dokuz insanımız hayatını kaybediyor.
Bunlar da maalesef benim taşı toprağı altın memleketimde yaşanıyor.
Beterin beteri var deyip daha fazla dolanmıyorum. Bu cennet taşı toprağı altın ülkede, neme lazım, her an başka bir kâbusla karşılaşmaktan korkuyor insan.

Yazarın Tüm Yazıları