Ah beyim ah...

BJK-FB derbisinin ardından yazdığım GS güzellemesinin üzerine, ismi bende saklı Fenerbahçeli bir beyefendiden ‘Ah çocuk ah’ başlıklı bir e-posta almıştım.

Geçen hafta İnönü tribünlerinde yaşanan vahim olayın üzerine, o mektubu hatırladım.

Genelde ağlama özürlü bir hödüğümdür. Fakat ister inanın ister inanmayın, üslûbunun zerafeti ve samimiyeti karşısında -hiç utanmadan itiraf ederim ki- ağlamıştım.

Fenerbahçe, geçtiğimiz hafta Sparta Prag’ı 1-0 yendi. Bunun yanında, ligi önde götürüyor ve en yakın takipçisiyle arasında 5 puan fark var.

Dolayısıyla söz kosunu mektubun FB’li yazarı, bir GS taraftarı olan bendenizle dilediğince maytap geçebilir.

Bunu, için için gıcıklansam da, kıkır kıkır bir gülücükle karşılarım.

O zaman da söylemeye çalıştığım şey buydu zaten: Oyun dediğin, eğlendiğin sürece eğlencelidir.

Gerçi benim ‘kadın aklımla’ futbolun bir oyun değil, ölüm-kalım meselesi olduğunu anlamadığım iddia edilebilir.

Vallahi, ofsaytın ne olduğunu bilen bir 35,5’luyum ben; KSK’li yani... Ve futbolu da tuttuğu takımı da çok seven, takip eden bir GS’li...

Bunun yanında, hafsalamın, tribün terörünü alması mümkün değil. Tuttuğumuz takımı ölümüne seveceksek, maçlara ölmeye ölmeye ölmeye gideceksek; sevgisi batsın.

16 yaşında bir çocuğun yok yere hayatını kaybetmesinin herhangi bir izahatı olabileceğini düşünüyorsanız, bana anlatmayın, anlamak istemiyorum.

Aşağıdaki e-postanın yazarına -beni 18 yaşında filan mı zannediyor bilemedim ama kendisi benden hepi topu beş yaş büyük- üslûbundan, geçinmeye gönüllü lisanından dolayı teşekkür ederim. Ve geçtiğimiz hafta yaşanan olayı da göz önünde bulundurmasını rica ettikten sonra kendisine sormak isterim: 16 yaşında bir çocuk öldü. Nedir yani, marifet mi? Yazık, günah değil mi?..

***

‘Bak güzel kızım; lütfen iyi bilmediğin konularda mevzuya girme, yazdığını çok insan okuyor. Ben 38 yaşındayım. Ne düzenli bir işim, ne bir ailem, ne param, ne evim var. Olanlarsa dört sabıka, (Allah’a şükür hırlım hırsızlığım yok; hepsi yaralamadır.) onlarca karakol, yaralanmalar ve yaralamalar. Tek sebep de Fener aşkı...

Sahip olduğum tek şey Fenerbahçe ve tribün yoldaşlarım. Şimdi yaşlandık biraz, saçlar döküldü, e göbek de oldu ama bir bilsen dalga geçtiğin o camia için geçmişte ne ateşler yaktık.

Senin spor yazan erkek meslektaşların bile bilmiyorlar ama eskiden İstanbul’da ne savaşlar olurdu bilir misin?

Geceden çıkardık Fener aşkına. Vücudumuza sıkı sıkı naylon sarardık. (Hem bıçak yarasından korur, hem soğuktan...) Belde ya da elde emanet; omuz omuza... Kavgadan kaçan, yoldaşını bırakan hain olurdu, insan içine çıkamazdı.

BJK’ye yara verdirmeyen esas adam olmazdı, GS’li yaralamak ise kolay olduğu için sayılmazdı.

Silah kullanıldığını, molotof atıldığını, son zamanlarda amonyak bile kullanıldığını bilirim ben. Çivili sopa, döner bıçakları zaten sıradan, herkeste olan şeylerdi. Kırık dökük otobüslerle yüzlerce kilometre öteye, deplasmana gitmezsen, gerçek taraftar olmazdın.

Sen cep telefonunun olmadığı zamanlarda bile binlerce kişinin birkaç saatte bir araya gelip sabahlara kadar vuruştuğunu bilir misin? 1984-1994 arası gençliğimi buralarda tükettim, sonra 1993-94’te barış oldu. Organize kavgalar bitti, çevik kuvvet kuruldu, polis çok güçlendi. Sonra da bir daha İstanbul takımları arasında geniş katılımlı kavgalar, organize savaşlar olmadı ve nefret azaldı ama bitmedi. Futbol senin için sadece futbol ama benim gibiler için Fenerbahçe hayat/ölüm/sevinç/acı...

Çocuk, lütfen yapma...

Umarım beni ve dostlarımı bir daha üzmezsin. Sevgilerimle...’
Yazarın Tüm Yazıları