Adam Levine aşkımın arasına beş dakikalık Şebnem Ferah ferahlığı

Kendimi gençleşmiş hissediyorum. Gerçekten... En son orta üç-lise bir yıllarında yabancı bir yıldıza böyle ergen model bir platonik aşk beslemiştim; o da Bruce Willis’di.

Hani poster yapıştırmacasına, resimlerini biriktirip, defterleri onun suretlerinden ibaret kolajlarla kaplamacasına... Tavşan dağa tutulmuş, dağın ipinde mi?

İnsan belli bir yaştan sonra doğal olarak utanıyor tabii. O yüzden Maroon 5’ın solisti Adam Levine’ın resimlerini oraya buraya yapıştırmışlığım filan yok. Ama yani, bilgisayardan bir dolu resmini indirip dosyaladım, arada açıp açıp bakıyorum.

Toplantı odasındaki televizyonu da tamamen hegemonyam altına almış bulunuyorum. Yok Saddam mahkemeye çıkmış, yok bilmem ne; umrumda değil valla. Ekranda devamlı Dream TV açık, This Love’ı yakaladım mı karşısına çöküyorum ve şarkı bitene kadar mümkün değil, yerimden kıpırdamıyorum.

Öööyle huşu içinde, Adam Levine’ı izliyorum.

Bu arada This Love’ın klibini de bulup indirdim bilgisayara, masaüstünde duruyor. 15 dakikada bir açıyor, bir daha, bir daha, bir daha izliyorum.

Yazı mazı yazamaz, internette dolanamaz, ajans majans tarayamaz oldum yani... Ders kitabının arasına aşk romanı saklayıp okuyan sersem talebeler gibi...

This Love’ın yer aldığı albümün adı Songs About Jane, yani Jane Hakkında Şarkılar. İçimde bir yerlerde, gerzek gerzek ‘Ulan Jane, ne ballı karısın’ filan şeklinde, küçük çaplı kıskançlık hezeyanları bile geçiriyorum.

Çok ayıp, çocuk daha 25 yaşında üstelik. Ben ki kendimden en az 10 yaş büyük değilse adama adam ve eğer benim olmayacaksa güzele güzel demem, bu genç arkadaşımız karşıma geçip dursun, ben de 24 saat ona bakayım istiyorum. Aysel Gürel dönemlerim mi geldi ne, bilemiyorum. (Gerçi geçenlerde bu konuyu açtığım bir arkadaşım söyledi, ‘Aysel Gürel olunmaz, doğulur. O bir ideoloji, bir yaşam biçimi, bir felsefedir’ diye... O da doğru yani; dolayısıyleeee çözemiyoruuuum.)

Neyyire’nin huzuruna varıp dedim ki, ‘Neyyire, ben aşık oldum. Bak bir daha olmam diyordum, vallahi de oldum, billahi de oldum. Gittim, Amerikalı bir şarkıcıya vuruldum. Allah’ını seversen bu haftacık yabancı bir klip yazayım.’

O sırada fark ettim ki Neyyire odada değil; ben salak gibi boşluğa konuşuyorum. Anlayın yani hálimi; şuur yitiminden mustaripim.

Son Aktüel’de yazıyor; İngiliz bilimadamları ‘aşkın gözünün kör olduğunu’ kanıtlamışlar. Gerçi onların söylediği eleştirel körlük, yani meftunu olduğun kişinin boktan yanlarını görememe háli ama kimbilir, benim gibi böyle hem Leyla hem Mecnun stili aşka düşünce, hakikaten, bildiğiniz anlamda körlük ve dahi halüsinasyon durumları da başgösterebiliyordur.

Geldiysen, geleceksen, üç kere masaya vur, ey kayıp, ey zavallı şuur...

Tekrar TV odasına döndüm. Bekliyorum ki Adam’cığım çıksın, ben de Havva olduğumu hayal edeyim.

Gözümün hiçbir şey göresi yok. Gelin görün ki, hayat hoş sürprizler de sunabiliyor. Maroon 5’ı beklerken Şebnem Ferah’ın İyi-Kötü (Dans Pisti)’sü çıktı ki şarkı, tüm Şebnem Ferah albümleri içinde en sevdiğim ilk üç şarkı arasında bulunuyor:

‘Ne ahlák ne de sevgi gökten dünyaya indi / İnsanlık istedi, keşfetti hepsini / Dün doğmuş bir bebeğe bile girebilen mikrop misali / İçimizde hem kötü var hem iyi / Hangisi daha güçlü diye beklemektense / Heyecanla attım kendimi dans pistine / Ayrı ayrı hepsiyle dans edecektim / Biraz sohbet ederek çözmeyi deneyecektim / Neden böyle olmuşuz, nerelerde kaybolmuşuz? / Aklımdaki soruların hepsini soracaktım.’

Klip, Ferah’ın Zaga’daki canlı performansından mütevellit. Şebnem Ferah’ın hastasıyız, bu şarkının özellikle hastasıyız, televizyondaki bir dolu zırvalığın arasında bir nev’i serabı andıran, insana Pereja ferahlığı yaşatan Zaga’ya da gönülden bağlıyız.

Eh, dedim, en azından üç-beş dakikalığına gözümüzün önündeki Adam Levine perdesini kaldıracak bir güzellik işte.

Neyse, müsaadenizle, şu yazıyı bir an önce bitirip televizyonun karşısına geçmem lázım. Bekler yani, sizin genç, güzel, karizmatik enişte...
Yazarın Tüm Yazıları