10 yıl önce 20 yıl sonra

Bu sabah güneşin kızgın yalımları penceremden içeri süzülürken, kargaların ve martıların fikrine açtım gözlerimi...

...Deeermişim, ılgın ılgın...

Yine de şaka bir yana, Allah biliyor ya, yatakta bir doğruldum ki bir kulağımda martılar çığlık atıyor, diğer kulağımda ‘kargalar, kargalar gaaak diyor.’

Meğer kapı çalıyormuş.

Daha doğrusu, dışarıda ciyaklayan martıların ve hakikaten öten bir karganın yanı sıra kapı -ki ciyuvciyuv’lu kuş sesi çıkartıyor- da çalıyormuş.

Eski bir dostum, bir dönem adet edinmişti, habire ‘eternal return / ebedi döngü’den söz ediyordu. Bu sabah ona hak vererek uyandım.

Zira Allah’ım, arada geçen 10 yılda hayatımın temposu defalarca altüst olmuş olduğu hálde, belki bu kuş seslerinin yaptığı çağrışımdan, belki de hakikaten içinde bulunduğum dönem pek çok açıdan o zamanı hatırlattığından dolayı hayat, 1994’tekiyle tıpıtıpına aynı...

TARİH VE TEKERRÜR

Gibi... Sanki... Tırsss...

1994-1996’da yine Gümüşsuyu’nda, şimdi oturduğum evden bir sokak ötede ikamet ederken, o sırada evi paylaştığım çocukluk arkadaşım, pencerenin önünden geçen bir kuşa kulak kabartmış ve ‘Aaa, ulan, bizim kapı zili geçiyor!’ diye çığlık atmıştı.

Apartmanımızın önünde epey cılız bir ağaç vardı. Buna rağmen o ağaç, günün 20 saati filan, sanki bütün Manyas üzerine yuva yapmışçasına cıvıldardı.

Ayrıca denize yakın tüm semtlerde olduğu gibi bizim de önümüzdeki damlar, devekuşu ebatlarında martı kaynardı ki takdir edersiniz, ötüşleri, insanın sanki kapı komşusu histerik bir kadınmış da 24 saat aralıksız kahkaha atarmış misali, sinirsek bir gürültü kaynağıdır.

Yetmiyormuş gibi o eve taşındığımızda bir arkadaşımız bize ev hediyesi olarak mor bir kafesin içinde kanarya getirmişti ki işte o, bizim asabımızın iflas ettiği, laçka olduğu noktaydı.

Her gün sırayla kuşu ‘özgürlüğüne kavuşturmak’ için ‘üzerimize düşeni’ yapardık.

Zira gün boyu duyduğumuz kuş cayırtısı, tahammülümüzün istihap haddini aşmıştı.

Meselá bir akşam ben kuşun üzerini örtmeyi unutuyordum. (Bilenler bilmeyenlere anlatsın: Kafes kuşları, isterse evin için zifiri zindan olsun, üzerlerini örtmezseniz, uyku vakti olduğunu anlamıyor ve uyumuyorlar. En azından bize öyle öğretilmişti.)

Bir sonraki gün, kafes dediğiniz F tipi hücre ya, bizimki belki hava almaya çıkmak ister diye kafesin kapısını açık bırakıyordu.

Nihayet günün birinde bizim kanarya uçtu, gitti...

O zamanlar, bizim apartmanın civarında dolanıp duran tanıdık bir karga vardı; burada da var... Ki benim hayatta en sevdiğim kuş türüdür kargalar...

Bu kargayla da arada bir göz göze geliyoruz. O tabii bir fablın kahramanları olmadığımız için bana ağzıyla peynir filan ikram etmiyor. Öööyle platonik platonik kesişiyoruz...

ESKİ DEFTERLER

Bu kuş trafiğinin şaşalamasıyla kuşbeyinli bendeniz de elektrik sayacına bakmaya gelmiş memura apartman kapısını açtıktan sonra, yaklaşık 10 yıl öncenin kayıtlarının peşine düşüp, eski defterleri karıştırıp, belleğimi kovaladım.

Bizim zamanımızda bir ‘5 Yıl Önce 10 Yıl Sonra’ grubu vardı ya hani... Bu da öylesi bir merak; ‘10 yıl önce 20 yıl sonra’ modeli...

Bakalım, 20 yıl sonra da yine bir sabah tanıdık bir martı ve karga ve ciyuvciyuv kuşuyla uyanacak mıyız.

Neyse işte; buyrun efen’im o yıllardan bir tutam ‘nostalji:’

n Dün 20 milyon bayılıp (İçime ağır oturduğuna göre, o zamanın 20 milyonu sağlam cukka olsa gerek!) kendime bir nasır satın aldım! Yuh be! Sol ayağımı resmen yere basamıyorum. Oysa denediğimde dünyanın en rahat ayakkabısı gibi geliyordu. Zaten alışveriş yapmaktan nefret ediyorum, al sana sağlam bir sebep daha! Sırf ayakkabı almaya tahammülüm kalmıştı, onu da bugün itibarıyla tükettim. İki gün önce C. ile bugün için Sultanahmet’e yürümeye karar vermiştik. Dönüşte -dönüşte de ne, daha gitmeye yakın- ben ayakkabım vuruyor diye mızmızlandım ve taksiye atlayalım diye tutturdum. İşin kötüsü herifi ikna da edemedim. Yol boyu ‘Yakında tuvalete bile taksiyle gideceksin; dikkat et durağa kadar adımlarını karıştırma bari. Sen Allah bilir yürümeyi unutmuşsundur da’ şeklinde dalga geçti durdu. Beni bir gün bunun bu sofistike esprileri öldürecek ya bakalım ne zaman!!!

n Bu aralar herkes diline ‘Böyle de bir geyik vardır ya...’ kalıbını dolamış vaziyette. Millet ağzına geleni söylüyor, sonra da karşısındakinin bakışından söylediğinin salaklığına uyanıp, anında viraj alıyor gibi. Hayatımız geyikle geçiyor. Geyiğin hası dönüyor, dönüyor, dönüyor, nihayetinde de ‘Harbiden ha, böyle de bir geyik vardır di mi?’ geyiği dönüyor. Böylesi kullanışlı bir zırvalık kalıbı görülmemiştir. Hani ‘Ben bu lafı çeviriyorum ama aslında bunların ötelerine kafası basan biriyim, bu muhabbetin üzerindeyim’ háli... Üstelik aynı kalıp, çoğu zaman ayağı yere basan konulardan bahsederken de kullanılıyor. ‘Ay hani neredeyse entelektüelimsi bir konuya dalacağız, hani utanmasak araya ünlü bir şairden dörtlük alıntılayacağız, oysa biz böyle şeyler yapmayız’ türünden bir sahtekárlık. Kimsenin artık ne konuşuyorsa onu konuşuyor olmayı paçası (Burada başka bir kelime kullanmışım, ayrı...) sıkmıyor mu ne?

n Yonca Evcimik, Bandıra Bandıra Ye Beni şarkısını büyükannesini mi ne düşünerek yazmış. Kadın klipte habire muz, karpuz filan dişliyor ama bunun yanında ikide bir de ‘Ben çocukların Yoncimik Ablası’yım’ edebiyatına yazılıyor. Hangi popçuya sorsan, çocukların çiçek ablası, böcek abisi... ‘Kardeşim benim işim bunu da gerektiriyor, adam gibi seksapel satıyorum’ desen olmuyor mu? Kimse seksapelini usturuplu bir şekilde kaldıramayacak mı? Yok o dekolteler ille ki haylazlığına açılacak, o gözler ille ki afacan afacan süzülecek!

*

Bööyle gidiyor. Bazı şeyler bugünü nasıl birebir tutuyor. İnsan inanamıyor...
Yazarın Tüm Yazıları